Mavi bir bulutun öfkesini dindirmeye çalışıyorum ve karanlığın bağcıkları çözülüyor.

 

Özümsediğim ne varsa isli duvarlarda asılı bir tren tarifesi gibi şehrin aksanı.

 

Bölücü imgelerin tabiriyle yıkılıyor ortalık ve ilham perimle buluştuğumun ertesi giyindiğim huzur yeleğini okşuyorum parmaklarımla ve parmaklarımı sayıyorum kaça indi diye ne de olsa yüreğimdeki alan küçülüp büyümekle iştigal hani olurda parmaklarım azalır ya da çoğalır sanrısına yenik düşüp fino köpeği gibi sevdiklerimin göğsüne dayıyorum başımı.

 

Şaşalı bir ölü olma istemi var içimde mademki şaşalı bir fani olamadım en azından mezarımda huzurlu uyuyayım artık kim konfeti atar ya da balon asarsa mezar taşıma.

 

Azımsanmayacak bir ümit birikintisi an itibariyle etrafımı kuşatan ve duyulmazlığın sesine tanık saf yüreğimle saf tuttuğum mermer mezar başlıklarına gönderme yapıyorum ne zamanki aklıma sükun düşse.

 

Seni tanımaya başladım, sevgili Nilgün ve elimde tuttuğum o kalın kitabın sayfalarında sana dair cümlelere rastladıkça gidip geliyorum iklimin seğirttiği bir yaprak gibi Nisan’la özleştiğim belki de beni küçümseyen kim ise hala tepeye yerleştirdiğimin de garantisi iken içimde dinmek bilmeyen sevgi yeli.

 

Yeşeren bir göğsüm var bir de kalbim aslında sorumsuz ve sorunsuz addedilen kimliğime atıfta bulunanları asla da görmezden gelemezken.

 

Gurbette asılı kaldığın günlerin arasında bir koltuk buldum ve oturdum seninle sevgili eşinin arasına ama siz beni görmüyorsunuz ben ise sadece duygu dünyanda salınan bir bayrak gibi bir çıkış noktası arıyorum, sevgili Nilgün.

 

Gün bitti çoğu insana göre ve ben günü henüz sonlandırmadım ne de olsa yazmam gerekenler ağırlık yaparken yüreğimde kabaran deniz bile sadece yazmamı emrediyor suyun da durulup çekilmesi için.

 

Bu gün Nisan’ın on dördü ve geriye dönüp baktığımda ve 1992 senesinin on dört Nisan’ına bir yolculuk yaptım mı gördüğüm o ki evde kalan son üç kişi aile ferdi olarak ve babamın henüz soğumamış bedeni hastane morgunda defnedilmeyi beklerken ertesi gün.

 

Aradan geçen koskoca 27 sene babam ebediyete intikal ettiğinden beri ve ben hala o küçük kız çocuğuyum kirlenmemek ve çirkinleşmemek adına bir türlü elimi uzatamadığım insanlar oysaki sevdiğim, güvenmeye çalıştığım bir o kadar çekindiğim.

 

Senin Libya’da geçen günlerini okuyup seninle beraber yaşarken geçmişi kendi geçmişim de an itibari ile kapımda belirdi, sevgili Nilgün. Ne tuhaf kaybettiğim güzel insanlara şimdi de sen eklendin üstelik seninle bir kere bile karşılaşmadığımız ama seni yüreğime çoktan aldığım.

 

Henüz başındayım kitabın ve senin gurbet anılarının ve okurken içime yerleşen o yazma dürtüsü infilak etti de ansızın benim yolum yine sana düştü.

 

Nisan yağmurları hele ki günlerden babamın seneyi devriyesi iken ve evet, gök fazla yaşlı ve telaşlı ben ise çağlayan yalnızlığım, hayal kırıklığım ve özlemimle bir çentik daha atıyorum takvime.

 

Yanıldığım çoğu zaman ama bir türlü de anılmadığım… yine de dert değil ne de olsa ben insanlık adına kim var kim yok sevgiyle bazen kırgınlıkla sayısız insanı anıyorum biteviye.

 

Bir logaritma aslında içimde şekillenen ve neyin türevini aldığımı bilmeden başlıyorum dualarıma ve aralıksız da ediyorum uykuya dalana kadar ve bu gün daha da fazla etmeliyim.

 

Bazı insanlar hele biri var ki beni çok düşündürüyor ve yine onlardan biri ve en büyük korkusu da kabir azabı iken ve ben sanmıyorum ki bazı zamanlar bana yaşatılan acı ve zulüm neticesinde kabir azabını illa ki bu dünyada çektiğimi iddia ediyorum hatta dakikalar evvel aklımdan geçen ve bizzat yüksek sesle söylediğim… ne mi?

 

An itibari ile senin ve babamın toprağın kollarında yattığınızın benzeri iken kimi zaman içimdeki güzellikleri dilimleyen ve tek dileğim hiç kimse kabir azabı çekmesin.

 

Saflığımla şerh düştüğüm bir cümle bir o kadar bazı insanlar tarafından da sık sık alaya alındığı gerçeği oysaki ben tüm muzipliğimi yanı sıra en haz etmediğim alaycı söylemlere maruz kalıp yerin dibine geçmekten de asla haz etmediğim üstelik hiçbir sebebi de yok iken: bazen içimden gelen bazen çocuk tarafım bazense karşımdakine inanıp oyuna geldiğim.

 

Belki de yaptığım bir hata, sevgili Nilgün ne de olsa sen göç ettikten sonra çok şey gün ışığına çıktı ve ben sırf mutlu olmak ve de edebiyat adına dişe dokunur bir şeyler yapmak ümidiyle geçiyorum masa başına ki masa başı işimden nefret ettiğim için de gidip bizzat pedagoji okuyup psikolojide aldığım eğitimin ardından hala bir baltaya sap olamadığım gerçeği ile de dünyam defalarca yıkılmışken.

 

Tarih gerçekten de tekerrür ediyormuş bu anlamda kendimi tekrarlamadan yazmak adına tüm çabam ve de okuyucuya doğru bir mesaj sunup kalıcı olabilmek.

 

Yalandan kim ölmüş, değil mi ne de olsa kendimi inandırdığım kadar karşı tarafın da söylediği her şey inanıp defalarca infilak etmiş bir ses bombasıyım ben belki de bir sis bombası ve sesimin duyulmadığı ve görünmediğim bir düzenekte hala mutlu olma savaşı veriyorum bir de serptiğim tohumlar illa ki çürüğe çıkıp ben nizamiyede sıra bekliyorum.

 

Bu gün mezarlığa gitmenin tam da sırası ve bir de bakayım bari hala bir şans var mı mutlu olmak adına gerçi bunun cevabını bana kimse veremiyor ama en azından ölüler ne can yakıyor ne de yalan söylüyor.

 

Bekle beni, sevgili Nilgün yaşadığım bu kadar ihanetin ardından bunu söylüyor olabilmem bile ne kadar güçlü bir insan olduğumun göstergesi ve evet, bekle lakin yanına gelmek gibi bir niyetim yok sadece ruhunun ve ruhumun huzurla dolmasını istiyorum ve elbette rahmetli babamın da ve bunun için elimden gelen ne ise yapacağım.

 

Sevgiler, canım.


( Bu Gün Nisan'ın On Dördü başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 14.04.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.