Yastık altı yaptığım her gözyaşı
Övündüğüm değil gücendiğim yanı
doğanın:
Günbegün ayrışan bir iklim pazarı
Yine yüreğin serenadından çıkıp da
yola
Çevirme yapılan ömürlük hezeyanlarım:
Kuytularda uyuyan metruk bir bilmece
Ölü sevici tümceler
Çığırtkan ve yabana atılmayan
mevsimin müjdecisi
Onca palazlanmış acı.
Seğiren ve nüktedan;
Kaykılmış hele ki aşkın müptelası;
Alıcı kuşlardan alamazken gözlerimi
Sitem değil sinemde doğup büyüyen
Onca meram belki ahkâm kesen
yıllardan
Kesip biçtiğim;
Talan edilmiş ruhumda afakî bir bulut
Adam boyu yalnızlık;
Kâfir bir sezi de değil üstelik
Sinen belki sindiren;
Sızan ama asla uykuya yok iken mecali
Yalıtılmışlığın görgülü tanıklığı
Kayıtlardan silinen eski iklimler…
Tıpkı İstanbul beyefendisi imgeler
her biri:
Pek bir mahcup ve sırdaş;
Göğün yankısında deli fişek
Uzamın da isine yenik
Belki şehre sevdalı bir yarım ada
İçimin deryasında yüzen nice adacık
Aşkın kemaline ermiş
Zeval vermesin Tanrı diye, diye
Yüklendikçe kadere
Boyutların takılı kaldığı o rakımda
İçten pazarlıklı değil iyi ki selam
ve kelam.
Randımanı düşük bir fabrika
Her üreyen sessizliği
Tüneyen göğsünde mevsimin
Kır düğünlerinde ve beyaz gelinliği
ile
Süzülen bir bahar çiçeğine
En muzip tanıyı konduran
Yüreğinde güller açan o garip hezeyan
bahçesi
İki elin neyse yettiği
Başın dik durduğu her gölgede…
Uyruğu olmayan bir şiirden firar
etmiş
Duygular gibi…
Daha ne mi söylesem?
Hele ki akıl dışı bir söylemde
Tabu misali yakındığım gölgeme
Bile değdiremezken elimi
Yandığım ateşte
Ölüme pervane yüzümde hala açmayı
bekleyen
Bir tomurcuğun da hayali ile…