Bir rubai dillenen…

Mezar başında aşkın İlahi bir sancı

Çaput bağladığım göğün nakkaşı elbette

Tanrı.

 

Soruyorum kendime

Susup birden bire

Bandığım her kelime

Yaftalandığım ömrün mizacı

Asılı kaldığım o kare

Nemrut gölgelerin saltanatı

Bilinmezin indinde.

 

Suskuların tebessüm ettiği bir çağla vakti nakşeden o türküde asılı kelam aşkın taşkın mizacında yarım cümlelerin başını bağladığım bir gece vakti.

 

Şimdimi sonlandırdım güzel Rabbim ve kaldım seninle baş başa ben ki devrik acıların prensesi, kelamın özrü var ya da yok yeter ki dokunulmazlığında solsun cemalim.

 

Bir hüviyet dillenen ve bir kare sayısız üçgenlere bölünen ve ben bir endamla bin bir nazla çıka geldim huzuruna

Dövünen ruhun; tapınan benliğin ve devasa bir lanetle yüzleşip de gerisin geri kaçtığım cehaletim.

 

Yol yakın ya da uzak.

 

Bense seyrüseferinde mabedimin içtiğim iksiri boca ettim ölmeden kabrime.

 

Saltanatını sürdüğüm eski dünlerim yok artık aslında bir günüm de yok ne zamanki düştüm bu aşka.

 

Kavminde ölümün ve surelerin yitiminde yeniden Besmele ile başladığım her hikâye içimi mayhoş bir hurafe olsa olsa dillenen ve rüzgârın akımında hayatı da akışına bırakamadığım metazori bir lanet, o kibirli sevdaların yasını tutan bir martaval bazen kazan kaldırdığım bir şehla düş’te elimle ittiğim aşkı ve rahmeti biz zamanlar nasıl da görmezden geldiğim…

 

Görmezden gelindiğim ise gün gibi aşikâr. Aşiyan yollarında gölgemi de yitirdikten sonra kaldım bir başıma ve yalnızlığın temaşasında ben bir diri hece olmayı lav ettim.

 

Gül, demişti oysa Rabbim.

 

Nedenini bilemedim; gülemedim.

 

Adınla yaşa demişti sevdiklerim.

 

Adımla yaşadım lakin ad’ımı yaşatamadım ne zamanki yaşlar döküldü gözümden çözüldüm ben lime lime.

 

Gizemli yolların neferiydim ve aşkın tebaası iken içimdeki ç/ağrı ben sudan sebeplerle taşıdım yüreğimi en ağır yük bilip sevdamı taşlayan cümle aleme de restimi çekip benlik bir mizaçla öfkemi söndürdüm aslında ölümdü öykündüğüm ne de olsa şehrime bahar geç geldi.

 

Notaların dahi sustuğu.

 

Kuşların çoktan göçtüğü.

 

Mavi’nin dokunda asi bir siyah ve pembenin coşkusunda yalın ayak bir şiir ile sözlendiğim.

 

Sabır taşını çatlatan kehanetlere aldandım susamaya duyduğum özlemle sustum ve sınandım Rabbimin nezdinde gafil avlandığım insanoğluna sorular sormadım bilsem de cevabını yutkundum ben tüm şıkları ve kareli kağıtlarda gülen yüzler çizdim aslında kanıksadığım yalnızlığıma güfteler yazdım aslında bestesini arayan bir şiir gibi ç/ağladım.

 

Ön sözüydüm aşkın.

 

Arka kapağında yazmadığım romanın bir esinti idi içindeki yaprakları çeviren.

 

Sancılı bir hegemonya.

 

Sanrı yüklü de bir coşku.

 

Kepaze oldum sürgün olduğum her acıyı işleyip de yüreğime çıktım yoldan saptım bilinmeze.

 

İfşa ettiğim ne bir ön söz.

 

İfa ettiğim ne bana dair bir itiraf.

 

Aslında şehrin menkıbesini yazdım aslında şiirlerle tutunduğum hayata bir atıftı mezarımda begonviller yetiştirdiğim.

 

Kaypak düzende bir arpa boyu yol aldım almasına sonra gerisin geri kaçtım.

 

Utkun bileşkesinde yampiri bir cümle olma telaşı ile diktim içimin kopuklarını ve yolumu kesen haydutlara kafa tuttum.

 

Dilemması idi ömrün ve sayaç takıldıkça aynı yerde sarkacı yoldaş bildim ve aşkı metazori sevenlere inat benliğimi adadım dokunaklı şairlere.

 

Mavi miydi Tanrı?

 

Mavi miydi sahi aşk?

 

Sancılı varlık sevi dilinde bir rutindi sadece kıyama durduğumda kendimi sevdiğim; sadece kıydığım bir ömrün ertesinde soyut bir hece peşinde görünmezin mim koyduğu ve ben surelerle avundum hele ki salkım saçak göğün perdesini kapatırken melekler neylerim ben sizsiz, demenin meali ile sığındım Rabbime.

 

Döşeğimde yarım adalar.

 

Dört duvarın indinde sessizlik.

 

Sessizliğe mazhar evrende bir ses duyma ümidiyle peşine düştüğüm mucizelerim.

 

Martavaldı belki de yüreğin konçertosu ne de olsa suskun geçen ömrün bilançosuydu yazmaya yüz sürdüğüm bazense gerisin geri kaçıp azımsanan varlığımla etkisiz eleman olmayı reddetsem de yaftalandığım bir imbat idi belki de göğün rotasına kapılan hüznümde ben boykot ederken hayatı.

 

Dibi görünen denizin.

 

Sonuna vakıf iken ömrün.

 

Yine de bilinmezin gücüne biat ben hala inlerken göğün ve elemin yanık teninde.

 

Gücüm yetmezdi yetmedi de.

 

Sorularımı lav edip kayıt açtığım her yeni günde sezilerimi uyuttum bir mihenk taşı olsun diye de ruhumu avuttum ve şakıyan sessizliğin cürümü ile varlık katsayımda hiçliğime meydan okuduğum.

 

Ve yeniden başlıyorum hikâyeme yine senin huzuruna çıkıp da aksayan ayaklarında kaderin yeniden dürüyorum defterini aşkın ve inadımın.

 

Varlığın ketum hacminde bir billur yüreği de sunuyorum ellerimde ki küçük damlacıklar dökülürken peşim sıra ben sadece adadığım ömrümü aşka, bir pervazda unutup parantezde saklı niyazımı da sakınırken gözümden ve şimdi gidiyorum dönmenin de meali iken her veda ve susuyorum suskun gözlerime boca ettiğim rahmeti el üstünde tutarken melekler tutturduğum ne ise sadece korusun beni Rabbim.

 

 


( Gül, Demişti Oysa Rabbim... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 14.06.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.