Sokrates’i baldıran zehriyle öldürdüler. Ona yakışmayacak bir ölüm şekliydi. İnsan düşünürken bile tüyleri diken diken oluyordu. İlk yudumda Sokrates kim bilir neler düşünmüştü. Orta çağ insanı öldürmede acımasızdı. Oysa o devirde insan nüfusu azdı. Savaşlar ile nüfus kırılıp gidiyordu. Üstüne alık insanların cinayetleri de eklenince o dönemleri aydınlık kabul etmek imkansızdı.
Resul bunları düşünürken kendi işlediği cinayet aklına geldi. Neydi öyle. Adam ölmemek için öküzler gibi böğürerek yalvarıyordu. ‘Be adam hiç mi ölenleri duymuyorsun. Görmüş geçirmiş okumuş adamsın. Sokrates gibi ölümü şereflice karşılayamıyorsun.’ Öldürdüğü adam profesördü. Adını bilmiyordu. Çünkü bilse zihni onu istemediği yerlere götürebilirdi.
Bir gece vaktiydi. Saat yirmi iki otuzdu. Günlerdir bu günü bekliyordu. Adamın üniversiteden çıkış saatini, nerelere gittiğini, kimlerle buluştuğunu hep takip etmişti. Resul arabasını çalıştırdı. Adam önde Resul arkada ilerlediler. Uzun süre trafikte geçti. İş uzayacak gibiydi. Bir bahane bulup ya kendi arabasına adamı alacak veya Resul onun arabasına binecekti.
Düşündü taşındı. Otoyolun trafiği şehir çıkışında azaldı. Plan iyiye gidiyordu. Bir beş dakika sonra etraf ağaçlık ve ormandı. Profesörün zevkini takdir etti. Şehirden uzak ağaçların ve ormanın içinde bir eve sahip olmak ince bir zevk işiydi.
Arkadan yaklaştı. Adamın arabasına tosladı. Profesör bu. Bilgiye önem veren biri buna da önem verecekti. Arabalar durdu. Resul inmedi. Adam kapısından inip onun yanına geldi.
“Hemşerim ne yapıyorsun?” Demeye kalmadan bir el silah sesi duyuldu. Sesten birkaç dakika sonra ormanın derinliklerine doğru bagajı yüklü bir araba daldı.
Yanında kazma ve kürekte vardı. İşini zevkle yapıyordu. Adam bağırıyor yalvarıyordu. Ona kulak asmadı. İşine devam etti. Artık profesyoneldi. Tıpkı profesör gibi. Çukuru kazması bir saatini aldı. Sonra bir el silah sesi daha duyuldu. Adamın boynuna Resul isimli kolyeyi taktı. Sonra çukurun içine kaktırıverdi.
Yarım saat sonra işi bitti. Arabasına atladı. Geldiği yola dönmeden uzaklaştı. Adamın fotoğraflarına bakıyordu. Ölüm anı ve çukuru kapatmasından sonra çekilmiş fotoğraflar. Bu işi ömür boyu yapmak istiyordu. Bir seri katilin ötesine geçmek istiyordu. Tıpkı Hitler gibi milyonlarca insan öldürmek istiyordu. Bu onun biricik felsefesiydi. ‘İnsan öldür insan ol’. Polislerin olaya vakıf olması bir on gün sürerdi. O zamana kadar ver elini ikinci kurban. Kurban diyordu. Çünkü büyük suç işleyip kendine göre zengin olmak istiyordu. Felsefesini Balzak’tan almıştı. O “Büyük servetlerin ardında büyük suçlar yatar” diyordu. Ağzı kurumuştu. Soğuk termusunu açtı. İçinden buz gibi bir bira aldı içti.
Antalya’ya otuz kilometre vardı. Manisa’dan buraya kadar direksiyonda bir hayli yorulmuştu. Cebinde parası vardı. Bir otele gidip dinlenmeyi çok istiyordu. Havadaki rutubeti alınca denize yakın olduğunu anladı.
Az sonra sahil yoluna çıktı. Yol kenarlarını lambalar aydınlatıyordu. Binaların, evlerin, otellerin ışıkları yanıktı. Gece yarısı sanki şehir uyanıktı. Yanılmadı. Antalya’ya girdiğinde insanlar gördü. Kimi balkonlarda kimi yürüyüşte. Ama trafiğin olması daha dikkat çekiciydi. Yol kenarındaki bir otele yaklaştı. Durdu. Aşağı indi. Arabanın kapılarını kilitledi. Kontrol etti. Otelin kapısından içeriye girdi. Resepsiyona geldi. Bir gecelik oda kiraladı.
Karnı açtı. Önce resepsiyona yemekhaneyi sordu. Başka bir görevli onun önünden giderek yemekhaneye getirdi. Zihni çelik gibiydi. Kendini çok zinde hissediyordu. Boş bir masaya oturdu. Menüden yemekler seçti. Karnıyarık, yoğurt ve künefe. İsteği anında geldi. 
Yemekhanede kendisi gibi yemek yiyen başkaları da vardı. Ama Resul gibi yemeği iştahla yiyemezlerdi. O yaptığı işin kutlamasındaydı. Yemekten sonra garsona şampanya getirmesini söyledi. Saatine baktı. Sıfır iki otuzdu. Aklına dank etti. Televizyona bakmalıydı. Görevliden televizyonu açmasını, haber kanallarından birini seçmesini istedi. Öyle oldu. Şimdi şampanyayı yudumlarken yayın akışı ona daha bir  başka geldi. Güzel duygular yaşamaya başladı.
Onun katil olduğunu kimse bilmeyecekti. O potansiyelle görüntüsü silueti daha bir dikkat çekiciydi. Garsondan sigara içmek için izin istedi. Yasaktı ama garson yasağa aldırış etmedi. Bir kül tablası bulup Resul’ün önüne koydu. Şampanyanın verdiği rehavetle sigarasını zevkle içmeye başladı.
Yemekhanede dikkatli iki çift göz onu takip ediyordu. Bu onun gözünde kaçmadı. Bakanlar turistti. Görüntülerinden anlaşılıyordu. Giyinişleri uçuk kaçıktı. Çift tişört ve mayo giymişlerdi. Sarışındılar. Konuşmuyorlardı ama bakıyorlardı. Yine gözü televizyona kaydı.
Son dakika haberi alt yazı ile geçiyordu. Ünlü bir profesör ortadan kaybolmuştu. Arabası evine yakın bir yerde terk edilmiş olarak bulunmuştu. Polisler yerde kan izi bulmuşlar, profesörün bir cinayete kurban gitmiş olabileceğini söylüyorlardı. Şehrin bu kesiminde mobese kameraları olmadığı için polislerin işinin zor olduğu söyleniyordu.
“İşte şimdi başardım. Artık içimde katil dışımda masum biriyim.” Diye içinden söylendi. Keyfinden saatin ilerlediğini uyku zamanının geldiğini unutmuştu. Aklına gelmese sabahlara kadar oturabilirdi. Yerinden doğruldu. Etrafına baktı. Yemekhanede kendinden başka kimse kalmamıştı. Kasiyere vardı. Yediklerinin ve içtiklerinin ücretini ödedi. Sonra odasına çıktı.

Tuna M. Yaşar

( Sokrates Etkisi başlıklı yazı Tuna M.Yaşar tarafından 23.01.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.