Öğretmenlerimiz yaşamımıza giren unutulmaz değerlerdir. Aile terbiyesi üzerine ne çok kazanımlar elde ettik onlardan iyiden, doğrudan güzelden yana… Hepimizin aradan yıllar da geçse unutamadığı bir ya da birkaç öğretmeni olmuştur. Hele ilkokul öğretmenlerimizin yeri bir başkadır gönlümüzde. Bu anda anımsadım. Bir öğrencim çocuk kalbinin o saf, o duru anlatımıyla şöyle bir cümle yazmıştı benim için…”Öğretmenim kalbimin bir köşesinde yeriniz hep saklı kalacaktır.” Çocuklar öğretmenlerini böyle severler…

 

         Benim de ruhumda, kalbimin derinliklerinde saklı bir ilkokul öğretmenim vardı. Köy Enstitülerinin son mezunlarındandı. Bizleri katıksız severdi. Okulca yapılan bir kır gezisine gelememişti. Çok üzülmüş, yetim kalmıştık o gün sınıfça. Öğretmenimin her anlattığı içtenlikle dinler ve kutsal değerlere iman düzeyinde inanırdık sözlerine. Kore Savaşı daha yeni yaşanmıştı. Bu çirkin savaşta askerlerimizin gösterdiği kahramanlık örneklerini savaş gazisi bir asker gibi anlatırdı. Türklerin korkusuzluğundan örnekler verir, “Biz Türk Cihan’a bedeldir.” Örneği özdeyişleri sıralardı.

 

         Ulusumuzu yüceltirken diğer ulusları aşağılayıcı sözler söylediğini anımsamıyorum. Demek ki, fikirlerini ulusumuzun dünya ulusları arasında eşit düzeyde saygın bir yeri olduğu ilkesini içeren Atatürk milliyetçiliğinden alıyordu. Tek amacı bizlere öz güven aşılamak ileride karşılaşacağımız zorluklarla mücadele etmede kendimize güven duyma duygusunu vermekti. O duygularla yaşama başladık. Yoksulluklarla cephenin en önünde savaş veren askerler gibi mücadele ettik.

 

         Yaşamın acı ve katı gerçeklerini öğrenmek adına yıllar geçti. Lakin kahramanlık duygularımız hep depreşti. Okuduğumuz şiirler, tarih kitaplarının metinleri yaşamımızın Robinson dönemiyle bire bir örtüşüyordu… Nasıl örtüşmesin? Adlarını hiç unutamadığım, anılarına büyük saygı duyduğum orta dereceli okullarda da son derece düzeyli, birikimli öğretmenlerim oldu. Orta üçteki tarih öğretmenim Mükremin Bahçeci, dedelerimizin zaferlerini bir yeniçeri askeri coşku ve kahramanlığıyla anlatırdı. Vücut dilini de katardı anlatısına. Sınıfça pür dikkat dinlerdik.

 

         Alparslan’ın elli bin askeriyle iki yüz bin kişilik Bizans ordusunu yenmesi… Alparslan’ın savaş öncesi askerlerine konuşması göğsümüzü kabartır kalp atışlarımızı hızlandırırdı. Hele Yavuz’un Çaldıran Savaşı öncesi uzun ve yorucu yolculuk sonucu savaşmak istemeyen askerlerine karşı sarf ettiği itici sözler, “… Siz gelmiyorsanız tek başıma ben giderim…” Ve atını sürmesi, ordusunun arkadan padişahı takip etmesi biz öğrencileri çok mutlu ederdi.

 

         Şanlı tarihimizde daha nice kahramanlık örnekleri var.  21 yaşındaki genç Fatih’in İstanbul muhasarasında atını denize sürmesi, Yıldırım Beyazıt’ın Niğbolu önlerindeki kahramanlığı ve benzeri örnekleri okuyup ve öğretmenlerimizin coşkulu anlatımlarıyla dünyada sadece bizlerin çok cesur, cengâver olduklarına inanırdık.

 

         Ders kitaplarında okuduğumuz şiirler de coşkulu duygularımızı beslerdi.

 

         “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik, /Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik.”

 

         “Aç çıplak savaştık tipide karda/ Kartallar avladık sarp kayalarda

         Sakarya önünde Dumlupınar’da/ ulu gazimize imtihan verdi.”

 

 

         “Gökten ateş yağsa, göğsümüzde söndürürüz.” Gibi daha nice kahramanlık şiirleriyle ruhumuzu beslenip özgüven kazanarak büyüyorduk.

 

         Bu güvenle bir tarih tersinde; ortaokul yılları öğretmenimize sordum:

 

         “Öğretmenim, Almanlar II. Dünya Savaşı’nda bizlere saldırsaydı ordumuzu yenebilirler miydi?” Öğretmenimiz hafif tebessüm ederek,

 

         “Oğlum, biz kıl kuyruk atlarla Alman panzerlerinin önünde durabilir miydik?” Soru cümlesiyle sorumu yanıtladı. Şaşırdım. Öğretmenimin cevabı hayal kırıklığı yarattı bende. Cevap ruhumda derin bir yara açtı. İlk gençlik yıllarımda böylesi acı örneklere de sık sık tanık oldum. Öğretmen Okulu’nda ilk yılım. Sinemadayım. Filmin başlamasına kısa bir süre var. Koltuklara oturduk filmin başlamasını bekliyoruz. Seyirciler gazetelerine göz gezdiriyorlar. Büyük puntolu harflerle başlık atmış gazeteler. Yarın, Polonya Türkiye Ulusal Futbol Takımları oynayacaklar. Futbola ilgim ve bilgim yok o yıllarda. Polonya’yı ezip geçeriz diye düşündüm. Ertesi günü arkadaşlardan duydum. Maçı sekiz sıfır kaybetmişiz!

 

         Abdullah Ziya Kozanoğlu, Oğuz Özdeş, Nihal Atsız, M. Turan Tan benzeri yazarların şövenist duyguları kabartan romanlarından öte gerçekçi romanlar okumaya başladım. Tarih dersine ilgim artmaya devam etti. Ulusumuzu yasa boğan daha nice kayıp savaşlar yaşandığını zamanla öğrendim. II. Viyana bozgunu ile başlayan yenilgiler ne kadar acıdır. 18. Yy. dan itibaren Osmanlı İmparatorluğu girdiği savaşlardan yenik çıkmış. Toprak kaybetmiş.

 

         Balkan bozgunu tarihimizde bir yüz karasıdır. Neyse ki, Çanakkale’de dur demişiz düşmanlara. Ve kaybedilmiş bir I. Dünya Savaşı, işgaller.

 

         İnsanlık tarihinde saygın bir yeri olan ulusumuz, kaybedilen savaşlar, yaşanan acılar sonunda bünyesinden bir Mustafa Kemal çıkardı. Mustafa Kemal ve silah arkadaşları Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızı utkuya taşıyarak II: Viyana bozgunu ile başlayan geri çekilme ve yenilgilere dur dediler. Yıkılan bir imparatorluğun külleri üzerinden yeni bir devlet Türkiye Cumhuriyeti’ni kurup bu ülkeyi bizlere emanet ettiler. Böylece çocukluk ve ilk gençlik yıllarında edindiğim öz güvene yakın duygulara yeniden kavuştum.

 

         Bazı yakıcı acı gerçekleri anımsamadan bu yazıyı tamamlarsam yazımın bir tarafı çalık kalır. Plevne müdafaasında Osman Paşa’nın topları Almanya’da imal edilmişti. I. Dünya Savaşı’ndaki silahlarımızın tamamı yabancı menşeyliydi. Fakat Fatih’in topları İstanbul’da dökülmüştü. Acıdır. Atatürk zamanında temeli atılan ve kurulan, ordumuzun gereksinmelerini sağlayacak fabrikaları çalıştıramadık. Kapılarına kilit vurduk. Ordumuzun gereksinimlerinin büyük yekûnu dışardan karşılanıyor günümüzde. Özellikle güvenlik konusunda dışa bağımlı olmanın faturasını ulusça acı bir biçimde sık sık ödüyoruz.

 

         Ulusumuz tarih boyunca anılarına saygı duyduğumuz nice kahramanlar yetiştirmiştir.  Bununla birlikte küçük bir anekdotla bir gerçeğin altını çizeyim. Din bilgini bir hoca arkadaşa şöyle bir soru sordum:

 

         “Sayın hocam, Türk ve de Müslüman bir orduyla ateist bir ordu savaşa tutuşsa Allah’ın Müslüman orduya yardımı olur mu?”

 

         “Allah, böylesi olaylarda tarafsızdır. Hangi ordu savaşın gereklerini yerine getirirse zafer o ordunun olur.” Demişti aydın görüşlü hoca arkadaşım.

 

          Aynı kanıdayım ben de. Bir ulus kendi kaynaklarını kullanıp ülkesini kalkındır halkının ve ordusunun gereksinimlerini azami karşılarsa dünya ulusları arasında saygın bir yer edinir. Böyle bir ulusun yurttaşları da benim çocukluk ve ilk yıllarımda edindiğim coşku içinde yaşama şansına sahip olur.

 

          

 

        

( Kıl Kuyruk Atlar başlıklı yazı sahara tarafından 30.01.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.