Hüseyin yirmi yaşında olmasına rağmen kendisinin çocuk olduğunu büyümesi gerektiğini düşünüyordu. Ailesi muhafazakardı. Haliyle din eğitimini de almıştı. Arkadaşı Ümit’i düşündü. Dinine bağlı, namazını aksatmayan, hiç küfür kullanmayan arkadaşı neredeyse onu kendine benzetecekti.
“Gel Hüseyin sende namaz kıl. Dünyan değişecek.”
Hiç inanmamıştı. İnancını kutlamak için m ilk kez bira içmeye kalktı. Bunu bir barda başaracaktı. “Lanet sana Ümit. Lanet namazına. Kutlu olsun öfkeli tanrıya. İşte bu benim. Kanım öfkeli tanrım öfkeli.”
Ailesine iyi niyet besliyordu. Dinlerine imanlarına karışmıyordu. Ama namaz aklına geldikçe çıldırıyordu. Hüseyin namazın bir tür iğdiş hareketler içerdiğini düşünüyordu. Coşku içinde evden çıktı.
Yanında sustalı bıçağı vardı. Niyeti sadece bira içmek değildi. Evi yakınındaki boş inşaatı düşünüyordu. Her şeyi oraya taşımıştı. Bir ayaklı kamera küçük bir sandık, ve altında naylon.
Bara yaklaştığında içi kıpır kıpırdı. İlk kez böyle bir yere girecekti. Ama onu damsız diye içeriye almadılar. Bara yaklaşmakta olan bir kızı gözüne kestirdi. Önünde durdu.
“Benimle bara girer misin. Damsız içeriye almıyorlar.” Kız kabul etti. Hüseyin hem kendisinin hem kızın giriş ücretini ödedi. İçeriye girdiler.
Gürültü hat safhadaydı. Bir kız el ele arkadaşı ile dans ediyor. Pist kısa mini etekli kızlarla ve erkek arkadaşları ile dolu. Hüseyin içeriye girdiği kız ile kısa sürede arkadaş oldu. Birlikte bira içtiler. Dertleştiler. Dans bile ettiler. Gece yarısına doğru bardan çıktılar.
Hüseyin “Benimle gizli yuvama gelir misin. Orada bir süre kendine gelmeye çalışırsın. Bu sarhoş halinle ailen sana kızar. Orada istediğin kadar kahve içer ayılırsın.”
Kızın adı Büşra’ydı. “Bilmem ki evime geç kaldım. Bu halime ailem kızar. Sen haklısın. Hadi gidelim.”
Yarım saat yürüdüler. İnşaata geldiler. Kız oturacak yer bulur bulmaz oturdu. Hemen uykuya daldı.
“Oğlum Hüseyin işler kebap” diye söylendi. Kamerayı çalıştırdı. Kızın ağzını koli bandıyla kapattı. Sonra ellerini  ve ayaklarını. Falçatayla kızın giysilerini parçalayarak çıplak bıraktı. Kamera an be an kaydediyordu.
Cebinden iğneyi çıkardı.  İçi dolu zehri kıza enjekte etti. Artık kız bağırmayacak hareket edemeyecekti. Kızın iki kolunda sustalı bıçağı ile derin yaralar açtı.  Kan akıyordu yere. Damla damla yerdeki naylon sergide birikiyordu. Bacaklarına da derin yaralar açtı. Kızın nabzını yokladı. Damarı atıyordu. Son yaraları göğsüne açtı. Kontrol etti. Nabzı durdu. Vahşiliğin tadı burada bitiyordu. Eldivenlerini çıkardı. Poşetin içine koydu. Kamerayı aldı.
İnşaattan çıkarken rahattı. Burası evinden uzaktı. Sırt çantasında kamera ve eski giysileri ile Şehre girdi. Ankesörlü telefon kulübesi buldu. Polise telefon açtı. Adresi verdi. “Gidip bakın. Orada ölü bir kız bulacaksınız.”
Polis “Seni tanıyalım. İsmin nedir?” Cevap vermedi. Telefonu kapatır kapatmaz oradan uzaklaştı.
Evine yürüyerek gitti. Sessizce kapıları açtı. İçeriye girdi. Heyecanlıydı. Bu ilk cinayeti değildi. Adını kimse bilmiyordu. Onu tanımlarlarken kansız seri katil diyorlardı. Hüseyin bilgisayarını açtı. Kamerasını bağladı. Kaydı flaş belleğe atı. Bölüm bölüm kayıtlar vardı. En sonuncusunun ismine Büşra yazdı. Koleksiyonu ile gururlandı.
İki yıldır bu evde kiradaydı. Babası sağ olsun. Oğlunu öğrenci biliyordu. O ise okula kendini kayıt bile ettirmemişti. Evine ara sıra arkadaşları geliyordu. İş yerinden. Kazandığı kendine yetiyordu. Arkadaşları ile ortaklaşa harcarlardı.
Yarına Ümit ve Bünyamin gelecekti. Kafa dengi değillerdi ama vakit geçirmede birebirdiler. Ümit dinden bahseder, Bünyamin solculuktan. Hüseyin için solculuğun bir anlamı olabilirdi. Yaşam sağ olmaksa, öldürmek solculuktu. O yüzden solculuğu severdi.
Arkadaşlarını iyi tanıyordu. Bünyamin’e katil olmayı ne zamandır aşılamaya çalışıyordu. Başarılı değildi. Ona gerçek kanıtlar göstermeliydi. Ümit’i saf dışı bırakıp yarın mutlaka Bünyamin ile buluşmalıydı.
Önce Ümit’e telefon açtı. Onu saf dışı bıraktı. Sonra Bünyamin’e telefon açtı. Acilen yarın değil gecenin, bu vakti yanına gelmesini söyledi. Bünyamin meraklı biri. Gece orada kalırım düşüncesiyle evinden çıktı. Yarım saat geçmeden Bünyamin geldi.
Hüseyin her şeyi açıklayacaktı. “Her şeyi bırak ve gel buraya.” Dedi. Açık bilgisayarından flaş belleğe girdi. Büşra isimli kaydı açtı. Seyretmeye başladılar.
Biraz aman geçmişti ki Bünyamin “Bana güveniyorsun o zaman. Ne zamandır katil olmayı düşünüyordum. Ama kanıtım yoktu. Sen bunları yaşadıysan bende varım. Ama cinayet plan ister, ya yakalanırsak?”
“Kayıtları görmüyor musun. On beş ayrı kayıtım var. Hepsi ayrı ayrı cinayetler.  Ben cinayet işlemeden önce plan ve keşif yapıyorum. Pat diye girişmiyorum.”
Bünyamin’i ikna ettiğine o kadar çok memnun olmuştu ki, arkadaşını kucaklayıp “Hayırlı uğurlu olsun.” Dedi.
“Ne hayrı, ne uğuru?”, “Ağız alışkanlığı. Ümit’ten bulaştı.”
Buzdolabında rakı vardı. Birkaç meze ile sofra hazırladılar. Saat gece ikiydi. Buna rağmen keyifle rakı içtiler. Bünyamin “ Benim görevim ne olacak?”
“Sen ayaklarını ve ellerini bağlayacaksın. Ben de kurbanı boğazlayacağım. Kan damla damla akarken filme çekeceğim.” Vahşiliğin bezediği Babil’in gözlerinde kızıllık vardı. Sabaha kadar sofranın başından kalkmadılar. 

Tuna M. Yaşar

( Babilin Gözleri başlıklı yazı Tuna M.Yaşar tarafından 21.01.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.