Bir burjuva yeminiydi aşkın çağrısı
belki de İlahi bir düş’e mezar olan yenilgi.
Ah’ların kaynadığı bir mevsimdi
ölümcül sessizliğe resti çektiğim o ilkbahar sabahı.
Korukların rengi idi özlem ve aşk’ın
çağrısı az sonra çağlayacak sağanak.
Göğün bitiminde mavi gölgeler vardı
ve yetimliğin ç/ağrısına yenik düştüğüm.
İsli yüreklerin silecekleri
çalışmıyordu ve ben başımı kaldıramıyordum derslerden ne de olsa şunun
şurasında sayılı günler kalmıştı mezuniyetime.
İksirli bir şerbeti içer gibi
yudumlamıyor adeta doyamıyordum satırların çetrefilli saldırganlığında ben
bilgiye ve ölüme yeniden ve yeniden ötenazi yapmanın verdiği cesaret ile.
Muhbir kuşlar soluksuzdu; matemin
fevri rüzgârına da yenik düşmüştüm.
Sise yenik düşen şehrin bulutlarını
aradı gözlerim. Sabahın kaçı mıydı da ben geceden kalmış bir sarhoş gibi hala
kitabın satırlarında geziniyordum esefle.
Üzünç yüklü bir yılın son demleriydi
adeta ne de olsa Haziran ayı finallerin denk düştüğü sersem bir aydan fazlası
değildi gözümde.
Gecenin sönük ferine takıldı gözüm.
Sözcükler can çekişiyordu sanki aklın
minvalinde ben parti veriyordum her dersin kendine has tınısıyla kocaman
parmaklarına bilginin bir dokunup uzaklaşıyordum.
Şehrin matemi bürümüştü gözlerimi
belki de kayıp bir meltem tadındaydı içimdeki yavru kuşlar ve mızmız ruhuma
inat bağıra çağıra tekrar yapıyordum en azından bölümü derece ile bitirmenin
bir forsu olurdu az zaman sonra atılacağım iş hayatında iyi bir referans.
Çatık kaşlı olmayı özlemiş miydim ne?
Hele ki hasta yatağında görmekten
nefret ettiğim bir coşku gibiydi babama duyduğum özlem.
Ne iyileşiyordu ne de tek sözcük
çıkıyordu ağzından.
Yoğum bakımla servise alındığı oda
arasında geçiyordu günleri ve büyük ihtimalle mezuniyetime gelemeyecekti.
Aptal olduğumu yeniden ispatlamıştım
işte.
Arkadaşlarımın hepsinin ailesi
şimdiden yerlerini almışlardı bile kampusta kutlanacak mezuniyet törenimize
giyecekleri kıyafetler bile hazırdı çoğunun.
Meali olmayan yorgunluğun kaçıncı
basamağı idi ki ve içimdeki ölü neşeye ağıtlar yakmaya bile vaktim yoktu.
Yorgun kuşlar tuzağa düşmüştü işte ne
de olsa av da avcı da bendim.
Mevsim çok sabırsızdı tıpkı içimin
geçtiği geç saatlerde fincan fincan kahve ile bolca doping yaptığım beynime
lanet okurken ve içimdeki efkarı anlatmaya sözcük bulamazken ben bol bol
muhasebe hesabı yapıyor ve maliyet muhasebesinin bana kaça mal olacağının
tahmini ile edilgen bir öğrenci olma hüviyetime çoktan çöplüğe göndermiştim.
Belki de işime geliyordu bunca acı.
İşime geliyordu belki de ölüm
yalarken yüzümü hangi yüzle aynaya baktığımı unutup sadece hastanede olmadığım
saatlerin ve nöbetlerin yasını tutuyordum üstüne üstük babam bu hastalığa
yakalandığı ilk günden beri mahiyetini bizler ondan saklarken.
Körebe bir acıyı sahiplenmiştim ve
sınıf arkadaşlarımla diyaloga bile girmeden ders notlarını temize geçirip bir
de çektirdiğim yüzlerce sayfa fotokopi ile hemhal olduğum kadar kendimle
yüzleşemiyordum.
Vazifemdi öğrenci kimliğim ve ben
evlat olduğumu bile unutmuş sakil ruhumla sefil bir yolculuk yapıyordum.
Kabuk değiştirecek olan bizlerdik
aslında: biz, yeni mezunlar illa ki iş hayatına atılacak ve tutunacaktık bir
bir ne de olsa hocalarımızın üzerimizdeki emeği asla yadsınamazdı.
Matemin doruğunda titreyen bir
yapraktım belki de bir küçümen öyküsü.
Ne büyüktüm ne de çocuk.
Ne kadındım ne de asi.
Sadece küçük bir kız çocuğuna delalet
acı dolu yüzümü saklama gereği bile duymazken içimde taklalar atan bir sirk
maymununa gönderme yapıyordum ne zamanki uzun bir yürüyüşe çıksam.
Hayatımın baharı idi lakin azap
mevsimine denk düşmüştüm bir yaz vakti ve coşkum yenik düşmüştü eleme.
Uzun bir zamandı o koca dört yıl
üstelik bölümün hatırlı hocalarının bana duyduğu güven ve inanç sayesinde
zorlukları hala aşabiliyordum.
Öykündüğüm hiçbir şey yoktu.
Ne koca kampusun yeşil örtüsü ne de
işletme fakültesinin mimarisi aslında ait olmadığım bir dünyanın rüyası idi
babamın gördüğü ve benim de eşlik etmemi istediği o rüya.
Açılım getirmek gerekirse sırf ailem
istediği için İngilizce İşletme okuma hevesine yenik düşmüştüm lakin suni bir
heves sırf ailemi memnun etmek ve hatırı sayılır bir mesleğin de erbabı olmak
üzere.
Kukumav kuşları pek bir rağbet
ediyordu okulun gösterişli ortamına ve ne yazık ki onları-kukumav
kuşlarını-gören sadece bendim ve yine bendim gözüken lakin onların gözüne sonuç
itibariyle bir hayalet gibi girip çıkıyordum amfilere aslında yorgun ruhuma
atıfta bulunup yorgunluğun kitabını yazıyordum üstüne üstük aynı dönemde annem
bir trafik kazası geçirmiş ve bu da ona iki ameliyata mal olmuştu.
Hain bir evlat olduğuma bizzat inanmıştım
ne de olsa ben öğrenci olma hakkımı kullanıp evle okul arasında mekik
dokuyordum ve hastaneye uğradığım gün ve saat sayısı da azınlıktaydı.
Aşkla baktığım bir hayat olmalıydı
oysa önümdeki ve hayallere daldığım lakin tek gördüğüm karabasandı üstelik
gözüm açık görmeyi başardığım…
Geriye ne zaman dönsem ve o uzun dört
seneye ne zaman kuş bakışı bir hasretle göz gezdirsem adını bile hatırlamadığım
nice insan var yine o yıllara ait üstelik yolumun ancak iki üç tanesi ile kısa
süreli kesiştiği.
Çimenlere bir kere bile oturmadığım
daha dün gibi aklımda ve kantine kaç kez uğradığım bir elin parmağını geçmez.
Üniversite ortamından ziyade kendimi
idam sehpasına çıktığım hayali ile yüzleştiğim seneler.
Üstelik cellâdım da babam iken.
Bu duyguların yoğunluğuna ancak
seneler sonra vakıf oldum ve sırf iyi bir mesleğe üye olmak adına babam istiyor
diye girdiğim işletme fakültesi.
Ve daha dün gibi aklımda: beni
ziyarete gelen babam ve beni sorgulayan gözlerle inceleyip el ele tutuşan kızlı
erkekli gruplara bakıp da benim de onlar gibi bir sevgilim olup olmadığı
sorgulamasını ulu orta yaparken.
Aşkın haznesine düşmediğim gibi Gayya
kuyusunda asla çıkamadığım bir dönem ve zincirleme hastane maceralarımız.
Babamın aldığı o uzun kemoterapi
kürleri; annemin geçirdiği ameliyatlar ve koğuşumdan ayrı düşmemek adına tek
ders bile kaçırmamam gerekliliğine yürekten inanıp çıktığım o kısa mesafe
koşusu.
Başka ayrıntılar da var lakin onları
hala kendime saklıyorum ne de olsa göz önünde bulunan bir evladın da iç
isyanıdır tüm olup biten.
Varlığımı idame ettirmek ise sırra
kadem basan hayallerim.
Sır verip serlerimi de kendime
sakladığım.
Ve çat kapı gelen mezuniyet töreni.
Koca kampus cıvıl cıvıl ve ben
cüppemi giymiş beklemekteyim sıramı tıpkı az sonra dar ağacına çıkacak bir
mahkum gibi gözüm kapıda annemi ve kardeşimi beklerken.
Şükürler olsun ki tören henüz
başlamışken kapıda beliriyor yorgun annem ve canımdan çok sevdiğim afacan
kardeşim.
Derken anons ediliyor ismim ve
sahnede alıyorum yerimi.
Yüzümde dolanan bulutlar ha yağdı ha
yağacak.
Ve bölüm başkanım beni tebrik ediyor
ve elime iki kağıt tutuşturuyorlar.
Biri diplomam ya diğeri?
Ne ilginçtir ki aradan geçen koca beş
sene sonu tesadüfen öğreniyorum bana verilen o diğer kâğıdın bir başarı belgesi
olduğunu ne de olsa en yüksek notla bölümü bitiren ilk on öğrenci arasındayım.
Törenden sonra çekilen üç beş resim
sanki bir cenaze töreninde canlı cenaze iken zatı âlim ve elimde iki resmi
belge.
Resimde eksik olan şeyler var.
Aslında resimde olmayan benim.
Aslında yanımda olması gereken de hiç
kimse ne de olsa hiçliğimle henüz tanışmadığım bir hayal dünyası, dünyamın
dönmediği bilakis dünyanın başıma yıkıldığı…
Derken hastaneye dönen annem ve
kardeşim ve ben nerede unutulduğumu bilmeden bir koşu eve gidiyorum gireceğim
inziva öncesi bol bol gözyaşı döktüğüm bir mezuniyet töreninin de resmini
çizdiğim…
Ve birkaç ay içerisinde hanemizde
verdiğimiz bir eksik ile yeni bir kabus başlıyor.
Reşit olmayan bir acının rüştünü
ispatladığı ve duygularımı kundaklayıp soluk bir yüzle altına imzamı attığım
ilk işime de giriyorum cenazemiz kalktıktan sonra.
Uyuduğum yıllar.
Unutamadığım.
En çok da unutmayı istediğim ve alt
edemediğim bilumum duygu seneler sonra yeniden üniversiteye dönüp başka bir
bölümde yüksek lisans yapmama vesile en azından çok sevdiğim bir bölümde
öğrenci kimliğimi yeniden sırtıma geçirip yeni bir dünyanın da kapısını
araladığım belki de sonuna kadar kapattığım…