Hakkını teslim etmeliyim kaderin ve
kalemin: ikisi de üstüne düşeni fazlasıyla yapmışken söz dönüp dolaşıp yine
kendime gelmiyor bu sefer ne de olsa tayin edilen bir yolda başıma saplanma
tehdidi ile nice sarkıt ile de yüz göz olmuşken…
Kayıtlar bir de açılması unutulan
kayıt girişleri yine de bizlerin gözünde her birimizin kendine has o t-cetveli.
Vaktiyle hesabını fazlasıyla tuttuğum
dünlerin taziyesini de sunduktan sonra illa ki defalarca ölmeliyim ki; yeni ben
eski ben’e taziyelerini sunmakta ısrarcı davransın.
Zincirlerimle yazıyorum bu satırları:
bana vurulan her pranga ve hareketimi kısıtlayan bir lanet.
Adım yok aslında ve evet, herkes gibi
adımın yanına yerleştirilen minik lakaplar var ama yankıları devasa üstelik hiç
birini bilmediğim ve merak da etmediğim.
Sözcüklerin başını bağlayıp
kullandığım her kelimeyi sözlükten ayıklıyorum ne de olsa sözcük metaforuna
yenik düşüyor düşüncelerim ve de çekincelerim.
Aslında ısrarcı olan başka kaynaklar
tarafından beyan edilen.
Yasaklıyım pek çok konuda.
Bir ikramı iken hayatın yazmak tıpkı
bahşedilen yemeği afiyetle yemek varken, mesul tutulduğum hangi yanlışsa
doğrularım zaten çoktan gidiyor.
Üniversite sınavlarına hazırlanırken
bile bu denli engellenmemiştim.
Vazife babında sorumluluklarım var
öncesinde insan olarak görevlerim: herkes gibi ya da değil zaten benzemek gibi
bir dertle asla iştigal etmiyorum üstüne üstük kendime benzemek ve kendimi
tekrarlamak bile fazlasıyla sıkıntı yaratırken…
Belki de farklı bir isimle imza
atmalıyım yazdıklarımın altına hatta bedenimi değiş tokuş etmeliyim yedieminden
maruzat bellediğim hacizli bir malmışçasına değiş tokuş etmeliyim duygu ve
düşüncelerimi.
Alametifarika adeta derdest olan
düzende yuvarladığım sayılar.
Yaşımı ya da geçen zamanı
yuvarladığım.
Yuvarlandığım o uçurum ve her
halükarda tek parça ayağa kalkabildiğim.
Maruzat filan beyan etmiyorum zire
herkes zaten neyi ne amaçla yazdığımı elbette yüzde yüz bilemezken kendime nota
koyup düz tabanlı bir yürek sesini öldürüp geniş ölçekli bir harita olmayı
temenni edip benliğimdeki dağları, ovaları ve tünelleri bir bir çiziyorum
yüreğimdeki resim aralıksız beni uyarırken.
Bir lanete uğramışçasına hayatım ve
bir de izah etmek adına asla mücadeleyi de elden bırakmadığım.
Gün devingen.
Mizaç değişken.
Ama sabit veriler hala sırıtıp
duruyor yine de somurtuk bir kelamla kendime yüklenip en çok içimde takla atan
cümlelerin kulağını çekiyorum.
Kullanmamam gereken sözcükler var
yine de dilimde tüy bitse de hala vazgeçmediğim duygular ve insanlar.
Konu nasıl açıldıysa o sabitlikte
ilerlemiyor ve illa ki söz dönüp dolaşıp insana geliyor.
Açılımdaki zarafet.
Ama insan denen canlının asla
vazgeçmediği ihanet.
Ara ara soluklandığımız…
Soluduğumuz cümleler ve de…
Kifayetsiz olan anlatım değil sadece
marazi bir yönümüz iken birbirimizi mercek altına almak…
İçine gömüldüğüm o lahit ve kabir
azabından asla korkmadığım.
Yana yakıla dert yandıklarım: adı
bende saklı.
Gözlem ya da gönül gözü aslında
içimize ansızın doğan bir güneş asla da izahı olmayan ve tevekküle dalıp
tefekkür yüklü bir gönül ile artık kimseye bir şeyleri inandırmaktan da
vazgeçmişken ama kendime veryansın ettiğim karmaşık duygularımdan da sorumlu
değilken ne de olsa karşılığı olmayan duyguların ve bir cevap aramadığım
soruların illa ki birden fazla müsebbibi var.
Rotamla.
Notamla.
Yoksunluğumla ve herkes gibi içime
gömdüğüm o sihri iken şehrin ve şehir sakinlerinin ve aslında kendime ait
gördüğüm yalnız şehrin acı müdavimi iken kalemim ve kendimi derleyip toplayıp
paket yapıp yine kendime postaladığım kocaman bir karton kutuda oram buram
kırılmasın diye de sağıma soluma destek yaptığım yastık benzeri imgelerle
rahatım da fazlasıyla yerindeyken…
Ne ilginç oysa ne de olsa şimdiye
kadar defalarca kendimden ve kalemimden cayıp kendimi artın nasıl olduysa
sonsuzluğa postalamadıysam…
Kutunun üzerinde yazana dikkat
ettiniz mi peki?
Olsun siz yine de okuyun:
‘’Dikkat etmeniz gerekmez ne de olsa
içinde kırılacak eşya yoktur. Yeniden kırabilirsiniz!’’