MEMURİYET HAYATI
Memur olabilmesi için yaşı
küçüktü henüz. Oyalanmadan çıktı evden ve kapısını çaldı Orta Okulda Matematik
öğretmeni olan Mualla Hanım’ın. Faruk Bey eşi ve hakimdi. Tanıdı öğrencisini
Mualla Hanım; içeriye aldı ona ikramlarda bulunurken derdini anlattı bir
çırpıda memur adayı delikanlı. Manyetolu telefonun kolunu çevirmeye başlamıştı
bile öğretmeni. Durumu anlattı hakim olan eşine ve ilave etti. “ – Bu gün işi
halletmelisin. Çok başarılı ve sevdiğim bir öğrencim kendisi ! “ dediğini duyunca
çok sevindi elbette. Koşarak gitti Hükümet binasına ve buldu hakimi. Çok iyi,
babacan bir insandı. Rahatlamıştı sevecen tavırlarını görünce. Çay ısmarladı
koca Hakim ona. Murat adam muamelesi görmeye başlamıştı iyiden iyiye. Öyle ya o
artık evin küçük reisliğine adaydı. Zile bastığını görmedi bile, resmi
kıyafetli biri girdi içeriye. Sonradan öğrendi mübaşir olduğunu. Bir takım
talimatlar verdi Hakim Bey. Bir dilekçe yazılmıştı, imzası gerekiyordu
babasının. Dışarı çıktılar. Mübaşir babasını tanıyor olacak ki, “ – Şimdi vakit
kaybetmeyelim. At şuraya bir imza.” deyince, okumadan taklit ederek attı
babasının imzasını. Yoldan geçen tanımadığı yaşlı bir adamı şahit olarak
çağırdı mübaşir ve mahkeme salonuna geçmeden ifadeler alınarak tamamlandı
işlemler Hakim beyin makamında.10.Ekim olan doğum tarihi 8 Haziran olarak
tashih edilerek, 4 ay büyütüldü yaşı. Artık 18 yaşını ikmal etmiş memur
olabilmesi için yaş şartı ikmal edilmişti. Nüfus Memurluğuna gittiler
mübaşirle. Verdiler mahkeme ilamını ve çıkardılar yeni nüfus cüzdanını. Yolunda
gidiyordu her şey.
Hareket
etti gece geç saatlerde Ankara’ya. Ağabeyi karşıladı onu sabah otogarda. Üvey
teyzelerine gittiler hemen. Kaynı Reisicumhur’un başyaveri Turgut Özbahadır’dı.
Fransa’ya hareketinden önce havaalanında buldular onu. Bir anda durumu anlattı
Teyzesi telefonda. Ve Tarım Bakanlığı Müsteşarı Ruhi Tunakun’a yönlendirdi
onları. Gerekli bilgiler verilmiş ve Çarşamba İlçesine tayini için aracı
olmuştu, onlar daha gitmeden. Birkaç belediye otobüsü aktarması ile vardılar
bakanlığa. Anlatıldı durum sekretere. “ – Buyurun, sizi bekliyor !” diyerek
gösterdi kapısını. Çift kapılıydı makam odası, girdiler içeriye merakla. Çok
büyük bir oda, ayakkabıları gömülüyordu halıda. Ta en uzakta ihtişamlı bir
makam masasında, bir adam doğruldu “ – Gelin bakalım paşamın torunları, gelin,
hoş geldiniz!” Aman Allah’ım bu nasıl bir adamdı. Sarıldı onlara, kucaklayıp
öptü, oturduğunda kaybolduğu koltuktaydı işte. Ve hayatında ilk defa birinin
sade kahvesini yudumluyordu. Vay anasını, ya hakikaten adam olmuştu Murat! O
kadar gururluydu ki. Birini arayarak tayinin yapılmasını emretti Müşteşar. İşte
artık ataması gerçekleşecekti. “- 52 numaralı odaya gidin, tayininiz hemen
yapılacaktır!” Büyük bir coşku ile ayrıldılar ve belirtilen kişiye gittiler.
Asık suratlı biriydi, belli ki emir almaktan hoşlanmıyordu. Ama öyleydi işte bu
işler. Samsun Teknik Ziraat Müdürlüğü’ne tayini bildirildi telsiz emriyle.
Torpil denilen şeyle tanışmıştı işte.
Ne kolaylıklar sağlayan bir şeydi mübarek şey.
Samsun
Teknik Ziraat Müdürlüğü kapısından içeriye giriyordu bile Murat !.. Kendi
gelmeden ismi duyulmuştu müdürlükte. Kimdi bu kadar torpilli olan adam ? Onu
Müdür Bey’in makamına çıkardılar. Adı Mümtaz Erdem’di. Çok iyi karşıladı ve
kahve ısmarladı. Ama bu defa orta şekerli istemişti kahvesini. Ve döndü
Çarşamba’ya, buldu Sungurlu mahallesindeki müstakil Ziraat Teknisyenliği
binasını. Oraya çoktan tayin emri gelmişti. Daha sonra hayatında hep olacak
olan manevi babası Vural Bey karşıladı onu. Aldı odasına, bu defa çay içti.
Tanıştılar. Ertesi gün aybaşıydı ve ilk maaşını alması için maaş bordrosuna
ilave edeceklerini beyan edince çok sevindi. “- Yarın sabah gel, görevine başla
!” deyince onun oldu dünyalar. Koşarak
gitti evine ve müjdeyi verdi ailesine.
Zor etti
sabahı. Erkenden devletin verdiği lacivert takım elbisesini şevkle giyindi,
kravatını taktı. Dualarla uğurladılar onu ilk mesaisine anne babası. Saat tam 8
de kendisine tahsis edilen masasının başındaydı, bir büyük gururla oturdu
koltuğuna ve müstahdem Cafer Efendi’nin getirdiği çayı yudumladı keyifle. İlk
maaşını verdiler öğleye doğru. Kapattı kendini tuvalete 387.5 lirayı defalarca
saydı ve koydu cebine dikkatlice. Artık o bir devlet memuru ve ailesinin
geçimini sağlayacak olan genç bir adamdı. Başka hava ve eli kolu dolu olarak
döndü akşam evine. Tarih 1.Temmuz. 1967 !..
Onca
nüfus ;yiyecek, içecek, giyecek, eğitim, öğretim, doktor, ilaç … velhasıl zordu
yaşamak. Her gün bir telaş, koşturmacadır geçip gidiyordu; kah mutluluk, kah
hüzünlerle. Bütün sığılan şey aile birliği, sorumluluğu. İyi ve fedakar bir
evlat, ağabey ve torun olmanın ağır mesuliyeti vardı omuzlarında Murat’ın. Eziliyordu
genç yaşta elbette ki. Ama Allah yardımcıydı daima.
ZİNCİRLER
Anlatılsa
idi şayet bir bir
Yaşamın
ne olduğu
Vazgeçerdim
en baştan inan ki
Hiç
bulaşmazdım yaşamaya
Borcum
da olmazdı.
İstesek
de istemesek de
Mademki
geldik bir kere
Mahkûm
olduk yaşamaya
Öyle
ise sarmalı sevmeli
Çekilmeli
başa gelen
Hazır
olunmalı her an
Sevdanın
çektireceklerine
Asla
isyan etmeden
Kaderin
vereceklerine amenna
Kronometre
sıfırı gösterse de
Yaşarken
yok nasılsa ölüm
Hayaller
angarya olsa da!
Bak
hele uzaklara bir an
Sahilde
yakamozlar
Sanki
ayaklarına uzanmış
Öpüyor
kumsalları
Acımasızca
anılar
Yeniliyor
dalgalara
Gönüller
ve sevgi Allah’ın lütfu
Hiç
zincirlere vurulur mu?
Bir bakışın,
bir gülüşün
Şartı,
yaşı başı, ayıbı
Zamanı
olur mu?
Korkma
hayatı yaşamaktan
Ne
verirse versin
Gönüller
ölecek değil ya
Korkma
sevdadan
Sevgiler
bitecek değil ya
İsyan
etme yaratana
Her
şeyin bir nedeni var
Hesap
soracak değil ya !
Varsın
nasıl geçerse geçsin
Paşa
gönlü bilir zaten
Avuç
açıp dilenip beklemedik ki
Varsın
ömürler tükensin
Bir
nefes istemedik ki
Düşlerle
yaşadık ömür boyu
Süsledik
en güzel sevdaları
Çürüyüp
gitmekte
Gizli
saklı duygular
Kundaklanıp
kaldılar
Yılların
beşiğinde
Köşe
başındaki tezgâhtan
Bir
demet çiçek almalı
Her
akşamüstleri
Bir
sap çiçek taşımalı
Ağzımızın
kenarında rengârenk
O
güzel renkler vursun diye
Yaşamalı
işte
Uçurum
duygusundadır
Çıkmaz
bir sokağa benzer
Avare
avunmalar
Asılır
kalır vitrinlerde
Kartpostallarda
her şey
Öylesine
hülyalı
Daha
vakit var diye
Nasılsa
yaşarız sanırız
Hepsini
toptan
Oysa
emanettir sandıklarımız
İçlerinde
kilitli onca şeylerle
Gel
yaşanır olsun umutlarımız
Gönüller
ve sevgi Allah’ın lütufu
Hiç
zincirlere vurulur mu?
MEZAT
Yaşam
mezatlarında dağıtmışımdır
Neyim
var neyim yoksa
Öyle
yorgun ve bitkinim ki
Ayağa
kalkamam olduğum yerden
Örtüleri
üzerimde unutulmuşlukların
Tanımadığım
yağmurlarla yıkanmak da
Şimdiler
de gökyüzü
Ve gri
bulutlar da dolaşır gözlerim
Ama
artık ıskalamamalı zaman
Yorgunum!
İnmeliyim bulutlardan
Tutup
ellerimden kaldırmalı beklenen
İneceksek
birlikte inmeliyiz!
Ne
dersiniz?
Yalancı
düşlerin koynuna atmadan
Bu
gece de gelmeli artık
Doyasıya
yaşamak varken
Ömürden
artan zamanı
Ölümümü
aratmak neden?
Hasret
bulutları siyaha kapatmadan
Hırçın
sert esen rüzgârlar
Kırıp
dökmeden gelmelisin
Bir
gecenin güzelliği,
Dertleşmesi
ne eksiltir ömürden
Dünyam
sensiz kapkaranlık iken
Ne
çıkar bembeyaz bir geceden!
Can
çekişiyor tüm iyilikler
Ve
özlemler içimde
Sevgim,
tutkum öylesine tarifsiz
Doruklar
da
Sana
susamışlık devleşiyor
Yüreğim
de gün geçtikçe
Çaresi
yok
Sendeyim
artık geceleri.
Yüreğim
çaresiz
Efendice
seni dilenmekte
Alıp
sarmalı sevmelisin
Iskalamamalıyız
zamanı birlikte!