‘’ÜLKEM İÇİN KANIMIN SON DAMLASINA KADAR SAVAŞIRIM’’ DEMEK KOLAYDIR DA SAVAŞMAK
ZORDUR.
I. DÜNYA VE KURTULUŞ SAVAŞINDA ASKER KAÇAKLARI
2016 yılı verilerine göre Türk Silahlı Kuvvetlerinde 620.473 personel
bulunuyormuş. Bu personelin 51.993 ü sivil memur ve işçi, 358 i general,
326.919 u yükümlü er imiş. Aradaki rakam tabii ki subay, astsubay, uzman erbaş,
sözleşmeli erleri ifade ediyor. Yani askerliği meslek olarak seçmiş, bu görev
karşılığında maaş alan insanlar... Demek oluyor ki zorunlu olarak askerlik
yapan rütbesiz er sayımız 326.919... Peki bu zorunlu askerliği yapmak istemeyip
bedelli askerlik için müracaat edenlerin sayısı ne kadar? Başvuru sayısı
722.949, başvurusu kabul edilen yani 15.000 Tl yi bastırıp 21 günlük bir
askerlikten sonra 1 yıllık askerlikten yırtmış olanların sayısı 571.400... Bunun ne demek olduğunu sanırım herkes
anlayabiliyor ama ben bir kez daha izah edeyim. Bunun anlamı şudur: Türkiye’de
yaşayan insanlarımız lafa gelince ‘’ Ben vatanım için kanımın son damlasına
kadar savaşırım.’’ Der ama icraata gelince ordunun ihtiyacından çok daha fazla
insan sadece on iki ay sürecek olan
zorunlu askerliği yapmamak için gerekirse babasının evini sattırır, altındaki
arabayı satar, bir yolunu bulup bankadan kredi alır, bastırır parayı askere
gitmez.
Sonra?
Sonra o askere gitmemek için 15.000 Tl bayılan vatandaş da, onun anası babası
da ‘’ Türk, hiç bir zaman mülteci olmaz. Gider aslanlar gibi vatanı için
savaşır, şerefli bir ölümü, rezil bir yaşama tercih eder.’’ Der.
Bu söylemin yarısı doğrudur. Evet, tarih boyunca Türklerin ülkelerini terk
ederek bir başka ülkeye mülteci olarak gitmeleri söz konusu olmamıştır. Ancak
ifadenin diğer yarısı yanlıştır. Çünkü Türklerin tamamı her türlü ahval ve
şeraitte vatanı için savaşmamışlardır. Savaşmak istememişlerdir. Bunun en bariz
örneği her ne kadar günümüzde bedelli askerlik için yapılan müracaatın zorunlu
asker ihtiyacımızın neredeyse iki katı olması ise de ben, siz okuyucularıma I.
Dünya ve Kurtuluş Savaşında askerden kaçanlarımız ile ilgili çarpıcı bilgiler
sunacağım bu yazımda.
A) I.DÜNYA VE KURTULUŞ SAVAŞINDA NE KADAR ASKER ORDUDAN FİRAR ETTİ?
Osmanlı Devleti I. Dünya savaşında 2.873.800 askeri seferber etti. Ancak bu
askerlerin oldukça büyük bir bölümü ya savaş öncesinde ya da savaş esnasında
birliğinden firar etti. Hatta yakalandı, birliğine geri gönderildi, tekrar
firar etti. On beş kez firar edenler oldu.
Peki kaç kişi firar etti? Yani askerden kaçtı?
Bu rakamları az sonra açıklayacağım ama hemen peşin peşin şunu belirteyim: Bu
oran birlikte savaştığımız Almanya ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu
ordusunda %1, karşımızda olan İngiltere ve Fransa ordusunda %0,7, Rusya
ordusunda %2 iken Türk ordusunda % 17 gibi korkunç bir rakamdır.
Bu konuya ilk dikkat çekenlerin başında Ordu kumandanlarımızdan Ali İhsan bey (
Sabis) gelmektedir ve daha Kasım 1914 de yani I. Dünya Savaşına girer girmez
orduda firar vakalarının had safhaya ulaştığını rapor etmiştir.
Osmanlı ordusundaki Alman heyetinin başkanlığını yapan General Otto Liman Von
Sanders, 13 Aralık 1917 tarihli raporunda mevcut durumda Türk ordusunda 300.000
kaçak askerin olduğunu belirtmektedir. Sanders, 20 Haziran 1918 tarihli bir telgrafında
ise asker kaçaklarının silah altındakilerden daha çok olduğunu ileri
sürmektedir.( Evet altını çizelim: Kaçak asker, silah altındakilerden daha çok...
)
Savaş yıllarında Osmanlı ordusunda görev yapan bir diğer Alman subayı olan Von
Bronsart da Aralık 1917 tarihli bir raporunda firari sayısına dair net bir
rakam vermemekle birlikte “…Bir tümenin uzaktaki bir sınır bölgesine
gönderilmesi, kaybolmuş bir meydan muharebesine eşit idi, çünkü silah altına
alınanların yüzde yüzü kaçıp gidiyordu.” Demek suretiyle Osmanlı ordusundaki
firarın çokluğunu vurgulamaktadır.
Savaşta miralay(albay ) rütbesiyle kolordu komutanlığı yapan İsmet Bey (İnönü) de hatıratında, 1918 yılı için firari sayısını 300.000 olarak vermekte ve
“Tarihimizde görülmemiş sayıda asker firarisi oluyordu.” Diyerek, firariler
sorununun ulaştığı vahim boyutları işaret etmektedir.
Dönemin gazetecilerinden Ahmet Emin (Yalman) ise 1918 yılında firari sayısının
500.000’den daha fazla olduğunu belirtmektedir.
Savaş yıllarının Osmanlı ordusuna dair araştırma yapan çeşitli yazarlar da
bunlara benzer rakamlar zikretmektedir. Örneğin Edward J. Ericson, firari
sayısına dair Yalman’ın verdiği rakamı aktarırken Zürcher’e göre de Osmanlı
ordusundaki kaçak sayısı savaşın sonuna gelindiğinde yarım milyonu aşmıştır ve
bu sayı diğer ordularınkiyle mukayese edildiğinde çok yüksektir.
Şimdi daha ilginç örnekler verelim. Mesela 2 Ağustos 1914- Haziran 1916
Tarihleri arasında sadece Aydın ilinde firar eden asker sayısı 49.288 dir. (
Dikkatinizi çekerim. Sadece bir ildeki -iki yıllık süreçteki- firari sayısı bu.
)
14 Temmuz 1916-14 Şubat 1917 tarihleri arasında İzmir Jandarma Mıntıka
Müfettişliği dahilinde sağ ve silahsız olarak yakalan firari sayısı 105.109, sağ ve silahlı olarak yakalan firari
sayısı 656, ölü ve silahsız ele geçirilenlerin sayısı 158, ölü ve silahlı ele
geçirilenlerin sayısı 198, çatışmaktansa teslim olmayı tercih edenlerin sayısı
561 dir. Yani toplamda 106.705 asker firar etmiştir.
Bavyeralı
subay Kress von Kressenstein Ekim 1917'deki raporunda İstanbul'dan 10.057
adamla ayrılan 24. Tümen'in Filistin'e ancak 4.635 kişi olarak ulaştığını,
geri kalanın yolda firar ettiğini anlatmaktadır.
Peki
1918-1922 yılları arasındaki Kurtuluş Savaşımız esnasında askerden kaçan oldu
mu?
İstiklal Mahkemelerinin kuruluşunun birinci amacı bu olduğuna göre demek ki
oldu. Peki Kurtuluş Savaşı yıllarında askerden firar edenlerin sayısı ne
kadardı?
Askerden kaçanların sayısı şu kadardı diye bir sayı vermek pek de mümkün
görünmese de İstiklal mahkemelerinin kuruluş aşamasında Temmuz 1920 de Konya
Mebusu Vehip Beyin TBMM de söyledikleri bize bir fikir verebilir. Vehip Bey
aynen şunları söylüyordu: "Ordudaki asker kaçaklarından tüm arkadaşlarımız haberdardır.
Konya'da iki yüz adamı trene yerleştiriyorlar ve Karahisar'a (Afyon) sadece
otuzu varıyor.’’
Netice olarak: Örneklerde de görüldüğü gibi
Türk Milletinin tamamı her türlü ahval ve şerait altında kanının son damlasına
kadar düşmanla savaşmamıştır. Hatta çok iğrenç bir yol olarak kendilerine kasıtlı
olarak frengi hastalığı bulaştıranlar olmuştur askere gitmemek için ama devlet
onlardan ‘’Frengili Amele Taburları’’ Oluşturmuştur.
Evet, Türk askerinin %17 si kanının son damlasına kadar düşmanla savaşmamıştır ama ülkesini de terk
etmemiştir. İyi de hem düşmanla savaşmayan, hem de ülkesini terk etmeyen bu
insanlar ne yapmışlardır?
B) I. DÜNYA VE KURTULUŞ SAVAŞINDA ORDUDAN FİRAR EDENLER NE YAPTILAR?
Yukarıdaki sorunun en kısa cevabı: ‘’Eşkıyalık’’tır. Evet, asker kaçakları
yaşadıkları köy ve kasabalara dönüp çeteler kurarak eşkıyalık yaptılar. Zaten
ellerinde avuçlarında neredeyse hiç bir şey olmayan kendi insanlarını adeta
donlarına kadar soydular.
Eşkıyalık, Türk topraklarında yüz yıllardan beri var olan bir şeydi ama en
kabadayı eşkıya çetesi 20 kişiyi geçmezdi. Oysa I. Dünya ve Kurtuluş Savaşında
silahını düşmana değil de kendi halkına çeviren firarilerin oluşturduğu
çetelerde 150-200 kişiden aşağı insan yoktu.Ayrıca daha önce eşkıyalar mümkün
mertebe kan dökmez, ırza geçme ise hiç olmazdı. Fakat savaş döneminde durum
değişti.
Menteşe sancağına bağlı bir köylü aynen şöyle diyordu: : “Evvelki
eşkıya gelir, kimin parası varsa alır gider, adam öldürmezlerdi. Bugünkü
töresizler var yok tanımazlar. Hem para alırlar hem de bilâ-sebep(sebepsiz yere)
öldürürler…”.
İzmir’de yayın yapan Köylü Gazetesi ‘’ Asayişsizlik hiç bir vakit bu derece
ileri gitmemiştir. Biz şimdi o eski bildiğimiz eşkıyaya, efelere rahmet
okuyoruz!..’’ Demekteydi. Ancak en vahim
açıklama bir ordu komutanının yaptığı açıklamaydı ve ordudan kaçan ama
ülkesinden kaçmayan firarilerin yaptıkları şeylerin ne kadar elim ve vahim
şeyler olduğunu ortaya koyuyordu.
49. Fırka komutanı Şükrü Naili Bey, 5. Ordu komutanlığına gönderdiği yazıda
aynen şöyle diyordu: “…Soyulmadık bir Türk köyü, tahkir edilmedik(hakarete
uğramayan ) bir Türk rençberi kalmamışdır… Ashab-ı servet,( Servet sahipleri)
Ashab-ı namus (Namus sahipleri ) hatta beş-on koyun sahibi olan kimseler de bu
mezalimden, bu vahşetden artık bezmişler, ırz ve can kaygısına düşmüşlerdir…”
Irz ve can kaygusu...Yani sadece öldürmek değil, ırza geçmek de var ordudan
firar edenlerin işledikleri suçlar arasında...
Peki bu firariler niçin firar ediyorladı?
C) FİRARLARIN SEBEPLERİ
Aslında yazının en başında firarların sebeplerini ele almalıydım ama bunun pek
de önemi yoktur. Çünkü bizim savaşı oyun sanan şimdiki nesil lafa gelince ‘’
Şartlar ne olursa olsun’’ Der. Hatta geçenlerde bir vatandaşla aramızda şöyle
bir diyalog olmuştu:
-Sami Hocam. Bir Savaş çıksa ne yaparsın?
-Elimde silahım, kendimi ve ailemi savunacak bir mecalim varsa, açlık diye bir
sorunum yoksa sonuna kadar ülkem için savaşırım.
-Peki silahın yoksa, yiyecek bir kuru ekmek bile bulamıyorsan?
-Bu durumda ailemin canını ve ırzını kurtarmak amacıyla elimden gelen her
imkanı kullanarak savaşın olmadığı bir ülkeye kaçmanın yollarını arardım. Peki
sen ne yapardın?
-Ben hiç bir silahım olmasa elime bir taş alıp düşmanıma atar, sonra da şerefli
bir şekilde düşman tarafından öldürülmeyi tercih ederdim.
İçimden ‘’ Naaahhh tercih ederdin.’’ Desem de ona ‘’ Sen senin yapacağını
söyledin, ben de benim yapacağımı söyledim.’’ Deyip konuyu uzatmadım.
Yani anlayacağınız bizim ülkede neredeyse herkes, şartlar ne olursa olsun
ülkesinde kalıyor(!), hiç bir silah, yiyecek, bir kuru ekmek bulamasa bile düşmanla
mücadeleye, kanının son damlasına kadar savaşmaya devam ediyor,(!)I. Dünya ve
Kurtuluş savaşındaki askerden kaçma sebeplerinin hiç birisi onları
korkutmuyor(!), yıldırmıyor(!)
Hangi sebepler mi: Maddeler ve bazı örneklerle açıklayalım:
1- Açlık mesela...Hem de öylesine bir açlık ki...
Birinci Dünya Savaşı’nda kıdemli çavuş olarak görev yapan Hamit Ercan’ın
anlattıkları, iaşe sıkıntısının ulaştığı boyutları göstermesi açısından
önemlidir. Ercan’ın verdiği bilgiye göre; askerler açlıktan ölmüş hayvanların
etini yemek zorunda kalmış, bir asker açlık nedeniyle komutanının çarıklarını
çalarak kaynatıp yemiş ve hatta bazı askerler açlık nedeniyle köpek kesip yemek
zorunda kalmıştı.
2- Giyecek olmaması:
Kafkas Cephesindeki yenilginin başlıca sebebi ordunun yazlık kıyafetlerle
dondurucu soğuklara sürülmüş olması değil miydi?
3- Can korkusu: Kim ne derse desin. Can tatlıdır. Hatta başka ülkelerde var mıdır bilmem ama Türk
atasözleri arasına girmiştir ‘’ Önce can, sonra canan ‘’ Sözü.
4-1800 lü yılların başından beri bu milletin sürekli savaşıyor olması. Yani
savaştan artık illallah etmek..
5- Ermeni, Rum ve Özellikle İngilizlerin propagandaları...
Sebepleri daha fazla çoğaltmak mümkündür ama ana sebep açlık ve savaşların
doğurduğu maddi ve manevi yıkımdır.
İşte tüm bu sebeplere rağmen Türk insanı düşmanı ile canla başla savaşmış,
ülkesini terk etmemiştir ama yine de her yüz kişiden on yedisi ülkesini terk
etmese de yukarıdaki sebepler doğrultusunda silahını düşmana doğrultmak yerine
kendi köylüsüne, kasabalısına çevirmekten geri durmamıştır. İşte bu noktada
sormak gerekir: Ülkesini terk edip bir başka ülkeye sığınmak mı daha hayırlıdır
yoksa ülkesinde kalıp kendi vatandaşının malına, canına, ırzına saldırmak mı?
Yazımın başında da dediğim gibi: ‘’ ÜLKEM İÇİN KANIMIN SON DAMLASINA KADAR
SAVAŞIRIM’’ Demek kolaydır da savaşmak zordur.
Sözlerimi önce Nazım Hikmet’in dizeleri,
Sonra da Mehmet Akif’in duası ile noktalıyorum:
Köyün evleri karanlık
Gökte yıldız pır pır eder
Ben bir asker kaçağıyam
Gelin bana bir tas su ver
Neyleyim kusura kalma
Elleri kınasız gelin
Çalar asker kaçakları
Kapıları geceleyin
Nazım Hikmet - Asker Kaçakları şiiri
‘’Allah bu Millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın’’---Mehmet Akif Ersoy
NOT: Osmanlı Devleti 1918 de çıkardığı bir kanunla I. Dünya savaşında askerden
kaçanların hepsinin itibarını iade etmiştir fakat TBMM ve Türkiye Cumhuriyeti
Kurtuluş Savaşından kaçan hiç bir askerin itibarını iade etmemiştir.