BİRAZ  HİNT,  BİRAZ  İSVİÇRELİ, BİRAZ FRANSIZ  BİR OSMANLI  HANIM  SULTANI - ATATÜRK, MİLLİ  MÜCADELE  VE  CUMHURİYET -  1. BÖLÜM -

Bugünden  başlayarak  bir  roman  denemesi yapmak  istiyorum.  Bu  roman  denemesinde  Padişah  V.  Murat'ın torunu  olan  Kenize  Murat'ın  1987  yılında  Hürriyet  gazetesinde    dizi  yazı  olarak  yayınladığı  ''Altın  Gülün  Romanı ''ndan alıntılar  olacaktır. Ancak  bahsi geçen  yazı  serisi  dışında  kaynaklardan da faydalanarak  bir  nevi  belgesel - tarihi  bir  roman  oluşturmaya  çalışacağım. Yani  burada  yazılanların  oldukça  az  bir  bölümü  kurgu,  çoğunluk tarihi  gerçekler  olacaktır.

Her  türlü  eleştirinizi  şimdiden  dört  gözle  bekliyor  okuyan dost, arkadaş  ve  öğrencilerime  çok  çok  teşekkür  ediyorum.

---------------------------------------------------------

Bu  kahrolası  kahverengi  derili  heriften  nefret  ediyordu. Kendisini  ne sanıyordu? Yaklaşık  on dört- on beş  sene  kadar  önce  onun gibi  yüzlercesini  kapısında  hizmetçi  olarak  kullanıyor,  önünde  el pençe  divan  durduruyordu.  Şimdi sabah  sabah  niçin  hizmetçiyi göndermiş  de onu  tatlı  uykusundan  uyandırmıştı  ki?

Hizmetçi Rassulan,  onu  uyandırmak  için  ne  yapabileceğini  bilemiyordu.  Belli  ki  uyanıktı ama yataktan  çıkmak  istemiyordu.  Israr  etse  hanımının  tüm  şimşeklerini  üzerine  çekeceği  aşikardı.  Uyandırmasa  bu  sefer  de  raca  hazretlerinin  öfkesine  muhatap  olacaktı.

Rassulan  aklına  gelen  her  yolu  denedi,  hatta  ona  şarkı bile  söyledi  ama  nafile...Bu  durumda  yapacağı  tek  bir  şey  kalmıştı:  O  bomba gibi  haberi  pat  diye  söylemek...

-Hanım  sahip !  Uyanın.  Müthiş  bir  haberim  var size.

Hanım  Sultan  Selma'nın  hiç  umrunda  değildi  bir  hizmetçinin  vereceği  haber. '' Iıııı..  Git  başımadan ''  Diyerek  daha  da  yatağına  gömüldü,  yastığını  başının  üzerine  çekti.

Rassulan  da  inatçıydı.  Onu  mutlaka  yatağından  kaldıracaktı.  Haberi  pat diye  verdi:

-Hanımım ! Türkiye'nin  kralı ölmüş.

Selma  Sultan  bir  anda  duyduklarını  kavrayamadı.  ''  Türkiye'nin  kralı  mı ? ''  Türkiye'de  cumhuriyet  ilan  edileli  on  beş  sene  olmuştu.  Ne  kralıydı  bu?  ''Aman  Allah'ım ''  Diye  irkildi. Yoksa? Yoksa  o  bakışlarından  çok  korktuğu  amcası  Abdülmecit  Efendi  mi  ölmüştü?

-Ne  diyorsun  sen? Delirdin  mi?  Ne  demek  Türkiye'nin  kralı ölmüş?

-Hanımım  duymuyor  musunuz?  Neredeyse  bir  saattir  tüm  camilerden  salalar  veriliyor.  Türkiye'nin  kralının öldüğü  ilan  ediliyor.

Ne?  Anlamadım.  Kim  ölmüş, ne  zaman  ölmüş?

-Türkiye'nin  kralı  hanımım...  Bugün  sabahleyin  ölmüş.

Allah  Allah...Ölen çok  önemli  biri  olmalıydı  ki  henüz  öğle  ezanı  okunmadan  önce  ölümü  ta Hindistan'da  duyulmuş  ve  salası  veriliyordu. Kimdi  ölen?  Amcası  son  Halife  Abdülmecit  Efendiden  başkası  aklına  gelmiyordu  ama  sürgünde  bir  Osmanlı  şehzadesine,  elinden  halifelik  de alınmış, Fransa'da yarı  aç  yarı  tok  yaşayan  vatansız bir  insana  ''  Türkiye'nin  Kralı''  Denir miydi ki?  Ama  yine  de  ondan başkası  olamazdı. Padişah  olamasa  da  Türkiye'nin  en  son  kralı  oydu.  Evet  evet,  amcası  Vahdettin  1926  da  öldüğüne  göre  o  olmadığı  kesindi. O  halde  diğer  amcası,  son  halife  Addülmecit  ölmüştü. 

Omuzlarını  silkti.  ''  Amaaannn.  Ölmüşse  ölmüş.  Hiç de  sevmezdim  zaten ''  Diye  düşündü.  Fakat  öte  taraftan  üzüldü  de.  Koskoca  Osmanlı  hanedanının  son  büyüğü  oydu.  Her  tarafa  yetişemese  de  sürgündeki  hanedan  mensuplarına  kol  kanat  germeye  çalışıyordu  kendince. Ayrıca  onun  ölümüyle  birlikte  ta  1517 de  Osmanlılara  geçmiş  olan  halifelik  de  tamamen  ölmüş  oluyordu.

Tekrar  düşüncelere  daldı.

Halifelik... O  makam  olmasaydı  kim  bilir  şimdi  hâlâ  öz  yurdu  Türkiye'de  olabilirdi.  Oysa  ''Altın Gül ''  diye  sevdiği  Mustafa Kemal,  yani  dört  senedir  milletinin Atatürk  dediği zât  halifeliği kaldırdığı  gün yani  3  Mart 1924 de  Osmanlı  hanedanına  mensup  her  kim  varsa  sürgüne  göndermişti. Sürgüne  gönderildiğinde  henüz  on  üç  yaşındaydı.

Acı  acı  güldü. : ''Ne  komik...Kemal, halifeliği  kaldırdı  ama  sürgündeki  Vahdettin  amcam  ile  Abdülmecit  amcam  arasındaki  '' Ben  halifeyim ''  Mücadelesi  hiç  bitmedi ''  

Derin  derin  dalmışken  o  kahverengi suratlı  herif  başucunda  bitiverdi:  Hiç  sevmediği  halde evlenmek  zorunda  kaldığı  Kotwara  Mihracesi Seyyid  Sacid  Hüseyin Ali...

Mihrace,  güzel  karısını  süzdü  bir  müddet.

-Görüyorum  ki  haberi  almışsınız.  Öğlen  namazından  sonra gıyabi  cenaze  namazı  kılınacak.  Daha  sonra  da  merasim  var.  Katılmayı  düşünüyor munuz?

Selma  Sultan, bu  münasebetsiz  soruya  öfkelendi.

-Elbette  katılacağım.  

Mihrace  daha  da  sinir  bozucu  bir  sesle  devam  etti.

-Hayret !  Ben  sizi  vatan  sever  olarak  bilirdim  ama  işin  doğrusu  generale  karşı  bir  saygı  duyduğunuzu  hiç  düşünmezdim.

Selma  Sultan  şaşırdı:

-General  mi?  Ne  generali? Koskoca  halifeye  general  demekten  men  ederim  sizi.

Bu  sefer  şaşırma  sırası  mihraceye  geçmişti.

-Kuzum !  Siz  kim  öldü  sanıyorsunuz  Allah  aşkına?

-Amcam  Abdülmecit  değil  mi?

-Hay  Allah  iyiliğiniz  versin.  Hayır...O  değil.  Mustafa  Kemal  Paşa  öldü.

Selma  Sultan  adeta  dondu. Nasıl  olurdu  bu?  Tamam  tüm  canlılar  ölümlüydü  ama  Mustafa  Kemal  Paşa,  Türkiye'nin  ve  tüm Müslüman  ülkelerin  Atatürk  diye  adeta  taptığı  ''Altın  Gül ''  Ölemezdi.   

Böyle  bir  habere  sevinsin  mi  üzülsün  mü  karar  veremedi  beyni...Kısa  bir  sükuttan  sonra  beyninin  kin  tarafı  ağır  bastı. Annesi  Hatice  Sultan  ile  birlikte  Beyrut'ta  yaşadıkları  açlık  ve  sefalet  dolu  günleri  hatırladı.  Şu  lanet  mihrace  ile  evlenmesinin  sebebi  bile  Mustafa  Kemal  değil  miydi?  Bir  zamanlar çocukça  (  hatta  bebekçe )  bir  aşkla  sevdiği,  hayatında  bir  kez  gördüğü halde  o  sapsarı  saçları  sebebiyle  ''Altın  Gül ''  adını  verdiği, sarayda  pek  de  hoş  karşılanmadığı  halde  kimseye  aldırmayıp  ''  Yaşa  Mustafa  Kemal  Paşa  Yaşa !  Adın Yazılacak  Mücevher  taşa. '' Diye marşını söylediği adam  değil  miydi  tüm  yaşadıklarının  sebebi?

-Türkiye'nin  kralı  dediğin  Kemal  mi?  Tabii  ki  kesinlikle gitmeyeceğim  ona  dua  etmeye... Eminim  siz  de  gitmeyeceksiniz.

Mihrace Sacid  Hüseyin bu  öfkeli  çıkışa  bozuldu.  Biraz sertçe  cevap  verdi:

-Prenses! Unutuyorsunuz ki, biz Hintliler için Mustafa Kemal bir kahramandır. Hayallerimizi gerçekleştirdi. İngilizleri ülkesinden kovdu. Bugün, Hindistan'ın bütün şehirlerinde , camilerinde müminler ruhunun huzura kavuşması için ağlayıp dua ediyorlar.

Selma  Sultan  adeta  iğrenerek  baktı  kocasına.

-Madem  ki  onu  o  kadar  seviyor  ve  sayıyorsunuz  o  halde  Osmanlı  hanedanı ile  sizin  ne  işiniz  olabilir?  Bu  Osmanlı  aşkı  nereden  geliyor?

Mihrace  bu  aşağılamanın  altında  kalacak  insan  değildi.

-Osmanlı  olduğunuz  için  Atatürk'e  minnet  duyacağınızı  düşünmüştüm.  Unutmayın  ki  ülkenizi  o  kurtardı.  O  olmasaydı  bir  ülkeniz    olmayacaktı.

Selma  Sultan  daha  da  öfkelendi.

-Bir  ülkem  mi?  On  dört  senedir görmediğim,  görmem,  hatta  transit  geçiş  yapmam  bile  yasak  olan  Türkiye'den  mi  bahsediyorsunuz. Hem  siz yanlış biliyorsunuz.  Sultan amcam  ülkeyi  düşman işgalinden  kurtarmasını ondan  bilhassa  istedi.

Kocası  onu  dinlemiyordu  bile.  Hem  dinlese  de  anlayabilecek  miydi  ki?  

Selma  Sultan'a  göre  Hükümdar (  Padişah  VI. Mehmet  Vahdettin )  generale( Mustafa  Kemal'e ) Anadolu'daki direnişi teşkilatlandırmasını emanet etmiş, eğer makul davranmazsa, İstanbul'u Yunanlılara verme tehdidinde bulunan İngilizlere rehin olarak payitahtta kalmıştı. Yani  bir  yerde  kendisini feda  etmişti  vatanın  kurtulması  için. Sırf  İngilizleri  ve  diğer  işgalcileri  huylandırmamak  için  Mustafa  Kemal'in  öldürülmesi  emrini  vermişti  ama  öte taraftan  da  onu  hiç  bir  düşmanın  ulaşamayacağı  Anadolu'nun  bağrına  yollamıştı. Kısacası  her  şey  bir  planın  parçasıydı.

Başlangıçta  Mustafa  Kemal,  Sultan  adına  halkı  ayaklandırmış  ama  zaferi  elde  edince  bunu  kendisine  saklamış,  sultanı  asla  bu  zafere  ortak  etmek istememişti. Hatta aralarındaki  gizli  anlaşmayı  hep  saklamış,  padişahı  daha  sonra düşmana  teslim  olmakla  suçlamıştı. Lakin  bunları  ne  zaman birilerine  anlatsa  aynen  şimdi  kocasının  yaptığı gibi ''Amma  da  palavra  attın  ha. ''  Bakışlarıyla  sırıtıyordu  muhatapları. 

Selma  bu  alaycı  bakışlar,  bu  küçümsemeler  sebebiyle yıllardır  içinde  bir öfke  fırtınası  saklıyordu.  İşte şimdi  bugün,  tam  da  10 Kasım  1938  de bu  öfkesini  doya  doya  kusabilirdi.

-“ Pekâlâ... Siz duaya giderken, ben de dostlarımı bu mutlu olayı şampanyayla kutlamak için davet edeceğim !”

Cumhuriyetin ilan edildiği gün  '' Şu lanet  kara  çarşafı  ben  hiç  giymeyeceğim.  Yaşasın ! Çok yaşa  Mustafa  Kemal !  Çok  yaşa  Altın  Gülüm !''  Diye için  için sevinen  ve  Mustafa  Kemal'e  duyduğu çocukça aşk  daha  artmış  olan  Selma, bir yıl sonra  ''  Bütün  hanedan  mensupları  en fazla  on  gün  içinde  yurdu    ebediyyen  terk  edeceklerdir''  Kararıyla  annesi  ve  kardeşi  Hayri ile  canım  İstanbul'dan  Allah'ın  belası  Beyrut'a  sürülmelerini,  kardeşi  Hayri'nin  dayanamayıp  intihar  edişini,  annesinin  ve  kendisinin  çektiği  sefaleti ve  sevmediği bir  insanla  evlenip  sevemediği  bir  ülkede  yaşamaya mahkum  edilişini  unutamıyordu. Kendisini  aldatılmış,  ihanete  uğramış hissediyordu. 

Devam edecek...

RESİMLER:

1- Padişah  V.  Murat'ın  kızı  Hatice  Sultan
2- Hatice  Sultan'ın  kızı  Selma  Sultan'ın  çocukluğu
3- Hatice  Sultan'ın  kızı  Selma  Sultan'ın  gençlik  yılları
4- Selma  Sultan'ın  kocası Kotwara  Mihracesi Seyyid  Sacid  Hüseyin Ali'nin  gençlik  yılları
5- Selma  Sultan  ve  Sacid  Hüseyin Ali'nin  kızı  Kenize  Murat.

( Biraz Hint, Biraz İsviçreli, Biraz Fransız Bir Osmanlı Hanım Sultanı - Ata başlıklı yazı Sami Biber tarafından 23.02.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.