Soruyor muyuz kendimize benim gibi
kaçtıkça nereye kaçıyoruz? Hayattan sorumluluklarımızdan yakınlıklarımızdan
kaçmak diye bir şey var mıdır? Yoktur, öyle ise nereye kaçıyoruz neden niçin?
Hayat bir dağın yamacı, o dağın yamacından aşağıya atlayarak bir yerlerimizi
kıracakken yaralayacakken nereye kaçıyoruz? Böylesine uçmak özgürlüğe uçuş
değil, düşmelere davetiyedir! Bizleri sürükleyen benlik nefis karşı konulmaz
dünyalık kazançlarımız bizi birbirimizden ayırırken, daha nereye kaçmayı
düşünüyoruz? Zaten ayrılıkla gönüllerimiz yaralanmış, mutluluk bize uzak kalmış
daha ne kadar acı çekmeyi ıstırap içinde yanmayı seçiyoruz, yanıyoruz kavruluyoruz
işte yalnızlığımızın ıstırabında!
Duvarlar yıkılmak üzere üstümüze
üstümüze gelirken neden birbirimize koşmuyoruz da altında kalmayı seçiyoruz? Böylelikle
ne kazanç sağlayacağız? Tatsız duygudan eseri olmayan nahoş duygusuzluklarla
daha ne kadar dost kalacağız bizi yiyerek bitirmeye çalışırken? Bir özlü söz
vardır” Demir tava gelir kömür biter, akıl başa gelir ömür biter” inşallah bu
özlü sözü yaşayanlardan olmamamız dileğimle.
Eskiden ne güzeldi herkes edepli
Şimdi herkes küpeli Leyla sevilmez
şüpheli
Şimdi kalmışız iki dere arasında ne
etmeli
Ya iyi olanı almalı gülmeli
güldürmeli
Ya kötü ile yaşarken kimse zarar
görmesin diye
Alıp bu başı bu diyarları terk
etmeli gitmeli
Ne demiş büyüklerimiz
Kötülere katlanmak sandalyenin işi
Gönlün değildir işi hemen çekmeli
kötünün fişi
Adam olmalı edepli olmalı önce kişi
Adam derken bakarsın üç kağıtla
dönmüş yıkmış krişi
İşte bu nedenle yapmalı güzel olan
işi
Ya da alıp bu başı bu diyarları terk etmeli
gitmeli
Mehmet Aluç