“Elim acıyor anne.” “Artık çiçekleri sevmiyorum anne.”

 

Kış döneminin bir günü aklına geldi Tarık’ın memlekete gitmek. Sanırım zor ve sıkıcı günler geçiriyor iş yerinde. Oysa en sevdiği işini yapıyor. Ya da ben öyle zannediyorum. Eve çok yorgun bir şekilde gelmişti. Dışarı da nefes alınamayacak bir hava vardı sanki. Hani yağış getirmesi beklenen hava için “Boşaldı boşalacak şimdi.” “Boşalırsa tam boşalacak.” Gibi tabiler kullanırız ya işte aynı öyleydi. Kızıl gökyüzü akşamüstüne doğru kendini daha da gösterdi. Kızıllığı göz alıcıydı. O sonsuza doğru uzanan şeritlere bakarak üstündeki paralelliğe hayran kalarak küçük tombik işaret parmağıyla gösteriyordu bana Elizan. “Anne bak ne güzel bir çiçek.”

O gökyüzündeki kızıl çiçeğe, bende ona, görsel örnekleme zekasına hayranım…

Küçük bir çanta ile Karabük’e evliliğimin ilk beş yılını geçirdiğim yere gidiyordum. Tarık biraz daha iyi gözüküyordu. Onun iyi gözükmesi tüm aile için bir güç kaynağı, moral kaynağı.

 

“Anne bak gökyüzündeki çiçekten.” Ve bir anda uyandım. Ön torpidoya çarptı bacaklarım. Tarık’tan arabayı bir benzinlikte durdurmasını istedim. Karabük’e az bir mesafe kalmıştı. Benzinliğe yanaştık. Hemen lavaboya gidip yüzümü yıkadım. Neden tedirgin olduğumu anlayamadım. Rüyayı hatırlamayı çalışıyordum. Fakat tek bir cümle vardı zihnimde kalan. “Anne bak gökyüzündeki çiçekten.” Huzursuz olmuştum nedense. Bir yandan Elizan’ın o cümlesi hala onun sesinden kulağımda sürekli çalan bir kaset halini almıştı.

 

Hava hem Karadeniz’in serinliğini hem de gecenin serinliğini taşıyordu. Ellerimin ve yüzümdeki su parçacıkları donmak üzereydi. Hemen bindim arabaya. Elizan uyuyor, Tarık’ta aldığı enerji içeceğinden yudumluyordu. Her ne kadar ona kahveyi önersem de “O benim midemi yakıyor.” Diye bana karşılık veriyordu. Artık karışmıyordum.

 

İlerledikçe içimdeki huzursuzluk çoğalıyordu nedenini çözemediğim bir sebeple. Telefonumdan sürekli benim gördüğüm rüya ile ilişkilendirilmiş rüya yorumlarına bakıyor hiçbir sonuç elde edemiyor ve daha da tedirgin oluyordum. Sabahın ilk ışıkları aydınlanıyordu. Sabah saat 7’ ye geldiğinde Elizan uyanmış Karabük yukarı tepeden görünmüştü.

 

Yukarıdan pozlar almak için kenarda durduk. Öz çekimler yaptık, uzun pozlamalar aldık. Sonra Elizan’a bakma isteği duydum bir an. Elizan tek şeritli yolun karşısına geçmişti. Kendi kendime “Hayır bunun sonu filmlerdeki gibi bitmeyecek, dizilerdeki gibi hüzünlenmeyeceğim.” Dedim. Elizan sevinç çığlıkları atıyordu. “Anne bak gökyüzündeki çiçek.” Cümlesini kurmasına sevinç çığlıkları izin vermiyordu. “Sana getiriyorum annecim.” Dedi. O andan sonra hiç hatırlamak istemeyeceğim şeyleri hatırlıyor olacaktım. Tarık’ın çığlığını, arabanın yağlanmamış fren sesini ve bağırmak isteyip bağıramadığımı. Sanki nefesim yetmiyordu. Sanki ta yüreğime taş koymuşlardı. Sanki bağırsam zaman geriye doğru akacaktı. Ama yapamadım. Alamadım zamanı geriye, bağıramadım. Yanına gittim yavaş yavaş kızımın. Ve bana girişte verdiğim iki cümleyi kurdu. O günden sonra benim göz yaşım ise hiç kurumadı…

 

 

 

( Adonis Flammea başlıklı yazı Necatin tarafından 16.06.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.