BEN EVLİYA MIYIM GADINLAAAR !

            Yaşadıkları köy Kızıl ırmak kenarıydı, babası arada sırada ırmaktan eve balık getirip karınlarını doyursalar da iş bununla bitmiyordu. Tarlaları yoktu ki ekip biçselerde un, bulgur, gibi yeygilerini bari çıkartsalardı. Zaten fakirlik diz boyuna çıkmış, ahırda leğende yaptıkları banyolarda kir yerine neredeyse fakirlik akıyordu. Babası İsa ve amcası köyde bu rezillikle yaşanamaz olduğuna karar vererek yakın akrabalarının da ısrarlarına dayanamayıp göçlerini köylerinin iki köy ötesinde yine ırmağın kenarında akrabalarının çoğunlukta bulunduğu Kortulu köyüne taşımışlardı.

            Fettah çavuş bütün bunları düşünürken dayandığı duvara damın gölgesiyle beraber ikindi serinliği de düşünce gözleri mahmurlaşmış, olduğu yere farkına varmadan kös gelerek uykuya dalsa da arada- sırada eline yüzüne kör olası sinekler konarak uykusunu tedirgin ediyordu. Uykusunun arasında farkında olmadan onları elleriyle kişelese de hayvanlar tekrar kalktıkları yerlere konuyorlardı.  Az buçuk kestirse de artık bu işin tadı sinekler yüzünden kaçmıştı.

             Kös gelir vaziyetinden tekrar oturumuna gelip sırtını duvara dayadıktan bir süre sonra tekrar ister istemez düşüncelere daldı. Sırım gibi gençliği gözünün önüne gelince biraz iç çeker gibi oldu. Güçlü kuvvetliydi, düğünlerde yapılan güreşlerde akranlarını savurup göbeğini göğe getiren,  kulaklarından tuttuğu “düğünde etlik için kesilen” tosunun kellesini bir çırpıda köyün en yüksek konağının damına düşüren, tırpanı ekine bir atışta bir büyük deste sapı biçen elleri nasırlı bir gençti.

               Savaşların bir türlü ardı arkası gelmiyordu, askere gidenler bir daha gelmiyor, gelenlerde yaralı yada sakat dönüyorlardı. Babasının iki kez çift bozup askere gittiğini, en son geldiğinde de yaşlanmış ve saçı sakalı birbirine karışmış vaziyette olduğunu iyi hatırlıyordu. Devran döne döne sıra kendisine gelmişti. Askere çağrılan arkadaşlarıyla beraber bir meydanda toplandıklarını, imamın dualar okuduğunu, herkesle vedalaştıktan sonra anasının ardından bir helke su döktüğünü daha dün olmuş gibi hatırlıyordu.

              Birliğine teslim oluşunu,  acemilik eğitiminden sonra usta asker olarak dağıtımını, cepheden cepheye savaşa atıldıklarını, kaç kez yaralandığını, birkaç kez köyüne izine gelişini, “mürüvet’ini bari görelim”  diye asker olduğu halde ana ve  babasının evermeye kalkıştıklarını,  izin dönüşü bir çatışmada İngilizlere esir olduklarını, yıllarca süren esaretten sonra savaşın bitmesiyle köye dönüşünü “içi sızlayarak kendi kendine hayal edip” yaşadı. Akşam namazı yaklaşıyordu, evinin yolunu tuttu.

                 Fettah Çavuş askerden geldiğinde kırk, kırk beş yaşlarındaydı. O yaşta olmasına rağmen gerek yeterli gıda alamayışı, gerekse esaret yıllarında çileli günler geçirmesi belini bükmüş, omuzlarını düşürmüş, o yaba gibi elleri ve koca gövdesinden eskisinin eseri dahi kalmamış, bayağı bedeni çökmüş,  adeta saçı sakalı birbirine karışmıştı. Araya giren eş ve dostun gayretleriyle askerden geldikten bir müddet sonra “eller içinde seninde ocağın tütsün” diye köyün güzel kızlarından Fatma ile görücü usulde everdiler

                 Eve geçim lazımdı, babadan kalma beş on dönüm tarlanın doğru dürüst bir getirisi olmasa da yine un, bulgur, hayvanların kışın ahırda samanına katıp yemelerine yetecek kadar yemi, tekrar tarlaya ekecek tohumluğu çıkıyordu. Fatma ile evlendikten sonra acımasızca geçen yıllar içerisinde çoluk çocuğa karışıp eskileri tabiri ile “bir kalbur horanta” olmuşlardı. Ortaya konan yavan soğan katığı çocuklar gözünün yaşına bakmadan, arkayı düşünmeden silip süpürüyorlardı.

                Esir kaldığı yıllarda berberlik yapan bir İngiliz askerinden berberlik sanatını öğrenmek ne kadar zoruna giderdi,  ne bilsin ki ileride bu sanatla ev geçindirip çocuklarının rızkını temin edecek. Çiftçiliğinin yanında berberlik bulunmaz nimetti.  Kendi ve çevre köylerin tıraşını yapıyor, parasını da harmandan kalkmaya buğday olarak alıyordu. Yine İngiliz esir kamplarında kapı, pencere, kağnı, at arabası, düven ve tahtadan yapılma çitçilerin kullandığı aletleri tamir etmeyi de öğrenmişti. Arada sırada haber salınan evlere giderek eli keser tuttuğundan evlerde evin erkeği olsun olmasın gösterilen işleri yapıyor, verenden parasını, olmayandan da hayır duasını alıyordu. Fettah Çavuş çocukluğundan beri köyünde sevilen sayılan, ırz, namus emanet edilen, emanet edenin kalbine en ufak şüphe getirecek, kimsenin malına maşına zarar verecek birisi değildi.       

                  Boş zamanlarında Kızılırmak kenarına giderek orada yetişen sahipsiz kavak, söğüt gibi yabani ağaçları keserek kazma, kürek, bel, tırmık, yaba, anadut, dirgen, orak, tırpan, keser, balta, nacak, gibi o yıllarda köylülerce çok kullanılan aletlere sap yapar, kış mevsimine kadar her hafta olmazsa da iki haftaya bir Kırşehir’e gider, bunları pazarda satarak evinin ihtiyaçlarını görür öğleden sonra bindiği  bir kulağı kesik boz eşeği ile köyünün yolunu tutardı.

             Köyü ile şehir arası eşekle gidip gelme bir buçuk saat kadar sürerdi. Kıtlık zamanıydı, kim ne bulursa onu yiyordu.  Katma ve tarhana aşı, bulgur pilavı, suvannama, pancar çırpması, gibi yiyecekler bulup yiyenlere düğün bayramdı. Köylü kadınlar Pazar akşamından ertesi günü şehir pazarında satacakları salça, tere yağ, tuluk peyniri, süt, yoğurt, yumurta gibi yiyeceklerle beraber ihtiyaçlarına fazla gelen  tavuk, horoz, hindi, kaz, ördek gibi hayvanların yanında ayrıca bahçelerinde yetiştirdikleri sebze ve meyveleri de yanlarına alarak kocası olanlar onunla, diğer kadınlarda güvendikleri kişilerin yanına takılarak bindikleri eşeklerle kafileler halinde sabah ekenden şehrin yolunu  tutuyorlardı.

             Savaş sona erse de bu her şeyin bittiği demek anlamına gelmezdi, gidenin çoğu gelmemiş, gelenlerde de hayır kalmamıştı. Kimi sakat kalmış, kimi yaralı. Üstelik birde gidip gelmeyenler yüzünden her köyde olduğu gibi bu köyde de erkekler sayı olarak azalmış bu yüzden kadınlar erkek işini görür olmuşlardı.

               Sabah şehre gelecek bu türdeki kadınlar yıllardır emin bildikleri Fettah Çavuşun yolunu sabahtan beklemeye başlarken, onun şehre gideceğini önceden öğrenen komşuları da güneş henüz doğmadan kapısına gelirlerdi. Artık zaman geçtikçe bu işten Fettah Çavuş kına getirmeye başlamıştı. Bir kalbur kadınla köyden yola çık, tekrar onlarla dön. Eşkıyası var, namussuzu var,elde kötümü biter ne olur ne olmazdı.

                 Bu gidişlerin birisinde Pazar yerinde Fettah Çavuş’a eli- yüzü düzgün, giyimi- kuşamı yerinde bir adam yaklaşıp selam verdikten sonra gayet kibarca “ Dayı ben falan köyden falan çiftlik sahibinin oğlu falanım, babam senin yaptığın sapların kalitesini iyi bildiğinden Oğlum git  adamı bul elinde ne varsa üçüne beşine bakma, parasını peşin ver, hemen al getir” diye tembihledi dedi. Fettah Çavuş Adamın babasını iyi tanıyordu,  zamanında ona birkaç parça sap satmıştı. Adam, "dayı sen sapları bana ver, ben kahyaya teslim eder gelince de paranı öderim, beni burada bekle". dedikten sonra oradan aceleyle ayrıldı. Fettah adamı ikindiye yakın bekledi, gelmedi dürzünün adamı. Çarpılmıştı. Dokunsalar ağlayacaktı. Pazarda ona buna sorsa da bildiği ağanın o adla öyle bir oğlunun olmadığını anlamış, dünyası başına yıkılmıştı. 

             İkindi geçkin eşekliler yollara dizildi, kadınlar gecikmelerinin nedenini kendi aralarında tartışıyorlar, bir yandan da evde bekleyenleri inandırmak için buna kılıf uydurmaya çalışıyorlardı. Akşam yaklaşırken köylerine az bir mesafe kalsa da kadınlar huzursuz olmuşlar,  Fettah Çavuş'a bir şey demeseler de "kendini yenemeyen" bir yaşlı kadın utanarak yazmasının ucunu ağzına çekip yavaşça ”Fettah emmi bu gün senin yüzünden bayağı geciktik, evdekilere ne diyecasek” diyebildi.

              Fettah Çavuş o anda neler düşünüyor, kadın ona ne diyordu. Kafası allak- bullak olan adamın

 burnunu sıksan canı çıkacak haldeydi. İçinde dolandırıcıya biriktirmiş olduğu öfkenin siniriyle “BİRE FIŞGILAR, BEN EVLİYAMIYIM, BEN ERKAAM. NEME GÜVENİP BENNEN YOLA ÇIKIYONUZ”, diye bağırıp elleriyle dizlerine acımasızca vururken sanki bütün hıncını onlardan alıyor gibiydi.

              Ertesi hafta Fettah Çavuş giden haftanın zararını kapatmak için gecesini gündüzüne katarak her hafta yaptığının iki misli fazlası sap yapmıştı. Sabah çok erken kalktı, hanımının yavan yaşşık hazırladıklarıyla karnını doyurduktan sonra sapları eşeğine yükledi. Hanımı ile vedalaşıp avlu kapısından sokağa adımını attı ki birde ne görsün, sanki giden hafta "bir şey olmamış, azarı onlar yememişler" gibi şehre gidecek kadınlar  bindikleri eşeklerin üzerinde “emin bildikleri” Fettah ağalarının kapısında onu bekliyorlardı. Fettah Çavuş başını beri- öte çevirdi “Yarabbi beni namustan yana baştan çıkarma” diye iç geçirdikten sonra “Hadi katılın kafileye gadınlar” diyerek yola dizildiler.

 

ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR 22 01 2019 GERÇEK YAŞANMIŞLIKLARDAN

Öyküleri şahısları küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmıyorum.

               

                

( Ben Evliya Mıyım Gadınlaaar başlıklı yazı İpciERDOĞAN tarafından 25.01.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.