Söyleyemediklerimi
onaylar mı Tanrı ya da içimden geçenleri sana nakleder mi?
Sözcük enflasyonunda
girdiğim kuyrukta binlerce kilo kitap alabilirim ben aslında aldım da;
almışımdır da yeter ki alınmasın kimse.
Alınganlığım sana da
sirayet etti biliyorum ne de olsa aynı genleri t/aşıyoruz.
İzafi bir gündü bu gün
yine aslında her d/okunaklı günün tarihçesini kutlarken ve kutsarken Tanrı.
Armağan edilenlerle
yetiniyorum. Hayır, hayır, özür diliyorum zira yetiniyorum, dememem lazımdı ve
o armağanların ilk sırasında sendin kucağıma verilen şükürler olsun ki.
Aşkın ne olduğunu sen
doğmadan evvel sormuştum anneme utana sıkıla ve aldığım cevabı ömrüm boyu
unutamadım.
Aşk’a dair bir
özdeyişti adeta annemin bana gülümseyerek anlattıkları ve o zamanlar
mütemadiyen dinlediğim 45’lik plaklarında rahmetli Zeki Müren’in her aşk
deyişinde içimde bir sıcaklık hâsıl oluyordu.
Yorgun değildim henüz
ve hayal kırıklığını henüz tatmamıştım.
İşim gücüm yaramazlık
yapmak ve sevmekti ve çevremde fazla insan olmadığı için ben sevdiklerimi artı
on şiddetinde seviyordum.
Artçıları vardı
sevgimin mesela babaannemi sürekli gıdıklardım elbette olan yine bana olurdu…
hayır, hayır bilakis sevgime aldığım karşılık ile sürekli kahkaha atardım ama
evde üstelik camlar kapalı iken. Henüz küçüktüm bir kahkahanın sokakta
atılmaması gerektiğini bilmeyecek kadar.
Sonra sen geldin: soğuk
bir Aralık gecesi lapa lapa kar yağarken bana gönderildin.
Hayatımda gördüğüm en
güzel bebektin ve pembe yanaklarına, o eşsiz gözlerin nasıl da âşık olmuştum.
Canlı oyuncağım günler
sonra eve ulaştı ve çok mahrem bir bölgeydi senin küçük yatağın. Okuldan
geldiğimde ellerimi yüzümü yıkama kaydıyla alırdım seni kucağıma.
Güleç yüzümle ismimin
eşleştiği nadir zamanlardı ve bir gün; sen, ben ve annemiz parkta dolaşırken yaptığın
bir yaramazlıkla o kadar mutlu olmuştum ki ve kocaman bir kahkaha patlattım
akabinde hayatımın ilk dersini aldım annemizden. Sokakta gülmek hele ki yüksek sesle…
Tanrım, nasıl utanmıştım üstelik bunun ayıp olabileceği asla aklıma gelmemişti.
Dersler… bitmeyen
dersler ve bitmesin de.
Sevgiyi dokurken
öznemize ve fiillerimiz sev ve umut et, iken varsın dersler bitmesin.
Ve sınavlar, canım
benim en son geçen yaz ailecek geçtiğimiz o büyük sınav.
O günleri asla anmak
istemediğini bildiğim için her ne kadar zaman zaman aklıma gelse de ben sadece
susup şükredip Yaratana sığınıyorum tıpkı senin O’ndan aldığın güçle alt
ettiğin bu kadar sorun adına şaşkınlığımı hala saklı tutamazken.
Gönül isterdi ki bu
mektubu yazıp eline vereyim lakin okumaya benim kadar düşkün olmadığın için
lafını bile etmiyorum: sen iyi ol ve mutlu ol yeter ki.
Günlerin özrü belki de
özürlerin günü bu gün aslında her gün özre dayalı yeni sunumlar yaptığım ne de
olsa kırmak istemiyorum karşımdakini hatta yanımdakini hatta arkamdakini hatta
ve hatta beni kıranları bile ve geçen gün buna yeltendim ama gelmedi arkası.
Sen gibiyim ama sen ben
gibi değilsin: eh, olsun o kadar farkımız hem bu kadar yaş var aramızda hem de…
sahi, sen bana abla derken ben seni neredeyse babam gibi görüp ve ürküp… affetsin
beni hem Allah affetsin hem de babamız ama yalan da değil hani, değil mi?
Yine de üstüne
gitmeyeceğim bu konunun sonuçta yaşananlar çok geride kaldı ve sonuçta o, bizim
babamızdı.
Andığımız kadar onu ve
anmadığımız ne varsa ona dair…
Sözcüklerin kumpası
işte ve lastikli cümlelerden kaçıp şimdi sade bir cümleye sığınıyorum aslında
sığındığım sadece Rabbim ve duyduğum özlemi yazarak yaşatıp dile getiriyorum.
Zaman çok şey getirdiği
gibi çalıyor da lakin yapacak bir şey yok hele ki zamanı harcama ve tüketme
konusunda üstünlük bendeyken.
Armağanımdın sen benim madem…
demek ki sana ne hediye alsam yetmeyecek sana olan düşkünlüğümü anlatmak adına
zaten sevgi armağanlarla ölçülmez ki sadece bir sunum ve bizi rahatlatan o
coşkuyu pay ettiğimiz bir sunum hediye vermek.
Dökülen çok şey oldu şu
son bir yıl.
Biz döküldük.
Saçların döküldü.
Karşı bahçenin kuruyan
kaç ağacından yapraklar döküldü.
Hüzün döküldü
yüreklerimizden.
Ve yaşlar döküldü.
Ben ise mütemadiyen
cümleler ördüm ve illa ki yapışmalı dedim tüm bu kırıklar ve çoğu yapıştı da
geçen süre içinde ama son zamanlarda bazı çatlakla çıkmaya başladı yürek
hattımızda hani bizden bize sunulan o hat daha doğrusu gönül köprüsü kısaca
sevginin sihirli dokunuşu.
Hastaneleri asla anmak
istemiyorum ama onların ve doktorların yaptıklarını asla unutamayız ve
biliyorum ki sen bana kızacaksın niye dünü deşiyorum, diye.
Haklısın da ama şu da
bir gerçek ki; sen üzülme, diye gözünün içine bakıyorum.
Görmekle bakmak
arasındaki farkı bilmek çok yoruyor ve sert mizaçlı insanların daha mı şanslı
olduğunu sorguluyorum: hani her şeyi kafaya takmayan, ısrarcı olmayan ve geniş
geniş yaşayanlar.
Adabıyla sevmek bizlere
iyi gelen aslında herkese ve keşke herkes sevgiyi yeteri kadar özümsese ve
yaşasa ve de yaşatsa.
Yaşarken yazıyordum
önceleri sonra yazarken yaşamaya başladım sonra araya senin rahatsızlığın girdi
ve binlerce şey sanırım en güzeli birbirine katmak: yazmak ve yaşamak doğru
orantılı bir sunumla hâsıl olup da her iki tarafı da dengelemek.
Ama ikisi için de tek
gereken; sevmek ve severken bile azmi elden bırakmamak hele ki sen: hayatımda
gördüğüm en azimli insansın aslında çocukluğundan beri de hep böyleydin ama bu
son yaşadığın Allah’ın da bir lütfü iken sana verdiği güç… demem o ki… hele ki
sen beş yaşındayken cama attığın yumrukla kolun parçalanmışken ve sen o yaşında
bununla başa çıkmayı başarmışken.
Söylemek istediğim çok
şey var ama seni kırmaktan korkuyorum ve incitmekten: tıpkı yaşarken seni ve
kimseyi incitme hakkım olmadığını bildiğim gibi.
Ve bıktığın bir cümlem
ile şimdilik noktayı koyuyorum:
Seni çok seviyorum,
canım kardeşim benim gerçi artık sıkılma diye pek kullanmıyorum bu cümleyi ama…
varsın bir kez de şimdi söyleyeyim.
Her şey gönlünce olsun
senin ve sen bunu fazlasıyla hak ediyorsun.
Ablan.