Yılanla dost olmak

 

             Hava çok sıcaktı. Ağustosun ortalarındayız, en sıcak günleri yaşıyoruz. Hazirandan bu yana bir damla yağmur düşmedi. Toprak kurumuş, çatlamıştı, otlar sararıp kurumaya başlamıştı. Ekinler biçiliyordu. Ağaçlar meyvelerini olgunlaştırmak için güneşi daha çok içlerine çekiyorlardı. Cılız otlar, bitkiler bir an önce tohumlarını olgunlaştırıp toprağa bırakıp, seneye tekrar ırklarını idame etme telaşında, sararmağa, kuramaya başlamışlardı. Sıcaktan kurt, kuş serin, kuytu bir yerlere, insanlar sıcağın geçmesi için gölgelere çekilmişti. Doğa yanıyordu bir damla suya hasretti. Acil Su bekleyen güller, çiçekler, sebzeler vardı. Kökleri zayıf olduklarından susuzluğa dayanamıyorlardı. Aslında bu sıcak da üç günde bir sulanması gerekiyordu, Sebzelerin bol olabilmesi için. Akşam serinliğinde sulayacaktım. Bir haftadır sulanmamışlardı. Hepsi boyunlarını bükmüş, yapraklarını düşürmüşlerdi. Bizi sulamazsan artık kuruyacağız der gibiydiler.

 

         Su sırası bizde hepinizi  kana kana sulayacağım diyerek bozulan arkları yapıyordum..SU eskisi gibi bol değildi. Herkesin bahçesinde kuyusu vardı önceleri, kuyulardaki su yeterdi. Artık yetmiyor, sular her yıl biraz daha azalıyor, derinlere çekiliyordu. Sulama kanalından parayla alıyorduk.   Güneş tepemde cayır cayır yakıyordu, gün ikindiye yaklaştı, güneşin etkisi azalmamıştı.  Ter içinde kaldım. Aslında bu sıcak da çalışmamam gerekiyor. Fakat arkların yapılması gerekiyordu.,su kuvvetli geliyordu. İki üç arka birden vermem gerekiyor. Arklar düzgün olmazsa idare edemem suyu. Bahçeye ağabeyimle birlikte bakıyorduk. Acil bir işi çıktı, gelemedi bu günlük tek başıma idare etmek zorunda kaldım. Seviyordum bahçeyle uğraşmayı, ağaçları, gülleri çiçeklerin çoğunu kendi ellerimle diktim. Büyüdüklerini, çiçeğe durduklarını, meyve verdiklerini yıllardır seyrediyordum.

          Sıcak iyice bunaltmıştı, evin gölgesinde biraz dinleneyim diye oturdum, elimi yüzümü yıkadım, kana kana su içtim. Elimdeki kürek i iş yapmıyordu oynayıp duruyordu biraz dinlenip aşağıda depodan yeni kürekle değişiriyim diye düşündüm. Ev iki katlıydı aşağı katı depo, hizmetli odası olarak kullanıyorduk. Üst katı yapmadan önce orada oturuyorduk. Aslında orası taş duvarla yapıldığı için oldukça serin oluyordu. Gidip oraya biraz uzansam diye düşünerek katlım. Sıcaktan korunmak için koşar adımlara depoya girdim. EL alışkanlığıyla kapıyı arılayarak arkasında ki küreğe elimi uzattım tam alırken tıslamaya benzer bir ses duydum, gayri ihtiyarı geri çekildim,   Ses mi hareket mi anlayamadığım bir titreşimle karşımda dikilen yılanla göz göze geldik, kapı elimden kaydı, usulca kapandı.

         Beynimden ayak parmak uçlarına kadar adrenalinin yayıldığını hissettim. Korku, heyecan birbirine karıştı, bağırmak hareket etmek istedim bütün organlarım durmuştu. Tek beynim müthiş çalışmağa başlamıştı. Binlerce düşünce, binlerce soru, binlerce yanıt beynime doldu. Günlük 70 bin düşünceyi işleyen beynimiz.  Saniyede on binlerce düşünce işliyor devreleri bozulmuş robot gibi zikzaklar cızı yordu sanki. İlk şoku atlatmış nefes alabilmiştim. Kalbim delice çırpınıyordu. Yılan tam karşımda aramızda bir metreden az boşluk var, yoktu. Yarı kalkmış hali dizlerimin boyundaydı, kuyruk tarafı yerde upuzun hareket edip duruyordu. Meydan okurcasına dimdik duruyor ara da bir dilini çıkartıyordu. En ufak bir hareketimde atlamağa hazırdı.

         Ayaklarımın bağı çözülüyor vücuduma bir sıcaklık yayılıyordu. Aman Allah’ım bayılacağım!..Hayır, bayılmam sonum olur. Beynim belgeselde izlediğim bir resmi getirdi. Araştırmacı bir kadın kurtların saldırısına uğruyor hemen dört ayak üzerine yatıyor ben, sizdenim demek istiyor.  O halde sekiz saat kalıyordu. Kıpırdamamalıyım!.  En küçük bir hareketimi kendine yapılmış saldırı olarak algılayabilir.

       Beynim komutu duydu biraz rahatladı. Bir şey yapmalıyım. Ama ne? Kapıda kapandı, kaçma şansım yok yılanla baş başlaşaydık, karşımda dimdik duruyordu. Bir anda aklıma gelen düşünceyle adrenalinim tekrar yükselmeğe başladı. Ağabeyim bir hafta önce bir yılan öldürdüğünü söylemişti. O  an beynime yılanların öcü ilgili bilgiler düşünceler  akın etti  Fakir Bay kurt’un  yılanların öcü romanı ne kadar etkilemişti çocuk ruhumu.. Yılanın eşini öldürürsen mutlaka öcünü alır derlerdi. Hatta bu bahçedeki evi yaparken temel kazısı sırasında kocaman bir yılan çıkmıştı. Büyükler aman dokunmayın bu temel yılanı öldürürseniz eşi size rahat vermez demişlerdi. Bir sürü de öykü anlatmışlardı. O zaman gerçekten korkmuştuk yılana dokunmamıştık. O bir süre evin etrafında dolaşmış bizi çığlık çığlığa korkutmuştu.  Bahçede insan, hareket çoğalınca kaybolmuştu. O günlerden bu günlere çok zaman geçmişti. Zaman zaman bahçede yılan görüyorduk O bize dokunmuyor bizde ona dokunmuyor.”Bize dokumayan yılan binyıl yaşasın” misali.

      Depoya gelirken bazen hanımelinin altında bir çıtırtı duyuyordum. Yılan olduğunu tahmin ediyordum fakat hiç görmemiştim. Bu durum üç yıldır sürüyordu, alışmıştım. Yalnız hanımeline yaklaşırken gayri ihtiyari biraz gürültü yapıyordum. Şimdi öcünü mü alacaksın,? Eşini öldürdüğümüz için. Beynim sürekli senaryolar üretiyordu. Hayır, hayır ben öldürmedim kaç yıldır hanımelinin altında yaşadığınızı biliyordum. Size dokundum mu?    Hatta oraya diğer hayvanlarla birlikte için diye su bile koydum .Çok özür dilerim ,görseydim asla izin vermezdim ,eşini öldürmelerine.Acını anlıyorum,bende eşimi kaybettim.Sen görmüyor musun benim  tek başıma geldiğimi,onsuz dolaştığım,ı çalıştığımı.Çok acı çekiyorsun.öfkelisin öcünü almak istiyorsun.Ama ben sizinle dostum.Bu bahçede bir tane  canlı öldürdüğümü gördünüz mü?. Yıllardır hanımelini budamadım rahatsız olursunuz diye korktum. Biliyorum, sizde bana zarar vermek istemiyorsunuz, yoksa karşıma çıkar beni korkuturdunuz.  Tabi yağ bizim seninle ne kuyruk, nede evlat acımız var. Şimdi buraya serin diye girdin, sıcak tan korumak istedin sanırım. İstersen kalabilirsin. Ama izin ver çıkayım.  Burada tek başıma ölmek istemiyorum. Saniyeler içinde beynimden gecen düşünceleri duymuş gibi, birden düştü, kıvrıldı, kenarı çekildi.

       Kapıyı açtığım gibi kendimi dışarı attım. Bütün kaslarım kendini bıraktı. Kalbim delice atmağa devam ediyordu. Bacaklarım beni taşımadı olduğum yere çöktüm.   Derin derin nefes aldım. Bütün vücudumun çakraları oynamıştı. Zangır zangır titriyordum. .bir süre sonra yavaş yavaş kendime gelmeğe başladım. AMAN ALLAHIM ne büyük tehlike atlatmıştım. Beynim ne kadar çok senaryo üretmişti bir iki dakikalık zaman içinde. Yılanlar hakkında ne kadar çok şey biliyormuşum meğer.  Normalde bir değimi aklında tutamayan ben  ne hikayeler değimler biliyormuşum  diye güldüm halime.Yılana ne kadarda çok yalvardım.!  Yalvarmalarımı mı hissetti yoksa benden zarar gelmeyeceğini mi anladı. Başka yerde başka zamanda karşıma çıkar mıydı? Şimdi depoya bir daha nasıl girecektim.  Bindir soru tekrar beynime hücum etti. Öncelikle onun depodan çıktığını görmem lazım oraya girebilmem için, peki bütün gün burada oturup çıkmasını mı gözleyeceğim. Birazdan su gelecek bahçe sulanacak ne yapacağım? Evet evet hatırladım yıllar öncede eve girdiğinde eşim kapının ağzına incecik kum sermişti. Oradan geçerken izlerinden anlamıştık. çıktığını.bende öyle yapabilirdim..  

    Kumu sererken de güzel tatlı sözler söylemeyi ihmal etmedim nede olsa tatlı söz yılanı deliğinden çıkarırmış.

   Fatma Sarıkaya ravlı    

( Yılanla Dost Olmak başlıklı yazı sarıkaya tarafından 2.07.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.