Cevdet halim selim bir genç. Dini ibadetini kaçırmayan, anne ve babasının sözünden hiç çıkmayan, babası demirci olduğu için de kaynak makinesiyle çeşitli ev aletleri hobi olarak yapan biri. Buna meslek lisesinde okumasının da etkisi var.
Mehmet onun kuzeni. Halasının oğlu. Çocukken birlikte çok arkadaşlık etmişlerdi. Cevdet lise yıllarında okuduğu elektronik dersleriyle parçalardan kendine bir  fm vericisi yapmıştı. Verici el büyüklüğündeydi. Kapalı devre çalışıyordu. Küçük kare pille enerjisi sağlanıyordu.
Mehmet fm vericisine çok imrendi. Verici çok hoşuna gitmişti. Cevdet’le çalıştırıp denemesini yaptılar. Cihaz kusursuzdu. Cevdet uzak bir yerden sesini radyodan çıkarmıştı. Cihazı Mehmet’e hediye etti. Mehmet cihazın fiyatını sordu. Sonra harcanan paranın çok olduğunu öğrendi ve kendine hediye edilirse zarar edeceğini söyledi.
Cevdet o an “Vericiye çok para harcadım. Üstelik parçaları bir araya getirmek için çok uğraştım. Sana bedava verirsem zarar ederim. Senden parçaları toplama masrafı almayacağım. Sadece vericinin fiyatını ver yeter.” Böylelikle  fm verici bedavaya gelmesi gerekirken Mehmet Cevdet’e para ödemişti.
Mehmet verici ile çok işler yapacaktı. Babası polis memuruydu. Tatilleri bitince babası ve annesi ile yaşadıkları şehre geri döndüler. Mehmet hemen işe girişti. Kare pili vericiye taktı. Kaset çaları devreye soktu. Yayın yapmaya başladı.
Günlerden bir gün babası gece görevinden gelmiş uyuyacaktı. Dışarıdaki bakkalın radyo müziğinden rahatsız oldu uyuyamadı. Mehmet devreye girdi. Vericisinin ayarladı. Bakkalın radyo frekansına girdi. Bakkala verdi veriştirdi. Sonra babası devreye girdi.
“Ulan bakkal senin sesinden uyuyamıyoruz. Ya radyoyu kıs ya da radyoyu kapat. Yanına gelmeyeyim.”
Bakkal dışarı çıktı. Sağına soluna baktı. Sonra içeriye girdi. Radyonun sesi duyulmaz oldu. Cevdet’in verdiği verici çok işler başardı. Mehmet’in ünü tüm mahalleye yayıldı.
Aradan yıllar geçip Mehmet ve ailesi memleketlerine geldiler. Mehmet’in babası emekli olmuştu. Hiçbir işte çalışmıyordu. Emekli maaşı ona yetiyordu. Niye çalışmadığını soranlara “Babam gençliğinde ve yaşlandığında çalışmıyordu. Tembellik babamdan bana miras kaldı. Yiyorum içiyorum, yorulunca da iki seksen uzanıp yatıyorum.” Diyordu. Mehmet’in babası böyle biriydi.
Cevdet ise o sıralar askerdi. Sivas’ta görevliydi. Vazifesini yaparken bir kıza gönlünü kaptırmıştı. Tanıştılar. Sık sık buluşur oldular. Cevdet kıza evlenme teklifi yaptı. Kız teklifi kabul etti. Kızın ailesi aleviydi. Cevdet ise Sünni.  Aile bir Sünni’ye kız vermeyi kabul ettiler.
Cevdet’in askerliği bitmişti. Memleketine geldi. Kızı istemek için yolculuğa çıkılacaktı. Mehmet’in babasını da yanlarında götürdüler. Çünkü onun hocalığı da vardı. İki gencin dini nikahını kıyacaktı. Beraberce arabada uzun bir yolculuktan sonra Sivas’a vardılar.
Akşama doğru kız ve Cevdet bir odaya girdiler. Aileleri de yanlarındaydı. Cevdet’in babası kızdan kelime-i şehadet getirmesini istedi. Kız getirmedi. Kızın nikahı yapılmadı. Kız kendi mezhebine uygun bir nikahla Cevdet’le birleşti.
Aradan birkaç ay geçmişti. Cevdet’in memleketinde düğünü oluyordu. Davetliler akşama doğru Kızılay düğün salonuna gelmeye başladılar. Cevdet ise dışarıda gelenlere ‘hoş geldin’ diyerek toka yapıyordu. Düğün salonunda oyun havası çalıyordu. Genç kızlar ve kadınlar salonun pist yerinde müziğe eşlik ederek oynuyor ve göbek atıyordu.
Mehmet’te oradaydı. O dışarıda babası ve akrabalarıyla sandalyelere oturmuş konuşuyorlardı. Kalabalık dışarıda fazlaydı. Çoğu kişi ayakta duruyordu. Erkelerin içeri girmesi olanaksızdı. İçerisi kadınlara aitti.
Mehmet’in babası dinden mirastan bahsediyordu. Herkeste onu can kulağı ile dinliyordu. Bir erkeğin mirastan alacağı miktar ile bir kadının alacağı miktarı konuşuyordu. Erkeğin dinde daha çok miras payının olduğunu söyledi. Konuşma bir ara durdu. Mehmet araya girdi. Babasına sordu. “Baba sen ne zaman öleceksin?”
Orada bulunanlar gülmeye başladı. Babası Mehmet’e “Sende benim dedene söylediğim lafı söylüyorsun.” Diye onu teyit etti. Mehmet bir süre daha onlarla durdu. Sonra oradan ayrılıp düğün salonuna geçti.
Yüzükler takılıyordu. Ardından iki parmak arasındaki kurdele makasla kesildi. Mehmet’te piste çıktı. Az sonra eline fotoğraf makinesi verildi. O da gelinle damadın birkaç fotoğrafını çekti. Tekrar oyun havası ile davetliler pistte oynamaya başladı. Geceye doğru düğün bitti. Herkes evlerine gitmek için oradan ayrıldı.
Cevdet önceden polis imtihanlarına girmiş polis olmuştu. İlk görev yeri Ankara’ydı. Eşini de alıp oraya gitti. Mehmet’in halası Şaziye ve kocası hiç boş durmuyordu. Enişte bir taraftan emekli maaşını alıyor diğer taraftan evine mesleği için gelenin demir kaynak işlerini hallediyordu. Şaziye’nin başı havalardaydı. Oğlu Cevdet’i evlendirmişti. Mutluydu. Ahırında beslediği ineklere daha şefkatle yaklaşıyordu. Ama Mehmet halasını hiç sevmemişti. Onunla ilgili bir anısı vardı.
Halasının evliliğinin ilk yıllarında bir kız çocuğu olmuştu. Doğduktan kısa bir süre sonra ölmüştü. Aradan yıllar geçti. Mehmet’in iki dayısı da evlenmişti. Onlarında ilk çocukları ölmüştü. İkisi de erkek çocuktu. Çevrede böyle bir çocuk ölüm salgını da yoktu. Hala ve dayılarının evleri birbirlerine yakındı. Mehmet üç çocuğun ölümlerini şüpheye değer görüyordu.
Halası cadı suratlı biriydi. Acaba ilk çocuklarını uğur getirsin diye öldürmüş olabilirler miydi. Çünkü halası dayılarının karılarına bu uğurdan bahsetmiş olabilirdi. Günahları üslerinde kalsın. Yaptılarsa kötü bir şey  ahirette çekerlerdi.
Mehmet tarihteki çocuk kurban etme hadiselerini hatırladı. Tarihte bir kuzey Afrika halkının kötülüklerden ve belalardan kurtulmak için insan ve özellikle de çocuk kurbanı, mutlaka halasının kulağına yerden fısıldanmış olmalıydı.
Cevdet karısı ile ziyarete gelmişlerdi. Karısı çevresinin ‘Başını ört. İyi karşılamazlar burada’ sözünü kulak ardı etmişti. Başı açıktı. Hanım hanımcıktı. Çekiciydi alımlıydı. Cevdet eniştesi ile koyu koyu bir sohbete dalmıştı. Mehmet’te can kulağı ile dinliyordu. Mehmet’in babası anlatıyordu.
“Gündüzcüydüm. Bölgenin en kabadayısı mafyası gelmiş silah ruhsatı alacaktı. Bir evrakı eksikti. Adam aldırış etmedi. İllaki işini yapmalarını istiyordu. Ben “Beyefendi burada bağırarak konuşamazsın’ dedim. Adam üzerime yürüdü. Silahına davrandı. Ben ondan hızlıydım. Çektim silahımı iki kez ateşledim. Adam vuruldu. Sonra hastanede öldüğünü duydum. Ben hapiste bir ay yattım. Devir askeri darbe devriydi. Yetmiş üçlerdi. Paçayı kolay kurtardım.
Hapis günlerimde evdekilerin hiç haberi olmadı. Onları sıkıntıya düşürmemek için hiç kimseye durumumdan bahsetmedim. Yalnızca Almanya’da ki abime telefon açtım geldi. Bizimkilerin başında ben içeriden çıkıncaya kadar bekçilik yaptı. O zaman bile çoluğun çocuğun haberi yoktu.
Olay babamın kulağına gitti. Ben hapisten çıktıktan bir süre sonra yanıma geldi. Beni dövecek oldu. Polis arkadaşlar engel oldu. Ben onlara ’Bırakın babamı. Beni dövmek için ta nereden kalktı geldi.’ Deyince babamın öfkesi dindi.”
Konuşmalar sürüp gidiyordu. Hatıralar ardı ardına anlatılıyordu. Ama Mehmet Cevdet’in suratında korku sezinliyordu. O konuşma sırasında şark hizmetini doğudan korktuğu için hep ertelediğini söylüyordu. Doğruydu. Çünkü doğuda terör vardı. Orada  her şey farklıydı.

Tuna M. Yaşar

( Doğuda Her Şey Farklıydı başlıklı yazı Tuna M.Yaşar tarafından 31.01.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.