Cemil Meriç bir büyük yalnız, ömrünü muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbale bağlayan ışıktan ve kelimelerden bir köprü olma sevdasına adamış münzeviydi. 12 Aralık 1916’da , Reyhaniye (Reyhanlı) ilçesinde doğdu. Yedi yaşına kadar Antakya’da yaşayan Cemil Meriç, babasının memuriyetten ayrılması üzerine ailesi ile birlikte bugün “Reyhanlı Cemil Meriç Kültür Evi” adıyla müzeye dönüştürülen evine döndü. 1933’de, 17 yaşındayken Antakya’da yayınlanan Yenigün gazetesindeki “Geç Kalmış Bir Muhasebe” başlıklı yazısıyla yazarlık hayatının ilk adımını atmıştır. Lise öğrencisiyken milliyetçi tutumu, yayımlanan bir yazısı ve bu yazıda bazı hocalarını eleştirmesi yüzünden lise diplomasını alamadan okulu terk etmek zorunda kaldı. 1936’da İstanbul’a geldi ve lise öğrenimine Pertevniyal Lisesi’nde devam etti. Bu süreçte Nazım Hikmet başta olmak üzere dönemin usta şairleriyle tanışma imkanı buldu. Geçim  sıkıntısı nedeniyle 1931’de İskenderun'a döndü. İlkokul öğretmenliği, Tercüme Bürosunda reis müdavimliği, THY’de sekreterlik, Belediyede katiplik gibi geçici işlerde çalıştı. 1940’ta İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu'nda öğrenim gördü. 1941’den itibaren İnsan, Yücel, Gün, Ayın Bibliyografyası dergilerinde yazıları yayınlanmaya başladı. 1943’de ilk çeviri kitabı Balzac'ın “Altın Gözlü Kız” romanı yayımlandı. 1946’dan 1974’e kadar İstanbul Üniversitesi'nde Fransızca okutman olarak çalıştı. 1948’te Yirminci Asır dergisinde yazılarını yayımlarken bir yandan da Victor Hugo'nun Hermani adlı piyesini manzum olarak tercüme etti. 

Cemil Meriç, çocukluğunu oyunlarla değil, kitaplarla doldurarak geçirmiştir. Çok küçük yaşlarda bulduğu her fırsatta saatlerce Zehra ablasından kendisine kitaplar  okumasını istiyordu. Okumayı öğrendikten sonra ise ileri derecede miyop olan gözlerine aldırmadan gürül gürül okumaya devam etmiştir. Yıllar sonra gözlerinin gücünü iyice kaybetmeye başladığını fark etti. Onun için asıl felaket gözlerini kaybetmesi değil, kitap okumadan, yazmadan  geçireceği bir ömür düşüncesiydi. Bu yüzden zayıflayan gözlerine aldırmaz, odasında masanın üzerine sandalyesini koyar, kendisi de sandalyeye oturarak ampule otuz santim uzaklıkta kitabını okurdu. Elektrik ampulünü aşağı kadar indirecek bir kordon almak yerine cebindeki son kuruşunuda  kitaplara vermeyi tercih ederdi. 
1955’de görme yetisini tamamen kaybetti ve birkaç başarısız göz ameliyatı geçirdi. Doktorları ameliyatlara yurt dışında devam etmesini uygun gördü. Meriç, hayallerinin şehri olarak tasvir ettiği Paris'te başarısız bir ameliyatın ardından gözlerini tamamen kaybetti. Sıhhatli günlerinde görmek için can attığı o Paris’te ki hastanede günlerce karanlığına ışık aradı. Yaşadığı büyük hayal kırıklığı ve  hüsran dudaklarından şu dizelerle döküldü: “ Ben görmedim Paris’i... Paris evde yoktu. Ben rüyada gördüm Paris'i, gülümsedi ve kayboldu. Neden beni aramak için buralara kadar geldin, diye sitem etti bakışları. Prometre Kafdağı’na zincirlenmiş, ben hastaneye zincirliydim.  Paris’te hastaneye zincirli olmak. Hastaneye ve karanlığa. Reyhaniye’nin çamurlu sokaklarını, kerpiç kulübelerini ve maymun azmanı insanlarını, kötü yazılmış natüralist bir romanın esneten teferruatlarını okur gibi, yıllar yılı seyreden gözlerim, Paris’te kapalıydılar.” (Jurnal,8.10.1963)


Yazarlık hayatının en üretken çağını, Necip Fazıl Kısakürek' in deyişiyle, dış gözleri kapanıp iç gözü açıldıktan sonra yaşadı. Çevresindekilere okuttuğu Fransızca ve İngilizce metinleri sözlü olarak tercüme etti ve yardımcılarına yazdırdı. 1963’te, aralıklarla yirmi yıl sürdürdüğü, ölümünden sonra 2 cilt halinde kitaplaşacak olan Jurnal'ini yazdırmayı başladı. 1964’te ilk telif kitabı olan “Hint Edebiyatı” yayımlandı. Bir dünya edebiyatı yazma düşüncesiyle yola çıkmış , İran edebiyatıyla başladığı yolu Hint edebiyatıyla bitirmiştir. Doğu medeniyetlerine karşı olan önyargıları yıkmayı amaçlayan eser “Bir Dünyanın Eşiğinde” başlığıyla iki kez daha basılmıştır. 
Olgunlaşmış üslubu ve zengin fikir Dünyası’nın geniş kitlelerle buluşması bu kez de 1974 yılında art arda basılan Bu Ülke ve Umrandan   Uygarlığa adlı kitaplarıyla gerçekleşti. Daha sonra 4 yıllık bir suskunluğun ardından Mağaradakiler 1978), Kırk Ambar (1980), Bir Facianın Hikayesi (1981) adlı eserlerini okuyucularıyla tanıştırdı. Sağlığında basılan son eserleri ise Işık Doğudan Gelir (1984) ve Kültürden İrfana (1985) oldu. 
Ömrünü kitaplara ve düşüncelerini aktarma aracı olarak gördüğü yazılarına adayan , hatta bu uğurda gözlerini feda eden bir hakikat arayıcısıydı. Bir ömür boyu her türlü peşin hükme , ideolojiye, demagojiye, siyasi görüşe ve düşünceyi daralan “izm”e karşı Saime mesafeli durmaya çalışan bir hakikat aşığıydı. 
Cemil Meriç, 1984’de beyin kanaması ve ona bağlı olarak bir felç geçirdi. 3 yıl boyunca kendinisini yatağa mahkum eden ağır bir hastalık dönemi geçirdi. Görünmez prangalarla bağlı o yatakta, zihninde  kaç tane  kitabı bitirdi bilinmez. Ardında mutlaka okunması gereken eserler, alın teri ve müthiş bir zihnin kazanımı olan ödüller bırakarak 13 Haziran 1987’de arayışlarla dolu fikir dünyasına veda etti. 
İsmet Özel'in , Cemil Meriç'i “ Bu topraklarda yaşayan ve mücadelesini bu topraklarda vermeye niyetli veya kararlı herkes için onun öncü vasfını tanımak ve kabul etmek gerekir. sözleriyle  yorumlamıştır. Yaşadığı zaman zarfı içerisinde Dil, Tarih, Edebiyat, Felsefe ve Sosyoloji olmak üzere sosyal bilimlerin birçok alanında araştırmalar yapan, yazılar kaleme alan düşünce adamı Cemil Meriç'i daha iyi anlamak ve anlatabilmek ümidiyle... 










Büşranur Erayabakan

( Bir Hakikat Aşığı Cemil Meriç başlıklı yazı Mor Yakamoz tarafından 13.06.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.