Saklı olmasını dilediğim çok şey yok hani…
inanma sakın yine de abartma sen.
Bir ton farkı aramızdaki sayaç sonra
sanrılarımı büyüttüğüm yas saksım sonra da mavi bir mintan, sevgili yazarım ve
akışkan bir rehavet olmadı rivayet.
Sözcük dikiyorum ben boylu boyunca
serildiğim döşeğimde döş sancıları biçiyorum.
Gözüm kapalı geldim ben hayata ve
illa ki gözüm kapalı sevdim, seveceğim de ne de olsa gönül gözümle aşıyorum
engelleri.
Göğü vuran bir ok gibi mizacım ve
Tanrı ile olan muhabbetim.
Şimdi kuytuda bir kuş yumurtası olsam
bil ki ben tüneyeceğim düşlerime sonra da yumurta düşmeden ben düşeceğim
gözlerinden rahmetin.
Bir uyluğum var ki.
Ah, bir de uyruğum.
Vatanına âşık bir Türk kızıyım lakin
uyruğum çok uluslu bir seferberlik yoksa çok acılı bir tarife mi desem…
Ah, ben.
Acı çeke çeke sonunda erdim hidayete
ve kundakladığım geçmişime meyyal bir de gelecek potansiyelimle şimdimi
avutuyorum ve çocuk yanımı kaybetmemenin verdiği bilinçle yaşımı ve yasımı
muhafaza ediyorum.
Görünen köy kılavuz ister sence, değil
mi?
Yine de çok emin olma ne de olsa
kendimi senle bir özdeşleştirmiştim ki sorma gitsin sonra ne mi oldu?
Kelaynak kuşlarına özendiğimi sanma
yine de yalnızlık benim manevi örtüm, manevi dokum şimdi sen bir dokun ama
sanma da hani bin ah işiteceğini.
Gözümde büyüttüğüm insanlardan biri
de sensin sonra kalemini okudukça ve ruhunun enginliklerinde süzüldükçe…
farkımızı gördüm ve sana öykünme ihtimalimi anında yok bildim.
Al işte yeni bir hayal kırıklığı. Sen
otur başına tüm yazdığın kitapların sonra da sayfaları atlaya atlaya
ilerle-aslında ilerlememe demem gerekir-bu da yetmezmiş gibi tüm maaşımı
yatırdığım ciltlerce kitabını kitaplığımın kim bilir kaçıncı rafına koydum.
Sahi, ne olacak beni bu halim?
Hangi yazarsa yolumun ve yüreğimin
düştüğü sonra da edindiğim külliyesi sonra ne mi oluyor?
Bağdaşamadığım yeni bir yazar aslında
istifli binlerce duygunun gölgesinde uyuya kalıp da her nasılsa rüyalarıma
girmeyen yazarlar ve hepsi de an itibari ile hayatta.
Ve bir artı parantez: illa ki
sevdiğim iki kalem: biri Didem Madak ve diğeri sevgili Nilgün Marmara.
Nerden başlasam, demeyi unutup gaf da
yapmadan teyelli duygularımı ansızın söküp de göğün dikenli tellerinde kendime
mahrem bir alan yaratmışken ve sil baştan ruhuma eş düşecek bir yürek esintisi.
Yaşayan hangi ünlü yazarsa… sen ya da
Pamuk ya da bir diğeri ve elbette Nazan Bekiroğlu.
Ruh ikizimi filan da aramıyorum
sadece yürek esintimi hissedecek ya da onun dünyasına dâhil olacağım bir arayış
işte.
Sözcüklerin birer hurafe olma
ihtimali mi yoksa göğün tentesinde paytak paytak yürüyen ördek misali kendime
serilecek bir ağaç dibi mi aradığım?
Elbette hiç biri.
Nihayetinde arayışıma kaldığım yerden
devam ettiğim.
İçsel yolculuğumda muhalif bir Tanrı
gibi peşine düştüğüm hangi edebiyat aşığı ise bir şekilde empati kurmama vesile
olmadı gönül gözümde kocaman bir pasaj ayırıp içselleştirdiğim dünyası yazarın
ve kaybolan betimlemelerde muhalif bir kümeleme ile sanki ayrışmam gerekiyormuş
gibi.
Sahip olduğum…
Geçtim, sevgili yazar.
Ait olduğum.
Ve işte aradığım kelime: Bingo!
Sahi nereye aidim ben?
Vatanıma.
Memleketime.
İyi de hangi gruba?
Grup denen ne peki?
Bir dünya vatandaşı mı?
Doğru bir tanımlama lakin bu dünyaya
ait olmadığımı da vurguladım mı.
Sözcükler bitti işte aslında her
halükarda aidiyet duygumu sorgulayacağım tüm minvaller sonlandı.
Sonlanan belki de içimde çürümeye yüz
tutmuş dün odaklı vazgeçişler.
Ve işte şimdi de senden vazgeçtim
hele ki kitaplarından birinde okuduğum o cümleden sonra.
Cinselliğe vurgu yapıp da en özelini
serdiğin sayfada çok da doyurucu ve edepli bulmadım hani söylemini. Sanma ki
yineleyeceğim ne de olsa utanırım.
Peki, edebiyatta utanmak denen mefhum
hala saklı mı?
Olmalı da ne de olsa edebiyat topluma
mal olmuş bir sanat dalı ve mademki yazan kişiden çıkıyor artık o sahiplenme
duygusu.
Ağlasam mı gülsem mi sevgili yazar?
Aslında konu, sen de değilsin aslında ben bile değilim konunun ta kendisi.
İyi de konumuz ne o zaman?
Benim kafa karışıklığım ve nereye
sürüklendiğimin bilincinde olmadan gelişi güzel sevdiğim insanlar ne de olsa
hümanist bir insanım ben lakin tanıdığım tanımadığım hiçbir hümanistin
listesinde bulunmamaktayım. Ya benim listemde kayıtlı olan isimler kim ki?
Mevzu bahis isimler de değil aslında
sadece severek insanları kendimi çok daha iyi hissettiğim bir de aşkın dokusu.
Dokunuşu diyemem çünkü aşk manevi
anlamda bana haz veren öznel bir duygu ve aramıza kıtalar bile girse ben
görmeden, duymadan aşık olabilirim keza oldum da üstelik çocukluğumdan bu yana.
Hastalıklı bir hayvan mıyım yoksa
sevgili Nilgün Marmara’nun vurguladığı o pasajda asla kendimle bağdaşmayacak
bir simge iken?
Mümkün.
Her birimiz hastalıklıyız üstelik.
Para harcama hastalığa tutunanlar.
Ya da gıybet çarkında gıybet yapmayı
kendinde hak görenler.
Belki de estetik yapmadan ya da spor
yapmadan yaşayamayanlar.
Bu güne kadar yolum sayısız grupla
kesişti tam bir guru gibi aslında ben sadece kendimi yedim illa ki ait olmam
gereken bir sosyal topluluğun arayışı içerisinde bazense aynı anda sayısız
gruba müdahil olmak istedim hatta oldum da. Eh, kendimi yanıltmakta üstüme
yoktur bir de insanlar beni yanıltmayı vazife edinmişken.
Safiyetim çok bariz ama ben buna hep
iyi niyet tamlaması yaptım.
Riyasız, yalansız yaşamayı meziyet
bilip de üstüne aldığım darbeler yok mu… lakin sevmemek gibi bir mazeretim
olmadı ki olamaz da. Ben de bu sefer insanları uzaktan ve hissettirmeden
sevdim: Allah şahit ve sonunda erip ereceğim hidayet öncesi sayısız artçı
yüreğimi ve ruhumu bozguna uğratan.
Bozgun. Yanlış bir tabir.
Buna kısa ölçekli hayal kırıklıkları
serisi diyelim en azından ama bu asla engel olmadı yeniden başlayıp yeni
arayışlara girmeme.
Elimde neredeyse bu güne kadar
yazdığım kitapların her biri ama okumaya takatim yok çünkü yavaş yavaş kendi
cümlelerimi kaybedip senin etki alanına girdim ama bu, demek değil ki senin
düşünce sistemini benimseyip içselleştirdim çünkü çok farklıyız seninle.
Nereden bakarsan en azından bir otuz
sene fark var aramızda: hem yaş olarak hem de yazma deneyimin olarak. Sen kırk
yıldır yazan bir kalemsin ben ise henüz yedinci yılımı bile doldurmadım.
Peki, ben cidden yazar mıyım, sevgili
yazar?
Buna hala karar verebilmiş değilim ki
buna karar verecek yegâne merci sadece okuyucu kitlesi ve henüz basılı bir
kitabım olmadığı için bu eleştiriyi bana kim ne şekilde yöneltebilir ki?
Gerçek olan bir şey var ki; fazlasıyla
ciddiye alıyorum yazmayı hatta önceleri yaşamaktan bile öte ciddiye alırken son
zamanlarda şuna vakıf oldum ki: yazmak hayatımın önüne geçmemeli hatta bana
yöneltilen bir eleştiride bunu vurgulayan kişiye nasıl da kızmıştım.
Mademki hayatım bir sıfır önde
gidiyor ben de yaşantıma doğru katkılar yapmak adına yazmayı şimdilik bir araç
olarak kullanacağım ki öncesinde tüm yaşama amacım idi.
Sarmalında duyguların ve hayatı da
şiir gibi algılarken ve senin yırtıp attığın şiirlerini okumayı çok isterdim.
Belki de onları okumayı da yarım bırakacaktım ve işte hayatta kaybetme nedenim:
her şeyi yarım bırakmış olmam ki ben bunu adeta biz vazife edinmişim.
Bana destek olan insanlar olmasaydı
yazmayı da sayısız kere bırakmaya teşebbüs ettiğimi itiraf etmeliyim.
Ve itiraf etmem gereken çok şey var
beni sırada bekleyen ne de olsa yazdıklarım sadece ve sadece buz dağının
görünen kısmı: ah, bir de görünmeyen o devasa kütlesi yok mu üstüne üstük
kendime bile yüksek sesle itiraf edemediğim…
Görünen o ki; yolum sen ve senin gibi
yüzlerce yazarla kesişecek ve nihayetinde kendimle illa ki uzlaşacağım.
Renklerin dili olsa da konuşsa.
Aslında her birinin bir rengi
olduğunu yavaş yavaş öğreniyorum ve son zamanlarda illa ki mavi’nin dilinden
konuşuyorum.
Yeni kitaplarının da takipçisiyim,
sevgili yazar: okumasam bile bil ki edineceğim.
Sevgiyi tasdik eden her duyguya ve
açılıma muhtacım ne de olsa yolum sevgiden ve inançtan geçiyor tıpkı mavi’nin
bahşettiği umudu ruhuma boca edip de peşine düşmüşken huzurun ve mutluluğun…