Makale / Güncel Makaleler

Eklenme Tarihi : 23.02.2019
Okunma Sayısı : 3161
Yorum Sayısı : 7
Günün Yazısı

Bu Yazı 24.02.2019 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.

 
Şeytani güce Afet-i devran Mısır… Her zaman gözde, her zaman özel, her zaman önemli cazibe merkezi… Göz kamaştıran ihtişamına, akıl almaz servetine, ezoterik sırlarıyla, beş duyu ile algılanamayan öğretileriyle, antik uygarlığın sembollerine ve gizemlerine ulaşmak isteyenlere tarih boyunca hedef olmuştur Mısır.
 
Tarihinin hiçbir döneminde çalkantısı durulmamış tükenmez bir kaynak… Kimilerine göre ab-ı hayat, kimilerine göre kıyamete kadar cavidan… Cahil dimağlarda mumyalar, piramitler, develer ve çölden ibaret olan egzotik bir diyar…
 
Sadece Arap dünyasının değil, insanlığın da kültür sofrası olduğu dönemler vardı oysa.
 
Hz. Musa, Hz. İbrahim, Hz. Süleyman, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Şuayb, Hz. Harun’un tevhid inancını yaymakla görevlendirildiği, 1517 tarihine kadar halifeliği elinde bulunduran kadim bir devletti.
 
Son derece kısa bir özetlemeyle Mısır tarihine göz atacak olursak;
                                                                                                                                     
M.Ö. yaklaşık 3150 yılından itibaren otuz hanedan ve kendilerinin tanrı olduğunu iddia eden kâfir firavunlar tarafından yönetilen Mısır, son firavunun iktidarının elden gitmesiyle birlikte Pers, Roma, Osmanlı ve Britanya’nın hâkimiyetleri altına girdi.
 
Her ne kadar hıdivlik statüsünde hukuken Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası sayılsa da 1882’de Britanya’nın yönetimine giren Mısır Hıdivliği 1914 yılında sona erdi ve krallık dönemi başladı. 1922’de tek taraflı olarak bağımsızlığını ilân ederek Britanya idaresi altından da çıkmış oldu. 1953 yılında üçüncü kral Faruk’a darbe yapıldı ve cumhuriyet ilan edildi. İlk cumhurbaşkanı Muhammed Necip’ten üç yıl sonra başa geçen Albay Cemal Abdülnasır, Pan-Arabizm akımı doğrultusunda, Suriye ile birleşerek başlattığı Birleşik Arap Cumhuriyeti projesinin mimarı olsa da başaramadı; Birlik 1961’de dağıldı.
 
Mısır asla kendi milletinin iradesine bırakılamayacak kadar stratejik önemi olan bir ülke idi. Zira hemen yanı başında, kurulduğu 1948 yılından itibaren kanlı katliamlara imza atan, bir türlü sınırlarını açıklamayan, yayılmacı, işgalci, asimilasyonun şahı politikalarıyla bulunduğu coğrafyaya kan kusturan bir İsrail vardı. Nihayetinde beklenen oldu ve 1967 yılında, İsrail kuduz bir köpek gibi saldırarak, sadece 6 gün süren bir savaş sonunda Sina Yarımadası’nı ele geçirdi. Mısır’ın Arap ülkeleriyle coğrafi bağlantısına ve stratejik bölge hâkimiyetine ağır darbe vurdu.
 
Batı yanlısı gördüğü için Türkiye ile de ilişkileri hiç iyi olmayan, ancak milleti tarafından çok sevilen Nasır, 1970 yılında 52 yaşında şüphe uyandıran bir kalp krizinden öldü. Yerine Hür Subaylar’dan biri olan Enver Sedat geçti. Sedat, 1979’da İsrail ile masaya oturup Camp David Barış Antlaşması’nı imzalamıştı. İslami Cihad üyesi bir grup suikast düzenledi ve 1981 yılında Sedat’ı öldürdü. Yardımcısı Hüsnü Mübarek, ondan boşalan koltuğa oturdu.
 
Hüsnü Mübarek İsrail yanlısı politikanın taraftarı değildi. Altı kez suikasta maruz kaldı ve hepsinden kıl payı kurtuldu.
 
Bu arada, 1948 yılında başlayan ve 1967 yılında Nasır’ın yenilgisiyle sonuçlanan Arap - İsrail savaşının ardından güçlenen Müslüman Kardeşler örgütü, Filistinli din kardeşlerinin davasına sahip çıkmaya ve İsrail’in Filistin’i yutmasına engel olmaya yönelik bir mücadele içindeydi. Takribi otuz yıldır bilinçli ve planlı bir siyaset sürdürüyorlar, dünyanın ilgisini Siyonizmin insanlık dışı kurallarına ve hukuk tanımazlığına çekmeye çalışıyordu.
 
1,5 Milyon Filistinli İsrail ablukası altında aç bırakılmıştı. Müslüman Kardeşler Örgütü, İsrail’in tepkisine maruz kalmamak için Gazze sınır kapılarını açmamakta direnen Mübarek’le yaka paçaydı âdeta. Refah Kapısı’nın bir süreliğine açılması Mübarek’in dengeleri artık kontrol altında tutamadığını da su yüzüne çıkarmıştı. Oğlu Cemal Mübarek’i yerine geçirmeye hazırlanan Hüsnü Mübarek, 1981’de ilan edilen olağanüstü yetkili sıkıyönetimle tüm muhalif sesleri sert bir şekilde bastırdı.
 
Derken, Batı’nın ele geçirmek istedikleri ülkeler için geliştirdikleri yeni bir projenin parçası olan Arap Baharı devrimleri başladı Kuzey Afrika’da. Sıra Mısır’a geldi ve sadece on sekiz gün süren protestoların ardından 25 Ocak 2011 günü Mübarek istifasını açıkladı.
 
Mısır’da yeni bir dönem başlamıştı. 2012 yılının temmuz ayına kadar geçici olarak Silahlı Kuvvetler Yüksek Şurası tarafından yönetildi.
 
Muhammed Mursi, 30 Haziran 2012 tarihinde yapılan oylamayla, Mısır tarihinde demokratik seçimlerle iktidara gelen ilk lider oldu. Bildiğiniz gibi, İsrail yanlısı politikalarıyla tanınan Cemal Abdülnasır’ın ateşli hayranı, Genelkurmay ve Savunma Bakanı Abdulfettah El Sisi’nin 3 Temmuz 2013’teki askerî müdahalesiyle devrildi.
 
İşin ilginç tarafı, tıpkı Mursi gibi Müslüman Kardeşler’e yani İhvan’a olan yakınlığı ile bilinen Sisi’ye, darbeyi gerçekleştirmesi için destek verenler, içteki Hristiyan azınlık, devrimci sendikalar, bürokrasi, emniyet ve ordudaki muhaliflerdi. Mursi’nin başa geçmesinden itibaren kendisinin her icraatını akim bırakmak için onu çembere almış, bu çemberi de giderek daraltmışlardı. Önemli işlere girişmesini engellediler. Batı borazancısı medya, her fırsatta Mursi’nin başarısızlığından, daha da önemlisi diktatörlüğünden dem vuruyordu. Aynı zamanda Mursi’den rahatsız olan İsrail, Amerika ve bölgedeki Amerikan uydusu zengin Arap ülkeleri de linç girişiminde ellerinden geleni yapıyorlardı.
 
Bize ne kadar tanıdık geliyor, değil mi? Rahatça Türk usulü darbe diyebiliriz Sisi’nin darbesine. Kriptolar, Siyonistler, Masonlar, hainler, el ele vermiş, bir zamanlar Arap dünyasının lokomotifi olan Mısır’da demokrasiyi, Mursi’nin “diktatör cumhurbaşkanı” olduğu iddiasıyla ilga ederek, demokrasiye inanmayan gerçek bir diktatörü başa geçirmişlerdir. Demokratik olduğunu iddia eden Batı’nın desteğiyle hem de…
 
Mısır’da Başsavcı Hişam Berekat’a düzenlenen bombalı saldırıdan sorumlu olduğu gerekçesiyle idama mahkûm edilen dokuz kişinin cezalarının geçtiğimiz günlerde infaz edilmesi bir anda gündeme düştü ve ciğerlerimizi yaktı.
 
İdam edilen gençlerin isimleri şöyle: İhvan yöneticisinin oğlu Ahmed Taha başta olmak üzere, Ebul Kasım Ahmed, Ahmed Cemal Hicazi, Mahmud el-Ahmedi, Ebu Bekr es-Seyyid, Abdurrahman Süleyman, Ahmed Muhammed, Ahmed Mahrus Seyyid ve İslam Muhammed.
 
İdam edilen gençlerden biri olan Mahmud el Ahmedi’nin ancak şehitlerde görebileceğimiz bir nurla boyanmış yüzünü öpen, koklayan, içi kan ağladığı hâlde asla Rabbine isyan etmeyen, “Elhamdülillah” diyen dirayetli annesini tanıdık. Gözyaşlarımıza mani olamadık. Mahmud el Ahmedi’nin mahkemede kendisine “Suçunu kabul ettin” diyen hâkime verdiği “Bana elektrikli işkence cihazı ver, sana yirmi kişiye Enver Sedat’ı öldürdüğünü itiraf ettireyim. Bize Mısır’a yirmi yıl yetecek kadar elektrik verdiler.” yanıtını yüreğimize kazıdık.
 
23 yaşındaki körpe genç Mahmut el Ahmedi’nin sözlerinden anladığımız kadarıyla, bu gençlere isnat edilen suçlar işkence ile itiraf ettirilmiş. Suikasta kurban giden Hişam Berekat’ın kızı Merve Berekat bile hüküm giyen kişilerin babasının öldürülmesinde rolü olmadığını belirterek idamların durdurulmasını talep etmişti.
 
Önceki toplu idamlardan ve yeni tutuklamalar ve idam kararlarından anlaşılacağı üzere, ne ilk, ne de son olacak olan bu düzmece idamlara, adaletin ulu savunucusu Batı’dan tek kınama dahi yok. Uluslararası Af Örgütü ise “tavşana kaç, tazıya tut” taktiği ile idamların durdurulması çağrısında bulunuyor ama Batı köpeği Sisi, nedense büyük bir cesaretle, kulak asmıyor. İdam edilenler arasında bulunan Ahmed Taha Vehdan’ın eşi mahkemede babasına çocuklarını kaldırarak gösteriyor. İdamlık baba parmaklıkların ardından ve uzun bir mesafeden hasret dindirmeye çalışıyor. Eşi kendi dişlerini işaret ederek, bebeğinin dişinin çıktığını Ahmed Taha Vehdan’a anlatmaya çalışıyor. Vehdan eşine elleriyle kalp işareti yaparak karşılık veriyor. Böyle nice dramlar… İnsanın kalbi taş olsa erir bu manzaralar karşısında ama dünyanın kandan beslenen vampirleri bu adaletsiz idamlara vicdanları titremeden kör, sağır ve dilsiz kalıyor.
 
Derin bir teessürle, yüreğim çatlayana, boğazım yırtılana kadar bağırmak istiyorum: “Allah’ın laneti kâfirlerin, münafıkların, hainlerin üzerine olsun. Zalimler için yaşasın cehennem!”
 
Bize tam seksen yıl boyunca, Batı’yı örnek alınması gereken medeniyetin sahipleri olarak tanıtmışlardı, değil mi?
 
Artık şimdiye kadarki öğrendiklerimizden sıyrılmaya çalışıyor, unutturdukları özümüzle ve kimliğimizle barışmaya çabalıyoruz. Ortada bir yığın açık yalanlar, çelişkiler ve riyakârlıklar var. Edilen birçok muameleden anladığımız, Batı’nın biz Müslümanlara karşı hiç de iyi niyet beslemediğidir. ABD ve Avrupa, hukukun üstünlüğü, evrensel hukuk, insan hak ve hürriyetleri gibi kavramlara, kendi çıkarları söz konusu olduğunda, asla sadık kalmadı, kalmayacaktır.
 
Bu noktada alınması gereken derslerin hiçbirini atlamadan ayaklarımızı yere her zamankinden daha sağlam basmamız gerekiyor. Seçilmiş cumhurbaşkanımız Erdoğan’ı diktatörlükle suçlayanlara, kendisine onlarca kez suikast düzenleyenlere, iple, kazıkla tehdit edenlere karşı topyekûn karşı durmalı, meydanı içte ve dışta, hainlere ve düşmanlara bırakmamalıyız.
 
Bir ve beraber olursak bizi kimse yıkamaz. Birbirimize düşersek yok oluruz. Bu kadar net!
 
Mücella Pakdemir
 
23.02.2019  
 
 
 

( Firavun Askerlerinin İktidarda Olduğu Zulüm Ülkesi Mısır başlıklı yazı M.Pakdemir tarafından 23.02.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.