Yirmi altı yıl önceydi.

“Bir Gamzeli Şafak ‘ta inmiştik Ankara’ya… O gün okumak, adam olmak, aşk ve sevdası içinde düşmüştük gurbetin yollarına…

İdealist bir insandım. İnsan çocukken gerçeklerden habersiz, gençken gerçeklerin seyircisiymiş meğer…

Hep, “Ben olsaydım…” diye başlayan gerçeği görenleri ve yaşayanları eleştiren veya gönül koyanlardan biri de bendim… Gençlik işte…

Çocukluk ve gençlik insan hayatının en güzel iki günü… Ve insanın geliveren, gelmekte asla gecikmeyen üçüncü günü; olgunluk diğer adıyla ihtiyarlık günü… İnsan elinde olmadan konuşuyor…

Ve rast gele konuşmaların faturası; adamı adam ediyor. Dünün şimşek çakan gözlerinde “Hayat bu, kolay değil…” ifadesinin derinliğine takılıyor.

Zamanın parsellediği ve rüzgârda sürüklenen bir yaprağa dönüşüveriyorsun. Kendini sabah ve akşam otobüs durağının müdavimlerinden olup çıktığını görüyorsun bulunduğun yerde...

Dünyanın çocukluk ve gençlik gözüyle gördüğün gibi olmadığını, çok daha farklı olduğunu görüyorsun ve anlıyorsun.

O günlerde bile yine de bir gönül insanıydım. Ruhu, inancı ve davranışlarıyla ruh ve mana adamı olmak… Gönül zenginliği, ruh saffeti ve Allah’a yakınlığı içinde olmak…

Allah insanın gönlüne nazar eder. Yaratanın hoşnutluğunu ve sevgisini kazanmak gönül insanı olmak ve gönülleri inşa etmekten geçmiyor muydu? Rabbiyle sulh içinde olmak…

Ona teslim ve tevekkül içinde emri ve yasaklarına karşı hassas bir yüreğe sahip olmak gerekiyordu. Gönül kapısının, huzur ve güvenin anahtarı sevgi değil miydi? İnsan maddi ve manevi kirlerden uzak durmaya kararlı…

Cismani ve bedeni isteklere tedbirli… Kin, nefret, hırs, haset, bencillik ve şehvet gibi hastalıklarla mücadele azminde olmak arzusu içindeydim. Her zaman hicaptan yüzü yerde, gönlü göklerde bir gönül eri gibi olmaya çalışıyordum.

Haklı yerde Hak için sadece bilekle değil, bilgi ve yüreğiyle de kavga etmesini bilmek... Başı dik, anlı açık ve gönlü pak olmak, ideali vardı.

İdealimde Türkoloji okumak, üstüne bir de mastır yapmak sevdasındaydım.

Kütüphanelerin kurdu olmak istiyordum. Ardımda canlı ve cansız binlerce eser bırakmak istiyordum. Türk Dünyasına açılmak, gezmek, oralara hizmet etmek istiyordum.

Baharda sürgün veren dallar gibi genç ve dinçtim. Yol arkadaşım “Sen olmadan asla gitmem,” demişti.

Kati bir kararlılık içinde birlikte düşmüştük yollara… Anadolu’nun en ücra köylerinden birinden çıkarak Ankara’ya gelenin birini gözünde; Ankara’nın ne kadar büyüyeceğini, büyük görüneceğini düşünün…

O gün, Ankara bizler için geleceğe açılan kapı, bir çıkış ve kurtuluş yolu gibiydi…

Gamzeli gülüşlere konarmış, bülbül seyri düşler...
Bilmem kaç gönüllüyü yakarmış, sendeki gülüşler
...

(...Devam edecek...)
( Gamzeli Şafak-1 başlıklı yazı Kocamanoğlu tarafından 13.02.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.