Her ne kadar demokrasi ile cumhuriyet ile yönetilsek de, Ülkemiz insanı ne hristiyandır ne yahudi ne de deist yahut budisttir, Müslüman’dır Müslüman. 


Her ne kadar faiz ve kredi serbest olsa da, her ne kadar zina yaygın olsa da, her ne kadar komşusu açken tok yatılsa da, kardeş kardeşi miras için kavga edip birbirini öldürse de, her ne kadar namus cinayetleri ve kadına taciz devam etse de, her ne kadar konulan kuralları özgürlüğe engel gibi görüp, trafikte terör estirilse de, ne kadar kötülük etrafımızda kol gezse de… Cuma ve bayram günleri de olsa camiler dolar taşar, kime sorsanız ben Müslümanım der. Kısacası ülkem Müslümanlığın hakim olduğu nadir ülkedir dünyada. Ne kadar halifelik kaldırılmış ve İslam’ın izleri silinmeye çalışılmış olsa da, dünyanın hangi Müslüman ülkesinde gitseniz, Bu kabul devam etmektedir, en azından halkların ve alimlerin gözünde… Mesela Pakistan’da cuma hutbesine çıkan imam, Osmanlı halifesi 2nci Abdulhamit Han’ı halife olarak zikretmektedir. Dünyanın hangi ülkesinde bir Pakistanlı görseniz, ülkemiz hakkında belki de bizden fazla bilgiye sahip ve değer verdiğini gösterir, güler yüzlü ve pozitif bir paylaşım sunar bize. 


İslam alimleri bir kalpte birden çok sevgi olmaz derler. O sevginin de Allah’ a olması ve o kalpte bekçi gibi hakim ve o sevgiyi kaybedeceği korkusuyla yaşaması gerektiğine vurgu yaparlar. Bir kalpte olan sevgi, onun yaşam biçimi belirler. Eğer bir kişi birine aşık olmuş ve kavuşamamışsa, intihar etmesinin sebebi de bundandır. Kalp bomboş ve kıblesini şaşırmıştır. Aşk ölmüşse yaşamında aşık için manası kalmamıştır. İlahi aşk oysa, ölümcül değildir, sonsuzdur. O kaybedilmez, yalnızca ihmal edilir ve günah işler. Tövbe eder ve onu onarabilir de…


Yediklerimizin nereye gittiğini hiç bir zaman merak etmeyiz, lafımızın havada uçuşarak yok olduğuna da inanırız. Oysa yediğimiz zehir olsa bizi öldürür, lafımız şer olsa da kalbimizi öldürür. İnsan bedenini düşünürken ruhuna yabancı kalırsa da yok olur, yaşayamaz. İnsan ilk önce bedenini yaşaması için öğretileri uygularken, ruhunu-kalbini de inşa etmenin yolunu bulmalıdır. Ben Müslümanım derken, başka dinlerin kimliğini benimsemek bedenin ruhtan ayrılması gibidir… Bedenlerde de yaşamak birbirine benzer ama kalpte binlerce sevgi ve onların ölümleri ile yaşanan depremler, kişiyi değil bir toplumu mahveder. 


Bugün birlikteliğimiz, sadece maddi çıkarlar çerçevesinde oluyor ve iki yakamız bir araya gelmiyorsa bunun sebebi, dilde Müslümanım derken kalpte bir çok dinin sevgisiyle haşır neşir olmamızdandır. Gücü maddeye ve süper güce dayandıran öğreti bizi yanlışa sürüklemekte ve aşağılık kompleksi ile ömrü heba ettirmektedir. Biz başka dinlerin danslarını, yemek yeme biçiminini, aşk ilişkilerini, mahremiyetsiz üslubunu benimseyerek yaşam biçimimizi onlara referans ediyoruz. Bu öğretiler ile büyüyoruz. Kur’anın arapçasını oku, üç beş süre öğren ve kıl beşi kurtar başı, namaz kıl… Ama yaşam biçimini ecnebiye göre ayarla… Felsefesi içinde gençliğe anlatıyoruz. Yani Müslümanlığımızda ds tıpkı bedeni yaşatmak gibi bir davranış modelini benimsiyoruz. İbadetin neden yapıldığını ve ruhunu anlayıp, kalbimize sevgisini ekmiyoruz. Kur’anın öğütlerine yabancıyız. Binlerce kitap okuyoruz ama Kur’anı okumuyoruz. Okursak, bizi zehirleyecekmiş gibi, bir öcüymüş gibi görüyoruz.


Suriye’den mülteciler geliyor ve onları beslemeyi bir azap gibi görüyoruz. Sanıyoruz ki onları biz doyuruyoruz. Oysa Kur’an ne diyor, rızkınızı Ben veririm diyor Allah. Onlara verdiğimiz her dünyalığın karşılığını, Allah bize nimetleriyle bize veriyor. Hani biz kazandık nasıl bunu bu insanlara veririz diyerek isyan ediyoruz. Eğer Allah bize güç vermese, mesela elimiz, ayağımız kopsa yerine aynısını alabilir misiniz? ne kadar dünyalığınız olsa bunu sağlamaz size… Eğer bu uzuvlarınız yoksa hangi şeyi çalışarak kazanabilirsiniz ki? Sizi yaşatanda, o nimete vardıran da, yaratanda Allah’tır. Size bu yetiminleri ve zalimliğe uğramış kişileri korumayla vazifelendirmiştir. Size bu sınavı sunmuştur, sabrınızı sınamaktadır… Eğer isyan ederseniz kaybedeceksiniz. neden bunu anlamıyorsunuz ki! 


Elbette Kur’an yabancı birinin, ben Müslümanım demekle İslam kardeşliğini ve paylaşmayı anlamsı mümkün de değildir. Eğer bir güç arıyorsak, hazinelere kavuşmak istiyorsak, başımız düşmana karşı dik duracaksa… Yalnızca Allah’a boyun bükecek ve ona secde edecek teslimiyetin sağlanması şarttır. Bu da ancak dini öğrenmekle, Kur’an öğütlerini yaşamakla mümkündür. Hangi yabancı topluma gitseniz, ben Türk’üm deseniz, hangi güçte ve ilimde olursanız olun, onlara göre siz Osmanlı torunusunuz ve Haçlı zihniyeti ile size karşı içten içe düşmanlık beslemektedir. Kur’anın dediği gibi asla size dost da olmazlar, bizde onları asla dost edinmemeliyiz. Oyunu onların anladığı dilden oynayacak, akılı bir siyaset gütmeliyiz.


Bugün etrafımız da ve sınırlarımız da yangın yeri. Hala şehit haberleri almaktayız ve artık sıradan bir haber gibi bunları seyretmekte, işitmekteyiz. Ne kadar düşman dost gibi görünse de, temelimizi oymaya devam etmektedir. Hala bu atamızın canı pahasına aldığı topraklarda şehit kanı akmaktadır. Kim ne yaptı, hangi hatayı yaptıyı… Birbirimizin kusurlarını aramayı bırakıp, ortak siyaset ve çıkar için, Allah rızası için kardeşliği tesis etme zamanıdır. Çok kitap okumak yerine ilk önce Kur’anı okuyup anlamaya çaba göstermeliyiz. Onun ışığında sonra da başka kitapları okumalıyız, Allah’ı kalbimize monte etmeliyiz. Allah’ı kaybetmekten korkmalıyız. Çünkü, gittiğimiz sonsuz yolda onun rızasını kazanmaktan başka da bir yol yok.


Bu güneş boşuna doğmuyor, boşuna yağmur yağmıyor… Boşuna deprem olmuyor, boşuna doğa değişime uymuyor!  Doğa değişirken de insana sesleniyor, sen de değiş ve doğru yola eriş… diyor. Her koyun kendi bacağından asılacaktır, başkasının yaptığı şer ve zalimliği eleştirmenin kimseye faydası yoktur, faydası olan onu sen değiştirebilir musundur. Uyanma zamanına tanık olsun artık şu aldığımız nefesimiz…     


Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur, Müslümanında…


Saffet Kuramaz

( Türk’ün Türk’ten Başka Dostu Yoktur, Müslümanında… başlıklı yazı safdeha tarafından 29.06.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.