Cılız bir methiye hayatın arka yüzü

Ön sözünden ayrık hangi şiirse

Roman tadında öykündüğüm

Ne bir bulut ne de sevinç;

Taş kalpli cadının tavında

Öğütülmüş bir avuç biberiye.

Yas’a meyyal kaportası mı ömrün…

Yok, yok, yanlış yerden giriş yaptım:

Öyle ya, iki taraflı her ayna bilumum tanıklığında

Tanrının, söylem yüklü bir hiciv

Sonrası da gelir elbet yavaş yavaş…

 

Günü toparlıyorum ucundan çekiştirdiğim umut sağanağının ötesine berisine vakıfım: teyelli bir somun ekmek; göğün muradına yakın dar cepheli hayaller; askıntı tuz zerresi günde kaç gram tükettiğimi hala hesaplayamazken bir de bakraç… sahi, kimden miras kaldıysa süklüm püklüm bir leğen dura dura solmuş balkonun yorgun duvarlarına göz gezdiren üç beş mandaldan da nasiplenen… a, evet, bir de masa örtüsün gizlenmiş üç beş madeni para.

 

Sofra adabına binaen, sessizce yerini alıyor duygularım.

 

Başköşede babamdan kalan yeknesak öğütler:

 

‘’Aman ha, kızım, sen, sen ol arkana bakmadan yürü gittiğin yolda.’’

 

Bir telaş bir telaş ki yetiştirmeye doyamadığım kelam:

 

‘’Ne zaman gördün ki benim yürürken arkama ya da sağa sola baktığımı?’’

 

Diğer köşede dün mizaçlı bir tanıdık daha bir ay evvel defnettiğimiz.

 

Kabul etmesi zor olsa da hala varlıklarını atamamışım ruhumdan.

 

Derken denk düştüğüm bir sabah programında; mütemadiyen geçmişi terk etmemizi öğütleyen aksakallı bir uzman.

 

Saçları siyah olsa da belli ki; o da dünün örtüsünü elinden geldiği kadar silkelemek istiyor.

 

Günün menüsü gibi günün öğütlerine kurban giden kıymetli zamanımız ve aklımızı devşirmeden nasıl oluyor da aynı kalıyoruz?

 

Aynı kalmak, değil mi?

 

İşte tüm özrüm; tüm çabam, sevgili dostlar yine de yolunda gitmeyen şeyler var. Misal:

 

İçimdeki şüphe yanardağı ve karşımdakinin sözlerine tedirginlikle yanıt verdiğim yoksa vermemem mi gerekiyor, gibilerinden bir teamül gelin görün ki; benim dostlarıma ihtiyacım var.

 

Suratlardan düşen bin birinci parçayı eğilip topluyorum ve masa üstüne koyup yapıştırmaya çalışıyorum. Alın işte: bin ikinci parçayı da ben kırdım oysaki sofrayı toparlayıp yerleştirmeliydim ne var ne yok derken beklenmedik bir misafir sanırım dualarımı ondan esirgedim iyi de hala nefes alan bir yitim öldüğünü sandığım.

 

Komik, değil mi? Yaşayan birilerine ölü kimliğine sığdırmak belki de yaşamadığıma vakıf sayısız insan yine aynı tepkiyi bana sunmakta.

 

Hiç olmadığım kadar rahat ve huzurluyum an itibari ile ve dans ettiğim filan da yok dünümle bilakis an’dan bile uzağım. Varsa yoksa bana/bize dayatılan safsatalara baka kalıyorum.

 

Herkes birbirini bir yerlerinden çekiştiriyor.

 

Saç teli gözüken kadın diğer kadına surat yapıyor ve kimi iklim değişikliğine rast geldiğim, o sen-ben kavgası.

 

Niyetim belli ve içimdeki pusula da hayli tedirgin yine de görevini yapmaktan geri durmuyor ve ben ara sıra bakıp yönümü tayin ediyorum hani olur da istenmedik bir yola sapmış olabilirim diye.

 

Diğer yanda ülkenin gidişatından dertli vatandaşlar ve diğer yakada hal ve gidişten memnun olan diğer kesim.

 

Ne yani, yalan mı söyleyeyim? Sırf farklı siyasi eğilimleri var diye insanları ayrımcılığa tabi tutup sevmeyecek miyim?

 

Rüyalarım son birkaç gündür oldukça hareketli ve bazen rahmet okumayı unuttuklarım da ziyaret ediyor.

 

Bilinçaltımdaki çöplükten nefret ediyorum desem yalan söylemiş olmam hani en azından dünün bana dayattığı o hırpani duyguları yok sayayım, demenin mümkün atı var mı yok mu diye tahlil ederken her detayı… işte çürüyen iç sesim: ne var ki detaylarda bu denli takılı kalmaya? İyi de detaylarda kaybolup bir detayda mutlu olmak da benim özverimle yüklü.

 

Tablonun geneline bakıp hayatımda ıskaladıklarımı görüp de nasıl mı mutlu olmayı başaracağım? Çok basit aslında her şey:

 

Paylaşarak.

 

Sevdiğim insanlara kol kanat gerip.

 

Kanatlarım kırık olsa da uçmayı daim kılarak…

 

Of, deme hakkım asla yok ve olmadı da lakin sayısız kere of, çekip kendimi en dipte bulmuşken üstüne üstük ailem de bu küçük isyandan zarar görmüşken.

 

Masa örtüsü hala elimde ve ben nerede olduğumu tayin etmeye çalışıyorum.

 

Az kaldı çok az hem de. Neye mi?

 

Az sonra belki de infilak edecek tüm sakinliğim.

 

Maruzat da beyan etmiyorum artık. Mutsuzluğumu asla kimse ile paylaşmıyorum ve sitem dahi etmiyorum sadece sinemdeki güzellikleri verme çabası güdüyorum.

 

Yol yorgunuyum ve duygu yorgunu, sevgili dostlarım.

 

Sevmekten yorgun; sevilmeye dair de beklentim yok iken…

 

Pazara gitmeyeli seneler var: eh, aldılar taşıdılar semt pazarını cehennemin dibine…

 

Köhne bir saat gibi ya da sandığın içinde unutulmuş mektuplar ve ne yazık ki; kimseye mektup yazma gibi bir lüksüm de yok bu saatten sonra.

 

Çatık kaşlı olduğumu da sanmasın hani kimse sadece atıl yüreğimde atıkları gömüp geri dönüşümü olmayan yeni bir ben’i edinmek istiyorum ve ister istemez de değişiyor insan.

 

Saat kaçı mı vurdu?

 

Geçiniz.

 

Saat düşkünü bir akrep değilim ne de bir adım sayar ne de kronometre belki de ben bir yürüme bandıyım olduğu yerde sayıp uzun mesafeler gittiğine inanan.

 

Sevdiğim insanlar hala aynı yerde sanırım ben gidip geliyorum: iyi de nereye?

 

Duygu sarmalında dönüp dönüp başa son ibaresini arıyorum lakin sonlanmak isteyen bir düşüncem de yok hatta ve hatta sonlanmayı bile talep etmiyorum artık Tanrıdan.

 

Tanrı derken bile korkuyorum: bir kesim kızıyor bana.

 

Yüce Rabbim diyorum, güzel Allah’ım, sen biliyorsun içimi ve sana nasıl hitap edersem edeyim sen bile kızmazken…

 

On gün evveline gidiyorum ve yüzüme iki kez üst üste kapanan telefonun diğer tarafındaki insan geliyor aklıma ve yine çok çok sevdiğim… ama uzağından bile geçmiyor kadın benim sevgimin oysaki nasıl da içli dışlıydık bir zamanlar büyük ihtimalle o da okuyor bu yazdıklarımı lakin tek kelime dahi etmezken bir şeyler yapma gayretim adına…

 

Belki de hiç kimseyim iyi de herkes kadar kanlı canlı bir faniyim.

 

Aslında herkesim ben ve hiç kimsenin herkes olduğumu kabul etmesinin de mümkün olmadığı.

 

Gelenler var akın akın.

 

Gidenler var aslında hiç de gelmemiş olanlar.

 

Ben ise ne gidiyorum ne geliyorum demek ki şansımı hepten yitirdim.

 

Masa örtüsünü fırlatıyorum yere belki de kapaklanıp içine gizleniyorum.

 

Bir bardak çay tadında içimdeki dem.

 

Çok açık değil hatta zift renginde ve ben hep koyu çay içmeyi sevmişimdir sanırım acı çekme lüksüm bana evrenin bir armağanı.

 

 


( Masa Örtüsü... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 27.01.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.