Can Fırat’tı gencin ismi. Ailesi ile yola çıkmıştı. Yürüyerek yüzlerce kilo metre yol kat etmişti. Ne acılar çekmiş, ne vahşetler görmüştü. Komşularından Hüsam amca Esed’in bombardımanı ile karısını ve iki çocuğunu kaybetmişti. Can buna üzülsün mü ağlasın mı. Mahvolan hayatlar için göz yaşı dökme zamanı değildi. 
Sırtında ki yatak yorgan yükü ile abisi Rıfat’a seslendi. “Gel yükü biraz da sen taşı.” Saatine baktı. “Tam yirmi dakika oldu. Akşama kadar sınıra varmaz isek biz yolu kaybettik demektir.”
Rıfat “Bende hayret ettim. Yarım saat önce sınırda olmalı idik. Dedi. Kardeşinin sırtında ki yatak yorgan yükünü devraldı. 
Sınır ana baba günü gibiydi. Türk askerleri tampon bölge kurmuş, mültecileri tek tek kaydedip salıyordu. Kayıttan çıkanlar yönlendirme ile bir alana alınıyordu. Orada pişen ve hazırlanan yiyecekler dağıtılıyordu. 
Rıfat cebindeki dolarları çıkartıp askere yarı Türkçe ile “Otel nerede. Param var.” Deyince asker “Komutanıma sor.” Dedi. Eli ile apoletli bir askeri işaret etti. 
Rıfat hızlı adımlarla işaret edilen askerin yanına geldi. “Komutanım biz ailecek otelde kalmak istiyoruz. Merak etmeyin bizi. Biz ailecek şehre gideceğiz. Yardımcı olabilir misiniz?” dedi.
Apoletli asker eli ile bir minibüsü işaret ederek “Bak ilerde beyaz bir minibüs var. O minibüs her saat başı şehre gider gelir.” Dedi.
Rıfat hızla orayı terk edip ailesini bıraktığı yere geldi. “Çabuk toplanın. Minibüse gidiyoruz. Az sonra kalkacak. Beş dakikamız kaldı.” 
Aile ağırlıklarını alıp hızla minibüse doğru ilerledi. Muavin dikkatle gelenlere bakıyordu. Geldiler.
Muavin “Ağır yükler taşımıyoruz. Ancak çanta türü şeyleri kabul edebiliriz.”
Can Fırat durumu kavramakta gecikmedi. “Abi onca mülteci var. Hangi birinin yükünü alsınlar. Ağır yükleri terk etmek zorundayız.” Dedi.
Rıfat “Anne bütün yükleri bırakıyoruz.” Dedi. Devam etti. Babamı şehirde bulabilirsek ne ala. Bulamaz isek otelde bir müddet kalacağız.”
Ağırlıklar ter edildi. Oraya yere bırakıverdiler. Dört yorgan ve minder, iki battaniye. Minibüs dolu tıklım hareket etti. İçeride sigara içenler oldu. Muavin ‘yasa bunlar için değildir’ diye sigara içenleri engellemedi. Ne yapsındı devlet. Zavallılara kural koymak istiyorsa her şeyleri ile mültecileri kendinden yapmalıydı. Mesela vatandaş yapmalıydı. Gariplikleri yüreğini dağlıyordu. Bir bir yüzlerinde ki, ifadeleri, çaresizlikleri, yabancılıkları müşahede etti. 
Muavin bunları gayet iyi tanıyordu. Savaş öncesi bunlarla çokça karşılaşmıştı. Onlardan edindiği intiba beklediği gibi değildi. Onlar ne kendi paralarına sahip çıkıyorlar ne de paralarının kıymetini biliyorlardı. Bir şey satın alacaklarında pazarlık yapmadan basıyorlardı dolarları.
Minibüs iki saat sonra şehre girmiş garajda yolcularını indiriyordu. Can Fırat içinden “Neydi Allah’ım o kalabalık. Biz zengin mülteciler hadi neyse geride kalan kimsesiz ve beş parasızlar ne yapacak?” diyerek yerinde sağa sola kımıldıyordu. Abisini düşündü. “Abim de olmasa nalları dikmiştik.  Ya babama ne demeli. Onca yıl ayrılıkta bir kere olsun aramamıştı ailesini.”
Can Fırat’ın annesi iki kız kardeşinin elini tutarak “Buse ile Ayşe’ye göz kulak ol. Ben abine bir bakıp geleceğim.” Dedi. Oradan ayrıldı. 
Can Fırat yanında iki kız kardeşi çaresizlik içinde annelerinin ardından baktı. Çünkü yabancı bir yerdeydiler. Yabancı demek sorunlar demekti. Onlar sorun istemiyordu. 
Buse “Can abi karnımız çok aç. Bize simit alır mısın?”
Can hemen ilerideki pastaneden birkaç simit alıp bekleyen kardeşlerinin yanına geldi. Az sonrada abisi ve annesi ileriden sökün etti.
Bir otel bulmuşlardı. Gecesi de oldukça hesaplıydı. Belki babasız oluşları belki de, garip ve mülteci oluşlarındandı bu hesaplı otel. Burada onun gibilerini öyle sokakta açta, açıkta bırakmayacaklarına inanıyorlardı. Türklerdi bunlar. Birinci dünya savaşı olmasa kendilerini hala onlar yönetecekti. İyi ki Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatları olmuştu. Can Fırat çok seviyordu bu insanları. “Allah razı olsun.” Diye içinden söylendi.
Gece iki sıralarıydı. Can Fırat’ı uyku tutmamıştı. Elinde sıcak çay ve sigara ile geride bıraktıklarının ve geleceklerinin muhakemesini yapıyordu. Çayından bir yudum içti ki otele giren biri dikkatini çekti. Babasına ne kadar da çok benziyordu.  Nasılsa aylak bir durumdaydı. Resepsiyona gidip o adamın kim olduğunu öğrenecekti.
Merdivenlerden indi. Köşeden resepsiyona geçtiğinde “Baba bulduk seni.” Diye yüksek sesle konuştu. Bu babasıydı. On yıldır haber alamadıkları, izini kaybettikleri babaları. 
Resepsiyonda ki görevli “Vehbi abiyi tanıyor musunuz?” dedi.
Soruya Vehbi cevap verdi. “Onlar benim ailem. Bu da benim oğlum Can.”
Görevli “Haydi buluştunuz ya gerisine bakmayın.” Dedi.
Vehbi aynı otelde altı aydır kalıyordu. Can ve babası balkonda bunları konuşurken sese Buse uyandı. Ve babasını gördü. “Baba baba babam benim.” Diyerek yanına gitti. Seslere diğerleri de uyandı.
Rıfat “Vay be ne tesadüf baba be. Seninle aynı otelde. Ve seni aramadan. Ne güzel anlamlı bir karşılaşma.”
Vehbi “Oğlum yat kalk  Türk askerine dua et.  Bizler birbirimizi bulalım diye canlarını feda ediyorlar.” Anne ve kızları hüngür hüngür ağlamaya başladı. Sevinçliydiler ve ağlıyorlardı. Can Fırat uykusuz kalmasa karşılaşma da olmayacaktı. Otelde birbirilerini görmeden girip çıkacaklardı. Bu vatanlarından ayrılık değil babalarına kavuşmaydı.

Tuna M. Yaşar

( Ayrılık Değil Kavuşma başlıklı yazı Tuna M.Yaşar tarafından 8.02.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.