Tekerrür Eden Tarih-10. Bölüm—kızıl Sultan
TEKERRÜR EDEN TARİH-10. BÖLÜM—KIZIL SULTAN
II. Abdülhamit tahta geçtiği andan itibaren Osmanlı Devletinde ve ilişkili
olduğu her devlette, toplulukta hangi açıdan bakarsanız bakın bir canlanma
başlamıştı. Meşrutiyet yönetiminden tekrar mutlakıyete geçtiği, anayasayı rafa
kaldırdığı günden itibaren Devlet-i Aliyenin her köşesinde her bucağında bir
canlanma başlamıştı.
Mesela ta Abdülaziz döneminde başlamış olan ‘’Hürriyet, eşitlik, adalet,
kardeşlik ‘’ İsteklileri meşrutiyetin kaldırılmasıyla canlanmıştı.
Berlin Antlaşmasından sonra Ermeniler canlanmıştı mesela... Bu dönemde 1885 de
Van’da Armenekan, Cevevre’de 1887 de Hınçak ve Tiflis’te 1890 da Taşnak örgütleri
kurulmuştu ve bu örgütler tabii ki Osmanlı Devletinin varlığının bekası için
kurulmuyordu.
Balkanlardaki canlanmayı söylemeye gerek yok. Yunan, Bulgar, Sırp, Makedon,
Romen, cemi-i cümlesi daha bir canlanmıştı.
İngiltere acayip şekilde canlanmıştı, zira Osmanlı Devleti, 1870 de milli
birliğini kurup güçlü bir devlet olarak sömürge yarışına dalmak isteyen Almanya
ile dirsek temasına başlamıştı. Artık Osmanlı Devletinin güçsüz bir devlet
olarak varlığını sürdürmesini istemek mümkün olmadığına göre parçalanmasında
bir mahsur yoktu. O halde her türlü mel’aneti canlandırması gerekiyordu.
Rusya daha bir canlanmıştı çünkü öyle görülüyordu ki artık İngiltere, yoluna
taş koymayacaktı.
Avusturya- Macaristan canlanmıştı. O da ‘’ Balkan topraklarını Ruslara
kaptıracağıma ben kapayım. O halde daha canlı olmam lazım.’’ Diyordu.
Her ne kadar fotoğraflarda kambur, bitkin, oldukça yorgun bir insan gibi
görünse de II. Abdülhamit o yakışıklı dedesi II. Mahmut’dan, Avrupai bir
görünüşe sahip babası Abdülmecit’ten, pehlivan amcası Abdülaziz’den ve tahtın
hali hazırdaki diğer varisleri olan kardeşleri Murat, Reşat ve Vahdettin’den çok daha canlıydı ve elinden geldiğince, gücünün yettiğince ve içinde bulunduğu
şartlar elverdiğince devleti de canlandırmaya çalışmaktaydı.
İsyanlar, ihtilaller, savaşlar, politik boğuşmalar, aleyhine yazılan-çizilen
onca yazı ve bir taraftan da Duyun-u Umumiye gibi bir belanın içinde olmasına
rağmen bu belalardan kurtulmak için öncelikle cehaletle mücadele etmesi
gerektiğini çok iyi biliyordu. O bakımdan tüm bu bela ve musibetler içinde okul
açmak onun birinci hedefi oldu.
Bu bağlamda ilköğretimi mecburi kılmakla işe başladı II. Abdülhamit. Bunu 1876
Kanunu-u Esasisine bir madde olarak şöyle yerleştirdi : “Osmanlı efradının
kaffeince tahsil-i maarifin birinci mertebesi mecburi olacak ve bunun deracatı
ve teferruatı nizam-ı mahsus ile tayin kılınacaktır”
II. Abdülhamit döneminde sade okulların sayısındaki artış bile onun eğitim
öğretime ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Mesela onun döneminde
Sayıları 200 olan iptidaîlerin( ilk
okullar ) sayısı 5000 civarına, Rüştiyelerin( Ortaokul) sayıları 250 den 600 e,
İdâdîlerin( Lise ) sayısı 4 den 32 ye çıkmıştır. Bu tabii ki koskoca Osmanlı
Devleti için yeterli değildir ama kendisinden önceki deönemlerle
kıyaslandığında muazzam bir gelişmedir.
Bu saydıklarım dışında: Deniz Mühendis
Okulu, Askeri Tıp Okulu (GATA’nın atası), Kuleli Askeri okulu, Mekteb-i
Harbiyeler (Harp Okulları yani) ,Askeri Baytar Okulu, Kurmay Okulu, Mekteb-i
Mülkiye (Siyasal Bilgiler Fak.), Mekteb-i Tıbbıye-i (Marmara Ünv.Tıp Fak.),
Mekteb-i Hukuk, Ziraat ve Baytar Mektebi, Hendese-i Mülkiye (Yüksek mühendis
okulu), Daarül Muallim-i Adliye (Yüksek Adalet Okulu), Maliye-i Mekteb-i Ali
(Yüksek Ticaret Okulu), Ticaret-i Bahriye (Deniz Ticaret Okulu), Sanayi-i
Nefise Mektebi (Güzel sanatlar fak.), Hamidiye Ticaret Mektebi (İktisadi ve
Ticari ilimler akademisi), Aşiret Mektebi (Osmanlılık fikrini yaymak için),
Bursa’da İpekböcekçiliği okulu, Dilsiz ve Âmâ Okulu, Bağcılık ve Aşıcılık
Okulu, Orman ve Madencilik Okulu, Polis Okulu onun tarafından kurulmuştur.
Tüm bunların dışında daha önce de belirttiğim gibi demiryolları ve
fabrikalar...Beykoz ve Kağıthane kağıt fabrikasından, Yıldız Çini fabrikasına,
Hereke dokuma fabrikasından Yedikule Havagazı fabrikasına kadar kurulan yeni
fabrikalar...
Bayezıt kütüphanesinin açılması, Darü’laceze’nin açılması, Şişli Etfal
hastanesinin açılması...Saymakla bitecek değildi onun zamanındaki yenilikler ve
gelişmeler. Üstelik oldukça dindar olmakla beraber yüzü batıya dönük bir
padişahtı. Kendi evlatlarına bile piyano eğitimi aldırıyordu. Onun zamanında
ilk kez 15 orta okulda karma eğitim ( kız- erkek karışık ) yapılmıştı. Kimi
devlet okullarında ama özellikle özel okullarda kız öğrencilere verilen eğitime
bakıyordu, başlarının açık mı kapalı mı olduğuna değil...
II. Abdülhamit, ülkede bu faaliyetleriyle ( ki buraya yarısını bile almadım )
devlete yeniden canlılık kazandırmaya çalışırken öte taraftan da artık İngiltere,
Fransa ve Rusya gibi devletlere güvenilemeyeceğini ama dünyada sap gibi yalnız
yaşamanın da mümkün olmadığını iyi bildiğinden, bir müddettir Osmanlı Devleti
ile flört etmeye çalışan Almanya’ya göz kırpmaya başladı.
Bundan böyle artık ‘’ Denge Politikası’’ Uygulayacaktı. Yani Avrupalı büyük
devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki birbirleriyle çatışan emellerini Osmanlı
Devletini ayakta tutmak için kullanacaktı. Bunun için de duruma göre ‘’Alman
bizim dostumuz, feda olsun postumuz.’’ Diyecek; duruma göre de ‘’ İngiltere
dostumuz, feda olsun postumuz.’’ Günümüzde olduğu gibi yani. ABD ile dost iken
Rusya’ya‘’ Senin savaş uçağın nasıl benim sınırımdan bir santim içeri girer
ulan. Aha da işte böyle indiririm’’ Demek, ABD, pkk ya beş bin tır silah yardımı
yapıp bir de Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan edince Rusya’nın koluna girip ‘’
Haddini bil Amerika!’’ Diye postayı koymak.
1882 de Alman Askeri Reform Heyetinin göreve başlaması, 1885 yılında bu heyetin
başına Von der Goltz’un getirilmesi Avrupayı ( Tabii ki özellikle
İngiltere’yi) tedirgin ediyordu. Bu arada Osmanlı padişahı hedefi büyütmüş,
taaa Japon İmparatoru ile dahi kanka olmaya çalışıyordu. Hatta dönüş yolunda
bir fırtınaya kapılıp batsa bile Ertuğrul Fırkateyni 1889 yılında Japon İmparatoru
Meiji’ye Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit’ten pek çok hediye taşımış, böylece
Türk- Japon dostluğu başlamıştı.
Velhasılıkelam Avrupa nazarında II. Abdülhamit çizmeyi aşmaktaydı. Efendi
efendi tahtında oturup ‘’ Gülelim eğlenelim kâm alalım dünyadan.’’ Demiyor tam
tersine ‘’ Ne gülmesi, ne eğlenmesi. Bundan sonra tasarruf yapacağız. Her kes
yerli malı kullansın.’’ Diyordu.( Yıldız Sarayı gibi bir israfı bizzat kendisi
yaptırmış olsa da...) Dahası adamın abdestsiz adım atmadığı söyleniyordu ki bu
lehine artı puan demekti. Yani devrilmesi zor olabilirdi. Zira Anadolu halkı
her zaman dindar hükümdarları severdi.
1889 da Ertuğrul fırkateyni yurt dışına giderken aynı yıl yurt dışından oldukça aziz (!)
bir misafir geldi. ( Aziz diyorum zira ona daha sonraları Hacı Wilhelm bile
dedik. ) Evet Alman İmparatoru Wilhelm
İstanbul’a geldi.Bunun ayrıntılarına fazla girmeyeceğim ama hemen peşinden Anadolu-Osmanlı Demiryolu Anonim Şirketi
kurulması, Genel Müdürlüğe Otto von Kühlmann'ın getirilmesi, İngiltere
Kraliçesi Victoria’nın sinirlerini zıplattı. Osmanlıya haddini bildirmesi
gerekiyordu. 1890 da Bulgaristan ve Makedonya’da olduğu gibi doğuda da Ermeni
çeteleri faaliyetlerini arttırdılar.
Osmanlı Devleti İngiltere’yı gıcık etmeye devam etti.
Mesela Selanik-Manastır hattının imtiyazının Deutsche Bank'a bağlı bir Alman
grubu adına hareket eden M. Alfred Kaulla'ya verdiği gibi 1891 de Ermeni çetelerine karşı Hamidiye Alaylarını
kurdu. Böylece 1894 yılına gelindi.
1894 yılında İstanbul’da büyük bir deprem oldu ama asıl deprem Güneydoğuda
yaşandı. Bu tarihte Sason’da Ermeniler ayaklandı. Aslında bu, Sason
Ermenilerinin ayaklanması değildi. İsyanı çıkaranlar Rusya’dan gelmiş olan
Taşnak çeteleriydi. Rus Ermenileri ve Türk Ermenilerinin sınırlardan serbestçe
geçme hakkı olduğundan Rusya’dan Sason’a gelen Taşnak Çeteleri burada Türk
Ermenileri isyana teşvik ettiler, onlardan yeterli desteği göremeyince de
bizzat kendileri ve çok az sayıdaki destekçileri ile Sason ve köylerinde
katliam yaptılar.
Burada dikkat etmek lazım. Sason’da o tarihlerde kimler yaşıyor? Kürtler ve
Ermeniler. Peki Ermeniler kimleri katletti? Kürtleri elbette. O halde bugün
sözde Kürt davasının temsilcisi olduğunu iddia eden pkk terör örgütü üyelerinin
önemli bir bölümünün Ermeni olmasını, örgütün Ermeni seviciliğini nasıl izah
edebiliriz?
Evet, devlet tabii ki bu isyana sessiz kalmadı. Hamidiye alayları da boşuna,
süs olsun diye kurulmamıştı. İsyan ne kadar sert olduysa isyanı bastırmak da o
denli sert oldu ve ne yazık ki arada isyanı asla benimsemeyen Ermeniler de kaynadı.
İşte bu isyan bir anda Avrupanın ve basınının en büyük sorunu, dillendirdiği
mesele haline geldi. Amiyane tabirle ‘’ Allah’ın bile unuttuğu ‘’ Sason, bir
anda Avrupanın en önemli gündem maddesi haline geldi ve işte bu isyandan hemen
sonra Avrupa artık II. Abdülhamit’e ‘’ Diktatör ‘’ Demeye, onu artık gazete ve dergilerinde ‘’ Kızıl Sultan ‘’ Olarak
anmaya başladı. Ancak, Sultan’a, diktatör, kızıl sultan, hatta daha ağır
hitaplarda bulunanlar sadece Avrupa değildi. Kendi ülkesindeki Türklerden bile
ona ‘’Pinti Hamit, Sefil Baykuş, Gölgesinden Korkan Ödlek.’’ Diyenler olduğu
gibi onu ‘’Kızıl Sultan’’ Olarak görenler hiç de azımsanmayacak kadar çoktu. (
14. Fotoğraf ile ilgili açıklamamı da mutlaka okuyun. )
RESİMLER
1- Darü’l Aceze
2- Sanayi-i Nefise Mektebi ( Güzel Sanatlar Akademisi )
3- Üsküdar Kız Sanayi Mektebi öğrencileri
4- Yıldız Porselen Fabrikası
5- Kaiser II. Wilhelm
6- Wilhelm Coleman von der Goltz
7- 8-9-10-11-12-13- Avrupa basınında II. Abdülhamit... ‘’ Katil, Kasap, Kızıl
Sultan’’ Temalı Karikatürler.
14- Bu karikatür bizimkiler tarafından yapılmış.Her ne kadar Padişah II.
Abdülhamit tahttan indirildikten sonra yapılmış bir karikatür olsa da içteki
hainlerin de dış güçlerle aynı ağzı kullandıklarını göstermesi açısından önemlidir.
Hatta iç hainlerin dış düşmanlardan daha düşman olduklarını göstermesi
bakımından daha önemlidir.
Karikatürün üstünde( Siyah çerçeve içine aldığım kısımda) ‘’ Sabık Hünkar,
Hûnkar ‘’ Yazmaktadır. Bunun manası ‘’ Eski Hünkar Kan dökücü’’ Dür. Hûnkar,
Kan dökücü demektir. Tahttan indirildikten sonra bile ona karşı kini
sönmeyenler vardır maalesef.
(
Tekerrür Eden Tarih-10. Bölüm—kızıl Sultan başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
20.06.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.