Bugün aramızdan ayrılarak hakka kavuşan Ozan Arifle, şöyle geçmişe giderek onunla hasbıhal etmek ya da monolog Röportaj yapmak kolay olmazsa da, onu yakından tanımak adına kalemi elime aldım, insanız beşeriz hatamızla sevabımızla bu âlemde varız, önemli olan fark etmektir diyerek kalemi elime aldım. Her baharın sonunda bir kış mevsimi bir yaprak dökümü muhakkak ki vardır. Hayatın içinde bir nehir kenarında etrafımızı seyir ederken, veda etmek hepimize nasip olacak bu hayatın vazgeçilmezi elden ne gelir? Hayatı birde onun hayatı üzerinden gözden geçirelim, ne dersiniz? Buyurun…
-Sayın Ozan Arif biraz bize kendinizden söz eder misiniz?
-Bu dünya hanesinde misafir olan
ben Ozan Arif, "10 Haziran 1949 yılında Giresun’un Alucra ilçesinin
Yükselen köyünde Muharrem Şirin’den olma Fatma Şirin’den doğma Arif Şirin nam-ı
diğer Ozan Arif olmak üzere, dünya hayatına doğarak dünya seyahatine ilk adım
attım. Babamın memuriyeti dolayısıyla, ilk ve ortaokulu Samsun`da bitirdikten
sonra, hayli kalabalık olan ailemle, kısa zamanda maddi yardım yapabilmek
düşüncesiyle öğretmen okuluna başladım. 1969-1970 döneminde Ordu İli, Perşembe
Erkek Öğretmen Okulu’ndan mezun oldum. Okul süresi boyunca kışları okuyup,
yazları rençperlik yapan bir öğrenci idim. Hayat insana yükler yüklerken bende
yükümü sırtıma aldım. İlk göreve başladığım okul, ailemin bulunduğu Samsun`da
Karaoyumca köyündeki ilkokuldu. Bir yıllık stajyerlik süresinden sonra, yine
Samsun`da Devgeriş köyüne tayin oldum. 1972 yılında yine aynı köyde stajyerlik
yaptıktan sonra bana ömrüm boyunca en büyük desteği veren; Süheyla hanımla
evlendim. Devgeriş köyünde beş yılı öğretmenlik, dört yılı ise okul müdürlüğü
olmak üzere, toplam dokuz yıl T.C. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak kamu
hizmetinde bulundum.
1970’te başladığım öğretmenliğim 1979 yılına kadar sürdürdü. 24 Eylül 1980, 5
Kasım 1991 tarihleri arasında Almanya’da yaşadım. Yani ozanlığı değil,
öğretmenliğini bitirdim diyebiliriz.Derken, Hani o baskı darbe denilen insanları zincirleyerek hapis’e
atan batının oyunu olan 12 Eylül 1980 olaylarıyla birlikte, inanan, milli ve
manevi değerlerine sahip çıkan, memleketini, milletin bekasını düşünen birçok
vatansever insan gibi bende yanlış değerlendirilmekten çok büyük bir üzüntü
duyan Ozan Arif, ailesini, çocuğunu ve hepsinden önemlisi, öz vatanını
Türkiye`mi geride bırakarak, 24 Eylül 1980 tarihinde Almanya`ya gittim. Batının
oyunundan kaçarak yine onunla aynı hislere sahip Almanya ya kaçtım, ne büyük
bir acı oldu benim için bunu anlatamam.
On bir yıllık acı bir ayrılıktan sonra, 5 Kasım 1991`de nihayet memleketime ve vatanıma geri dönmem nasip oldu. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim,daha çocuk yaşlarda iken Kerem ile Aslı`yı, Leyla`ile Mecnun`u, Karacaoğlan`ı, Köroğlu`nu, Dadaloğlunu, Yunus`u ve daha nicelerini okuyarak aşk cönklerini ezberledim ve ben Ozan Arif, Karadeniz`de, yaşadığım yörede hayli yaygın olan irticalen Türkü söyleme sanatı sayesinde çok meşhur oldum. Hatta eskiden destan satıcıları da ben Ozan Arif`e destanlar yazdırıp, daha sonra bunları bastırarak dağıtmaları sebebiylede, yörede ismi çok duyulan bir âşık olmuşumdur. Şimdiler bilmez o televizyon ve radyonun olmadığı 1970’ ler de destan çok meşhurdu…
Konya`da Türkiye Âşıklar
Bayramı`nda değişik yıllarda, değişik dallarda birincilikler elde ettim. Ben
Ozan Arif, yine Konya Âşıklar Bayramı`nda 1976, 1977 ve 1978 yıllarında her
dalda altın madalya kazandım, madalyadan ziyade gönüller kazandım…
"...ortaokul çağlarında çocuk yaşta bu sevdaya gönül vermişim. O yaşlardan
beri verdiğim mücadelenin karşılığını, tertemiz yüreklerde sevgi sarayları
kurarak ben aldım. Ülküdaşlarımın sevgi ve muhabbetinden daha büyük beşeri ödül
olamaz benim için."
-Sayın Ozan Arif, siz Milliyetçi çizginizle vatan bayrak sevdasını gönlünüzde taşırken sizinle aynı yolda yol alan Sayın Devlet Adamı Alpaslan Türkeş’in vefatıyla büyük üzüntü duymuştunuz. Bu konuda bir şiirde yazmıştınız bize o şiirinizi okur musunuz?
-Haklısınız en üzüntü duyduğum ağladığım bir gündü o gün.
Başbuğum bak yine başına geldim.
Bakıyorum ama sen gel bana sor.
Dert dökmeye mezar taşına geldim.
Döküyorum ama sen gel bana sor.
Belki de derdimi dökmem
boşuna,
Duymazsın duysan da gitmez hoşuna
Öyle bir çile ki düşman başına
Çekiyorum ama sen gel bana sor.
Beni bu çileye salanlar
saldı,
Sen gittin her şeyin içi boşaldı
Kala kala senden bir rozet kaldı
Takıyorum ama sen gel bana sor.
Sevdamızın günahı ne suçu ne?
Bu sevda layık mı gönül göçüne?
Arada sırada halkın içine
Çıkıyorum ama sen gel bana sor.
Halk eskisi gibi önüme çıkıp
Hal hatır etmiyor elimi sıkıp
Sebebini halkın gözüne bakıp
Okuyorum ama sen gel bana sor.
Halkı bırak halkı öz kardeşimi
İknadan acizim evde eşimi
‘La Havle’ çekerek her gün dişimi
Sıkıyorum ama sen gel bana sor.
Çünkü iktidarda bütün varımı
Yitirdim siyasi itibarımı
Söylenen sözlere kulaklarımı
Tıkıyorum ama sen gel bana sor.
Sen yoksun başını tuttular suyun
Oyun oynuyorlar başında oyun
Birlik için birlik bunlara boyun
Büküyorum ama sen gel bana sor.
Arif’im yıkılmış şehir gibiyim
Tadım yok tuzum yok zehir gibiyim.
Yatağına küskün nehir gibiyim
Akıyorum ama sen gel bana sor.
-Sayın Ozan Arif, Türkiye de olsun Avrupa da olsun basılan gazetelerde Milliyetçi duygu ve hislerinize uymayan bir şekilde değiştirilerek yazılan haberler hakkında neler söylemek istersiniz?
-Ülkücü kardeşlerimle aramızı bozmak için yalan haber yazdılar, bundan da sonradan yani yayınlandıktan sonra haberim oldu, bende gönül kardeşlerim de alperenlerde biliyordu ki bunlar yalandı. Üstelik altına da Ozan Arif Destanı diyerek yazdılar çizdiler.
Müslümanlar neden böyle perişan?
Sebebini sorup arıyor muyuz?
Bence bu isin sebebi Müslüman.
Acaba farkına varıyor muyuz?
Müslümanlık çünkü adimiz
bizim.
Adimiz gibi mi tadımız bizim?
Eksik mi dedi kodumuz bizim?
Fitnesiz, fesatsız duruyor muyuz?
İslam’ın şartı beş, imanın altı,
Diyerek isleriz her türlü haltı.
Aklımıza gelmez toprağın altı.
Emaneti sağlam koruyor muyuz?
-İşte dün geldim, bugün gidiyorum ve gittim vardım hakkın huzuruna, geride kalanlara selamlar olsun, hakkınızı helal edin.
-Helal olsun Ozan Arif, hatamızla günahımızla insanız, hakka günahımızı af et dedikçe farkına varanız, selamlarımla.
Mehmet Aluç