İŞİN SIRRI SEYYİDİN POSTUNA YAKIN OTURMAK


Bizim ülkemizde Fuzulî'nin '' Selam verdim rüşvet değildir deyu almadılar'' Diye çok önemli bir şikayetini dile getirdiği günden beri bazı işlerin, hatta bazı değil pek çok işin yürüme tarzı hep aynı olmuştur.

Bizim ülkemizde herhangi bir koltuğu işgal edenler kendi görev alanları içerisinde ve kendilerinden alt kademede olan koltuk sahiplerine genellikle '' Bana sorun getirme de meseleleri nasıl halledersen hallet.'' Demişlerdir. Bu sebeple de üstlerine herhangi bir sorun getirmeyen, kendisine '' İşler nasıl gidiyor?'' Diye soran üstüne '' Saye-i şâhanede âsâyiş berkemâl olup her şey fevkâladenin fevkindedir haşmetlum.'' Diyen astın omuzları sıvazlanmış, kupalar, şiltler, madalyalar hatta makam terfileriyle taltif edilmişlerdir.

Bu konuya nereden mi geldim?

Efendim, İzmir'de, İzmir'in çiçekler açması gereken dağlarında meydana gelen yangını bilmeyeniniz yok sanırım. O yangınla ilgili olarak sayın bakanımızın '' Üç yangın uçağının motorları arızalı, üçü de yağ kaçırıyor. Uçurabilen buyursun uçursun'' Dediğini de bilmeyen yoktur sanırım.

Bakanın bu sözleri tepki ile karşılandı. Bazı vatandaşlar '' Ne demek motoru arızalı? Ne demek yağ damlatıyor. Senin işin ne? Şikayet edeceğine meseleyi halletmek senin görevin değil mi?'' Derken bazı vatandaşlarımız bu tepkileri ''Fıratçılık'' olarak yorumladılar.

Ben işin bu tarafına girmeyeceğim. Orman ve orman yangını kelimelerini ağzıma almadan  bizim ülkemizde bazı işlerin nasıl yürüdüğünü anlatmaya çalışacağım sizlere. 

Yıllar önce görev yaptığım bir yerde Milli Eğitim Şube Müdürü dersime girdi. Ders sonuna kadar oturup dinledi, sonra hiç bir şey demeden çıkıp gitti. 

Bir sonraki teneffüste okul müdürü çağırdı beni. Odasına gittim. Daha içeri girer girmez başladı sitem etmeye:

-Sami Hocam ! Derse niçin günlük plan yapmadan girdin?

Şaşırmıştım. Zira günlük planımı yapmıştım. Hatta sabah derse girmeden önce müdür beye imzalatmıştım.( O günlerde bizim bir plan defterimiz vardı. İlk dersimize girmeden önce plan defterimizi okul müdürüne imzalatır öyle derse girerdik. Bazen de okul müdürü derslerin bitiminden sonra ya da bir hafta bekletir, hafta sonunda topluca imzalardı.)

-Müdürüm, sabahleyin bizzat kendiniz imzalamadınız mı plan defterimi? Şimdi nereden çıktı derse plan yapmadan girdiğim?

Müdürün de kafası karışmıştı.

-Haklısın hocam da Milli Eğitim Şube Müdürü sizin derse günlük plan yapmadan girdiğinizi söyleyince benim de kafam karıştı.

Çantamı açtım, plan defterini müdürün önüne koydum.

-Buyurun bakın. Bu sizin imzanız değil mi? Şube Müdürü maalesef derse girdi, oturdu, dinledi, hiç bir şey sormadan, tek bir kelime etmeden dersten çıktı. 

Aslında Şube Müdürünün neden böyle davrandığını anlamıştım. ( Az sonra siz de anlayacaksınız.)

Aradan bir sene kadar zaman geçti. Bir gün okulumuzun bir başka öğretmeniyle ismi lazım değil ( Tabii ki biliyorum ama sizin bilmeniz gerekmiyor. Ama şu kadarını söyleyeyim: Fetö değil. Onlar tarikat değildi zaten.) bir tarikatın toplantısına gittim. Bir de ne görsem iyi? Bizim şube müdürü, başında bir sarık, bir posta oturmuş,etrafında da tanıdığım, tanımadığım bir sürü insan... 

Adamın o bölgede seyyid olarak tanındığını biliyorum ama bu tarikata mensup olduğunu, tarikatta önemli bir konumda olduğunu bilmiyordum. Hep boynu kravatlı, takım elbiseli olarak tanıdığım Şube Müdürü, şimdi karşımda sarıklı bir vaziyette oturuyordu. Beni görünce gözleri sevinçle parladı.

-Vaaayyy, Sami Hocam ! Sen buralara gelir miydin? 

Cevap verdim:

-Dinden bahsedilen her yere gelirim ben. Ama bir yanlışlık,kafama uymayan bir taraf görürsem de bir daha uğramam.

Tebessümle cevap verdi:

-Merak etme. Bizde yamukluk olmaz.

'' Bizde yamukluk olmaz '' Demişti ama sonra gördüm ki tepeden tırnağa yamukluk doluydu o tarikat. Zaten oldum olası yetmiş- seksen yaşında saçı sakalı ağarmış insanların kırk- kırk beş yaşlarındaki bu adamın elini '' Seyyidim'' diye öpmelerine gıcık olurdum. 

O sene aynı şube müdürü dersime bile girmeden okul müdürüne beni öylesine bir övmüştü ki okul müdürü bile şaşırmıştı.

-Sami Hocam ! Sen bu adama ne yaptın böyle? Neredeyse bana ''Sen o koltuktan kalk da Sami Bey otursun.'' Diyecekti. Bu işin sırrı nedir?

-Sayın müdürüm. İşin sırrı olinde...İki kere rafine...

Müdür bey anlamadı espriyi tabii ki.

-Anlamadım hocam.

-Müdürüm ! İşin sırrı seyyidin postuna yakın olmak. Bilmem anlatabildim mi? Seyyidin postuna yakın oldun mu dersine bile girmeden övgüsüne mazhar oluyorsun. Olay bu kadar basit.

Müdür bey anlamıştı mevzuyu. O da o tanıyordu çünkü bizim  seyyid şube müdürünü.

Sonra aradan geçen yıllarda gördüm ki bu memlekette en az değer verilen şey liyakat. Hatta neredeyse hiç değer verilmeyen şeydi liyakat. Bir öğretim yılı boyunca dişimi tırnağıma takarak çalıştığım ama yaptığım işleri sadece bir sayfalık raporlar halinde dosyama koyduğum, yani dosyamı ıvır zıvır laf salatasıyla doldurup şişkinleştirmediğim yıllarda hep düşük puan aldım teftişlerden. Buna karşılık hiç bir iş yapmadığım ama dosyamda '' Şunu şöyle yaptım, bunu böyle yaptım'' Diyerek şişirme yapıp kalın kalın klasörleri önlerine koyduğumda sırtım sıvazlandı, hatta ödüller aldım.

Sanırım  bizde bazı şeylerin, bu arada o altı uçağın niçin havalanamadıkları, yangına müdahale edemedikleri anlaşılıyordur.

Bir başka anıyla noktalayayım.( Bu anı o uçamayan uçaklar olayını daha iyi anlatacaktır sizlere. )

İdareci olarak görev yaptığım bir özel okulda bir gün kadrosu bir devlet okulunda olup bizde ücretli derse giren bir  öğretmen arkadaş bana '' Hocam bu okula beyaz bayrak alsak ya.'' Deyince gözlerim fal taşı gibi açıldı.

-Hocam ! Bu okuldan mı bahsediyorsun beyaz bayrak alalım derken?
-Evet hocam. Senin idareci olduğun bu okuldan bahsediyorum.
-Yahu hocam etme eyleme. Bu okul beyaz bayrağı değil, sapını bile alamaz. beyaz bayrak alabilmek için gerekli olan kriterlerin neredeyse hiç biri yok bu okulda. 
-Olsun hocam. Sen o işi bana bırak
-Nasıl sana bırakayım? Sen mi halledeceksin?
-Evet hocam. Beyaz bayrak veren komisyonun üyelerinden birisi de benim. 
-Peki buna tek başına siz mi karar veriyorsunuz?
-Hayır. Yanımda bir arkadaş daha var. Ama o da beni kırmaz.
-Sayın hocam! İyi dersin hoş dersin de bizim okulun doğru dürüst bir bahçesi bile yok.
-Sorun değil.
-Kız öğrenciler ile bayan öğretmenler, erkek öğrenciler ile erkek öğretmenler aynı tuvaleti kullanıyorlar. Ayrı ayrı tuvaletlerimiz bile yok.
-Olsun sorun değil
-Yahu yangın hortumlarımız var ama duvarda öylece duruyor. Yangın vanalarımız yok.
-Onu soran yok zaten ( Evet, bu husus kriterler arasında yoktu gerçekten de)
-Kantinimiz yok.
-O da dert değil

Hangi eksikliği söylediysem arkadaş '' Sorun değil, dert değil.Merak etme sen.'' Diyordu. Ben de '' Nasıl olsa bize bu bayrağı vermezler'' Düşüncesiyle öylesine, adeta gırgırına  müracaat formunu doldurup gönderdim Milli Eğitim Müdürlüğüne. 

Sonra mı?  

Sonra benim arkadaş, geldi arkadaşıyla. Okulu gezdiler.

Şimdi merakla '' Tabii ki beyaz bayrak yerine havanızı aldınız.'' Diye düşünüyorsunuz değil mi?

Tam tersine...İki üç hafta sonra okulumuzun önündeki gönderlerden birinde beyaz bayrağımız dalgalanıyordu.

Peki neydi Beyaz Bayrak?

Sağlık ve Milli Eğitim Bakanlıkları tarafından, okulların temizlik ve hijyen konusunda teşvik edilmesi amacıyla yürütülen proje çerçevesinde, temizlik, hijyen açısından 100 üzerinden 90 alan okullarına beyaz bayrak verilmektedir. 

Yani biz 100 üzerinden 90 puan almıştık.

Şimdi denilebilir ki '' O bayrak Temizlik ve hijyene veriliyormuş. Sizin okulunuz temiz ve hijyenikmiş ki almışsınız bayrağı.'' Değil...Öyle değil. Evet, temizdik, belki hijyeniktik de ama denetim kriterlerinde daha pek çok husus vardı. Yani sadece temizlik ve hijyene verilmiyordu puanlar.

Bakın denetim Kriterleri nelerdi?

A. OKUL ÇEVRESİ

Bunun altı ayrı maddesi vardı, toplam puanı 7 idi

B. OKUL İÇİ (Koridor)
 
Bunun dört maddesi vardı, toplam puanı 5 idi

C. SINIFLAR

Bunun 7 maddesi vardı, toplam puanı 13 idi

Ç. İDARİ BİRİM, ÖĞRETMEN ODASI, KÜTÜPHANE, DİĞER

Bunun üç maddesi vardı, toplam puanı 3  idi ( Okulda bir kütüphane ya da kitaplık yoktu.)

D. ISITMA DURUMU
İki maddesi vardı, toplam puanı 2 idi

E. SPOR SALONU, TİYATRO SALONU, ATÖLYELER LABORATUVARLAR, DİĞER

Üç maddesi vardı, toplam puanı 3  idi
(Okulda spor salonu yoktu. Tiyatro salonu ise hayal bile edilemezdi.)

F. REVİR

Beş maddesi vardı, Toplam puanı 7 idi

(Revir hak getireydi. İlk yardım dolabı olsa da malzeme hak getireydi.)

G. KANTİN

On maddesi vardı, toplam puanı 24 idi.

(Yukarıda da belirttiğim gibi kantinimiz yoktu.)

H. TUVALETLER

Dokuz maddesi vardı, toplam puanı 21  idi 

( Kız ve bayan öğretmenler aynı tuvaleti kullanıyorlar, yine aynı şekilde erkek öğretmen ve öğrenciler aynı tuvaleti kullanıyorlardı.)

I. İÇME SUYU
Dört maddesi vardı, toplam puanı 9 idi

(Bir pompalı damacanamız vardı. İçme suyu olarak pompalı damacanayı kullanıyorduk.)

İ.DİĞER

Üç kriteri vardı, toplam puanı 6 idi.

Sadece kantinden 24 Puan eksiğiniz varken 100 üzerinden 90 puanı nasıl alırsınız?

Yok yok, bu sefer seyyidin postuna yakın oturmaktan değildi, '' Arkadaş sağolsun'' Durumu söz konusuydu bu sefer.

Peki bizim bu beyaz bayrağı almamızı sağlayan rapor önce İl Milli Eğitim Müdürlüğüne, oradan İl Sağlık Müdürlüğüne, oradan Sağlık Bakanlığına, oradan Milli Eğitim Bakanlığına nasıl gitti dersiniz?

Özetle:

''.........Okulu, Bayaz bayrak almak için gerekli olan tüm kriterlere uygundur?'' Şeklinde gitti tabii ki.

Her iki bakanlık da '' Uygun'' Olarak biliyor.

Bakanlar her okulu bizzat tek tek kendileri denetleyemeyeceğine göre de bilemeyecekler. Hatta İl Milli Eğitim ve İl Sağlık Müdürleri de bilmeyecekler uygun olmadığını...

Ne zaman öğrenirler peki?

Allah korusun o okulda bir yangın çıkar da yangın hortumu olan okulda yangın vanası olmadığı tesipt edilirse, hele de yine Allah korusun ölümlü bir yangın olursa bu, işte o zaman sadece yangın vanasının olmadığını değil diğer eksiklikleri de öğreneceklerdir.

Ya da?

İnşallah bugüne kadar geçen zaman içinde o eksiklikler giderilmişdir de hiç bir zaman geçmişteki eksiklikleri öğrenmezler. 

Bilmem anlatabildim mi altı yangın uçağının neden havalanamadığını?

Çünkü o uçaklar bugüne kadar hep uçabilen, yangına müdahale edebilen uçaklar olarak biliniyordu. İzmir yangını olmasaydı halen de öyle bilecektik. Bu ülkede işler maalesef hep böyle yürüyor. 

RESİMLER:

1- O meşhur beyaz bayrak işte bu.
2- Uçamayan yangın söndürme uçaklarımız.

( İşin Sırrı Seyyidin Postuna Yakın Oturmak başlıklı yazı Sami Biber tarafından 23.08.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.