ALLAH SİZİ DE KURTARSIN
YOLCULAR
Haklıyı,
haksızı, doğruyu, yanlışı, zengini,
fakiri bir arada barındıran, toprağıyla onları besleyen köyler güzeli, doğa
güzeli, yeşil Karacaören. Senden kimler geldi, kimler geçti? Hiç bunları
saydın mı? Başlarından geçenleri lazım olur mu diye bir tarafa yazdın mı?
Söyle bileyim.
Mehmet Ağa Karacaören'de geçimini duvar ustalığı ile sağlayan bir kişiydi.Yanında çalışan amelelere otorite kurar, onların işten kaytarmalarına mani olur, verdiği emirlerin harfiyen yerine gelmesini isterdi. Bu yüzden de kendisine köylüleri MÜDÜR derlerdi. Ameleler arasındaki bu lakap zamanla tüm köylü ve çalışmaya gittiği köylerde böyle bilinip böyle kaldı.
İki oğlu Ziya ve İsmail palazlanıp gelince bazen kendi yanında, bazen başka ustaların yanında amelelik, kerpiç kesme gibi işlerde çalıştılar. İsmail babasının yanında biraz ustalık bellesede çerçilik yapmada karar kılar. Dünür oldukları köyün güzel kızı Urguya'yı “İsmail ekmeğini taştan çıkarır” diye ona verirler. Müdür çocukların evlerini ayırınca “çocuğu yok” diye İsmail'in yanında kaldı. Onun getirdiğine, İsmail'in çerçilik ten getirdiğini katıp geçindiler. Ziya, ustalık, amelelik, kerpiç kesme, şehirden bakkallara ücretle matak bakkaliye malzemesi taşıma gibi işlerle evini geçindiriyordu. Şehre matak getirmeye gidiş gelişlerde oradaki toptancıların alışverişlerini pür dikkat izliyor, “bende bu işi yapabilir miyim” diye iç geçiriyordu. Çok çalışkan, gayretli, kimsenin azında, çoğunda olmayan bir yapıya sahipti. Onun bu meziyeti dünür gittikleri Arzı'nın Ali Osman'ın evinde ellerini boş döndürmedi. Nafiye ile nişanlayıp çok geçmeden de düğünlerini yaptılar. Zamanla çoluk çocuğa karıştı, sonra vakti gelince de onları babasına teslim edip askere gitti.
Asker dönüşü biriktirdiği
üç-beş lirayla önceleri köy köy eşekle, atla dolaşıp biraz para kazandı. Bu
iş böyle gitmiyor bayağı zor oluyordu. Çeşit çoğalmış, taşıma ve sergilemesi
eşekle atla olacak gibi değildi.
Borçlanıp harç'lanıp bir at ve
araba temin edip yollara döküldü. Çenesinin çokluğu, ticari itimat çevre
köylerde sevilmesine neden oldu. Gittiği her köyde önceki gidişlerine göre
işleri daha çok artıyordu. Kaynanası, kayın babası aradan geçen yıllar
içerisinde ölmüş yaşları neredeyse oğlu Mustafa'ya yaşıt kayınları Cemil ve
Yüksel de onlarda kalıyordu. Yüksel ne kadar mazlum ise Cemil tam tersiydi.
Bu iki kardeş arada Ankara'ya ağabeyleri Mehmet'in (Namı değer sonradan bankerler kervanına karışan HOŞÜR) yanına
gidiyorlar, orada kalıyorlardı.
Almanya'ya işçi akımı
başlayınca bu kervana Ziya da katılmış, bulup buluşturduğu parayla şansı
yaver gitmiş, o da Almancı olup fakirliği dama atmıştır.
Codal’ın Üssük, Ziya'dan yaşça biraz büyük olsa da bu onların arkadaşlıklarına mani değildi. Adı Hüseyin'di, ama gel gör ki babasına Codal dediklerinden bu lakap üç kardeşin isimlerinin hep önünde gelmiştir.
Codal'ın Mustafa, Kadir, Üssük, “Kürt’ün Uşağı” (asimile olmuş Kürtlerden) diye anılırlardı. Gerek Kadir ve oğulları, gerekse Üssük, çobanlık yapmalarına rağmen durumu iyi olan Mustafa kendi davarının çobanlığını ve ağalığını yapmıştır. Hüseyin kardeşlerinin en küçüğüdür. Onlardan geçimini ve evini ayırmış iki kız çocuğu olduktan bir süre sonra hanımının ölmesi onu derbeder etmiştir. Çocuklara mı baksın, elin davarını mı gütsün! İki arada bir derede kalmıştır. Sıkıntıları adamı aşık etmiş tahsili olmadığından bir yere yazmamış şiirleri onun hep dilinde kalmıştır. Düşünceleri sonucunda hastalanmış, takatten kesilmiştir. Kırşehir'e geldiği doktorlar kendisinin az bir ömrü olduğunu ona göre yaşamasını tembihlerler. O da soluğu Ankara'daki doktorlarda alır. Duyduğu cevaplar aynıdır. Yaşama azmi kaybolmuş, hayata küsmüştür.
Dağlarda davar güttüğü günün birinde yerde dolaşmakta olan bir göden çekirge görür (köylüler büyük çekirgeye derler). Bildiği, duyduğu bu çekirgenin içinde zehir torbası taşıdığıdır. Ölüm gününü sayarak beklemek, nasıl ölüneceği merakı onu kahretmektedir. Ani bir kararla göden çekirgeyi tutup taşlarla parçaladıktan sonra bir hamlede mideye indirir (Bunu Üssük amca bana dükkanımda bizzat anlatmıştır). Aradan bir iki gün geçmiş geçmemiş uyanmıştır. Baktığında etrafında yemyeşil bir istifra görür. Olayları hatırlar, davar, canavar, çocuklar birden aklına düşünce koşarak köyüne gelir. Ağasından fırça yese de aramaz. Zaten davar başka sürüye karışıp köye gelmiştir. İntihar teşebbüsü Codal'ın Üssük’ün kurtuluşu olmuştur.
Üssük bir müddet başı kesik tavuk gibi
dolaşsa da ‘Allah kösengiyi dibine kadar yakacak değil ya’ köyünden Zeynep'le
evlenip çoluk çocuğa karışır. Zeynep, işçimen ve uyanık bir yapıya sahiptir.
Evini ev, erini er, yetimleri kendi çocuklarından bilir. Onları everip gelin
eder.
Hüseyin de, Almanya yollarına düşer, o da işçi olup hanımına para pul gönderip Alamancı evlerinden biri olup çıkar. Zeynep çok hırslı bir kadındır. Fakirliğin çektirdiklerini bir günde çıkarma telaşındadır. Gelen paralarla eniştesi katip Irza'yı yanına alır köyden kimin tarlası satılık ona pazarlığa gider, tarla üstüne tarla alırdı.
Sonraları Almanya'ya eşlerde gidiyordu, fakat Zeynep oraya gitmemiş çocuklarını büyütmüş, onlara ana ve babalık etmiştir. Korku nedir bilmeyen, erkek gibi bir kadındı. O yüzden onun kapısına kimse yan gözle bakamazdı. Kızlarını gelin edip oğlunun birini Almanya'ya gönderdi. Diğer oğlu da memur olup devlet kademesinde görev aldı
Almanya'nın tadı kaçmaya
başlamıştır. ‘Türkler dışarı’ sloganları atılmakta, bu olanlarda yaşlanan
birinci kuşak gidenleri rahatsız etmektedir. Artık gerisin geriye kesin
dönüşler başlamıştır. Gerek Hüseyin, gerekse Ziya çocuklarını evermiş burada
daha fazla gurbet kahrı çekmenin anlamsızlığını anlamışlardı. Kazançları
oğullarına ve kendilerine yeterdi. Zaten oğulları işe girmiş babalarına
ihtiyaçları yoktur. Kendi yağıyla tayin oldukları illerde kavrulup
gidiyorlardı. Her iki arkadaşta Almanya'dan kesin dönüş yapıp köyde ibadetle,
hayır, hasenat işleriyle uğraşarak vakit geçirirler. Arada sırada hanımlarını
da yanlarına alıpbaşka şehirlerde
ikamet eden çocuklarını ziyaret edip hasret gideriyorlar, yerine göre köyde
bağ bahçe işi olmazsa ziyareti uzattıkları oluyordu. Bunlardan birinde
birbirlerinden habersiz olan iki arkadaş tesadüf bu ya Üssük Ankara terminalde, Ziya da
Keçiören kavşağında otobüse binerler.
Üssük terminalde bindiği
için koltuğu şoförün bir iki sıra arkasındadır. Otobüs dolu olduğundan muavin
Ziya’yı en arkaya oturtur. Otobüs yolcu ala ala yoluna devam etmektedir.
Kayaş'tan sonra yolcu alımı bitince muavin yeni binenlere bilet kesmekte,
nerede ineceğini sormaktadır. Muavinle konuşan yolculardan birinin sesi
Codal'ın Üssük'e yabancı gelmez, geriye dönüp bakınca birbirini görüp
selamlaşırlar. Uzaktan uzağa nerden geldiklerini, ne zaman geldiklerini
birbirlerine hem soruyorlar, hem cevaplıyorlardı. Muavinin yan yan bakması,
şoförün muavin aracılığı ile onları ikaz etmesi az buçuk fayda veriyorsa da
konuşmaları tekrar başlıyordu. Geriye dönüp konuşmadan Üssük'ün boynu
ağrıyorsa da bunu belli etmiyor, arada ağzından çıkan tükürük kucağı çocuklu
anneyi rahatsız ediyordu. Muavin birkaç kez daha geldiyse de fayda vermedi.
Hüseyin'in yandaki adama arka koltuğa gitmesi teklif edildiyse de adam bunu
kabul etmedi ki, Ziya arkadan öne gelsin. Ziya, Almanya'dan bahsediyor, arada
kayınlarından dert yandığı günleri anlatıyor, anlatırken de “sesim iyi
duyulsun” diye bağırtılı konuşuyordu. Hüseyin, oğlu Kadir'in yanında bir
hafta kaldığını, hanımı Zeynep
çağırmasa on beş gün daha dönmeyeceğini söylerken arada o an için uydurduğu
şiirleri de okuyordu.
Elmadağ, Kırıkkale, Hasandede, Keskin güzergahında sırasıyla otobüs yol alıyordu. Ama yolcular canından bezmişti. Yolculuk sanki hiç bitmeyecekmiş gibi uzadıkça uzuyordu. Artık onları “dur, etme, yapma, hasta var, uyuyanlar var gibi ikazlar durduramıyordu. Bir kere 'ok yaydan fırlamış', sanki iki arkadaş birbirlerine elli sene hasret kalmışlardı. Şoför öfkesinden sigara üstüne sigara yakarken Akpınar’a gelindiğinde “inecek vaaaar” diyen muavinin sesi bizimkilerini bastırdı. İnen yolculardan birisi, “Ey arkadaşlar Allah bizi bunlardan kurtardı, inşallah darısı sizlere nasip olsun” diyerek otobüsten inip giderken sanki üstünden bir ton yükün boşaldığının sevinci içerisindeydi.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN 14 12 2011 KIRŞEHİR. GERÇEK EYAŞANMIŞLIKLAR.
NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını
rencide etmek için yazmadım.
Not, metnin başındaki yazı yıllar evvel öykülerimin yayınlandığı dört sene önce kapanan gazetenin logosu, kendiliğinden oluşuyor.