ÖZGÜRLÜĞÜN KANATLARI ( ruh suretlerinde kalbimin yelkenleri )
Özgürlüğe kanat çırpıyordu koca gövdesi. Koyu
kahverenginin tüm tonlarını üzerinde taşıyordu. Sanki hiçbir kötülük ona
ulaşamayacak gibi yalçın kayalıkların üzerinde uçuyordu. Ona tüm kitaplar
‘’Doğan Kuşu’’ adını vermişti fakat gerçek adı özgürlüktü. Güneşte kanatları
bir altın gibi parlıyordu. Büyük ‘’Falconidea’’ familyasının en dinamik
üyesiydi. Alacalı kül rengi tonları onu tüm arazilerde görünmez kılıyordu. Bu
keskin bakışlı Doğanın bir de üç güzel yavrusu vardı. Tüm gayreti onlara yemek
bulabilme üzerine kurulu zor bir dünyaya doğmuştu. Çünkü tüm yavrular avlanmayı
bilmedikleri için bu şanlı güzelliğin getireceği yemeğe muhtaçtı.
Yine güneş
doğumunda kanatlarını kocaman bir güne açtı. Üç küçük yavrusu da uyanmış yuvada
bir oraya bir buraya açlıkları haykırıyorlardı. Hemen kendini yamaç kayalıktan
sonsuzluğa bıraktı. Yaşamak için yemek bulmalıydı. Doğan kuşu doğadaki diğer
yırtıcılar gibi gruplar halinde gezmezdi yalnız yaşarlardı. Bazı zamanlar
keskin gözlerle yerleşim yerlerine yaklaşırdı. İnsan denen yürüyüp egosu ile
uçtuğunu sanan o küçücük ruhlara bakardı. Hepsi bir sebeple koşturuyor ama
hiçbiri gerçek özgürlüğü tatmıyordu. Gökyüzüne demir yığınları ile yükselip
uçtuğunu sanan, tüm enerjisini doğayı yok etme pahasına kendi için harcayan ruh
topluluklarıydı. Doğa bir gün bunun hesabını onlara soracaktı.
Bu fedakar
kanatlar sonsuz kayalıkların arasından mermi hızında geçiyordu. Keskin duyuları
da etrafındaki tüm yiyecek potansiyelini aramakla meşgul idi. Bu kanatlıların
en büyük silahı sivri gagaları ve ayak pençeleriydi. Yuvanın hemen yanında
duran kayaları bir bıçak bileyicisi gibi kullanıyor gagasını sürterek daha da
keskinleştiriyordu. Avına yaklaşıp yakaladığında tek gaga darbesi yetiyordu. Bugün etrafta hiç küçük kemirgen yoktu. Yine
zor yol onu bekliyordu. Kendini ve pençelerini büyük bir kavgaya hazırlar gibi
havada daireler çizmeye başladı. Tehlike derecesi en yüksek yer tam da altında
duruyordu. Üç küçük yavrusunu düşündü ve tereddüt etmeden ‘’yılan yuvasına’’
doğru sert bir dalış yaptı. Doğada hayatta kalmak işte bu kadar tehlikeliydi.
Çünkü gelişini gören Kara yılan onu taşın kenarına gizlenerek bekliyordu.
Fedakar doğan tam kayanın altına doğru yaklaşırken kara
yılan atağa geçti. Ok gibi fırlayıp kocaman dişlerini doğanın kanatlarına
geçirmeye çalıştı. Doğanın yaşadığı şok ve korku gözlerinden okunuyordu.
Refleks olarak kanadını sağa doğru kaçırarak diş darbesinden kurtuldu. Biraz
yükselip ilk şoku atlattığında olaya geniş çerçeveden baktı. Yuvadaki küçük
yılanlar her zaman kolay hedef olurdu. Ama bu anne yılan ölmeden yavrularını
vermeye hiç niyeti yoktu. Doğan etrafında dönüp hamle yapmaya hazırlanırken
yılan da kayaya çıkmış başını güneşe doğru çevirip hamleyi savuşturma hazırlığı
yapıyordu. Güneş vurduğunda rengi gres yağı gibi parlak ve ıslaktı korkutucu
duruyordu. Aslında bu savaşın kazananı olmayacaktı. Bunu ikisi de biliyordu bu
dövüşten galip ayrılan bile çok yara alacak belki o da ölecekti. Üç küçük
yavrusu yine aklına geldi. Onlara kıyamaz başka familyalar gibi terk edemezdi. Pençelerini daha da dikleştirerek arkadan
saldırmayı denedi fakat yine olmadı. Aklında ‘’neden bugün bu yılan avlanmaya
gitmedi? ‘’ sorusu dönüyordu. Öğlen sıcağı iyice vurmuş toprak fokur fokur kaynıyordu.
Bir yere konarak dinlendi. Eğer şimdi saldırmazsa daha fazla yılan geldiğinde
hiç şansı yoktu. Mermi gibi içeri dalacak küçük yavruyu kapıp kaçacaktı. Başka
da çaresi yoktu. Kara yılan iyice yuvanın ağzını kapamış tıslayarak etrafa
korkutucu sesler haykırıyordu. Yuvanın bir giriş tarafı bir de taşların
arasından ikinci bir çıkış yolu vardı. Fakat diğeri kadar büyük değildi. Belki
de kara yılanı bir oyunla alt edebilirdi. Önce diğer küçük çıkış deliğine doğru
yavaşça süzüldü. Tek isteği yılanın o nereye giderse onu takip etmesiydi. Kara
yılanın gözü doğandan ayrılmıyordu. Hemen küçük deliğe doğru hamle yapmak için
harekete geçti. İşte doğanın beklediği hareketi yapmıştı. Yılanın hesap
edemediği şey; diğer girişe gidebilmek için yeraltından gidecek ama doğan
hızlıca yön değiştirebilirdi. Öyle de oldu yılanın içeri girdiğini gören akıllı
doğan hızlı bir kanat darbesiyle yönünü değiştirdi ve mermi gibi yuva girişine
uçtu. Kara yılan küçük olan delikten çıkıp kimseyi göremediğinde kandırıldığını
anladı. Öfkeden deliye dönmüştü. ‘’Nasıl olur da bir kanatlı beni kandırır ‘’
diye hırsla içeriye doğru hamle yaptı. Yuva içine hızla dalan doğan küçük bir
yılan yavrusunu gagasının arasına alarak hızla özgürlüğe ulaşacağı kapıya doğru
yöneldi. Fakat o kadar da düşündüğü gibi olmadı.
Tam özgürlüğe kanat çırpacakken kara yılan keskin
dişlerini doğanın sol bacağına sapladı. O an hissettiği acı anlatılmazdı.
Acıdan sersemliyordu. Eğer şimdi durursa yılan zehrini enjekte edecek ve
yavrularını bir daha hiç göremeyecekti. Tüm gücüyle kanat çırptı. Güneşin
sıcaklığını teninde hissediyordu. Kara yılan güçlü kanatların karşısında girişe
kadar birkaç milim sürüklendi. Doğan acı içindeydi tek kurtuluşu derine
girmeyen dişin olduğu eti gagasıyla açmasıydı. Gözleri bir anda karşıdan gelen
birkaç büyük yılana takıldı. Onlar da bu manzaraya şok olmuş doğanı öldürmek
için hızla geliyorlardı. Gagasındaki küçük yılanı diş darbesi almayan sağ
pençesine aldı. Sol pençesi giderek hissizleşiyordu. Olan gücüyle yılanın diş
sapladığı ete doğru gaga darbeleri vurmaya başladı. Her darbede toprağa al
renkler akıyor fakat işe de yarıyordu. Sonunda öyle bir kanat darbesi savurdu
ki dişi etinden sıyırmayı başardı. Kendini sonsuz gökyüzüne yükseltiyor
kurtulduğuna inanamıyordu. Küçük yılanı tekrar gagasına alarak yaşadığı
kayalıklara doğru uçtu. Kayanın ucunda sevimli sesler çıkaran yavruları annelerini
gördüğünde sevinç naraları atmaya başladılar. Gagasının ucundaki küçük yılan
yavrusunu üçe bölerek bir bir yavrularına yedirdi.Artık Sol pençesinin üstüne
basamıyordu Ama ne olursa olsun anneydi ve yarın yine mücadele için kanatlarını
sonsuzluğa bırakmalıydı….
21.102015
ALİHAN ALTITAŞ