Yaratılış
kitap’ında (kutsal kitap 26) Tanrı "İnsanı kendi suretimizde, kendimize
benzer yaratalım" dedi, "Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil
hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun."
Yaratılış kitap’ının bu bölümü için Milan Kundera (Çek, Fransız asıllı
yazar) “Kutsal kitap’ın yazarı insandı elbette, at değil.” diyerek, devam
ediyor. “Tanrı'nın insana hayvanlar üzerinde egemenlik kurma iznini verip
vermediği pek belli değil.” Sözleriyle, haklı olarak kuşkularını dile
getiriyor. Albert Einstein (Alman,
Yahudi asıllı fizikçi) “insanoğlunun en büyük zaafı, dünyanın kendi etrafında
döndüğünü sanması. Hatta bütün yiyecekleri, hayvanları ve doğayı kendine
sunulmuş bir nimet sanıyor.” diyerek, bir bakıma kutsal kitap’ın insana sunduğu
ayrıcalığı reddediyor.
Kutsal kitabın yazdıklarını ve Milan Kundera’nin, Albert Einstein’nın karşı düşüncelerini
okurların ferasetine bırakarak asıl konuya dönmek istiyorum.
Bir damla sudan insan suretinde doğmanız
doğanın mucizesi ise, İnsan olabilmeniz de sizin mucizeniz olacaktır.
İnsanların büyük çoğunluğu
sahip olduğu mal ve zenginliklerle övünür. Zenginliğinin ihtişamıyla insan
olduğunu sanır. Oysa sahip olduklarınız (mal mülk vs.) her zaman insan olma
anlamında size bir şey katmaz. İnsan olmayana da sahip oldukları sırtına
vurulmuş odun yükü gibidir. Hareket ettikçe kıymıkları batar, canının
yanmasına, yüreğinin acımasına sebep olur. Bir süre sonrada yüreği nasırlaşır,
vicdansız olur.
İşte bu vicdan yoksunu insanlara
bakarak Dostoyevski (Rus yazar)
İnsanı “iki ayaklı nankör” olarak tanımlamış. Schopenhauer
(Alman filozof, yazar) “İnsanları tanıdığımdan beri, hayvanları daha çok
sevmeye başladım.” diyor. Mark Twain (Amerikalı yazar) ise, “Bütün canlılar arasında
bilinçli şekilde kötülük yapma becerisine sahip olan tek canlı, insandır.”
demiştir.
Tabi ki yazarları, düşünürleri bu
yargılara götüren, yine, insan suretinde ama insanlaşamamış iki ayaklı
muzırlardır. Bunlar insanlara, doğaya, hayvanlara kendi çıkarları ve zevki için
zarar veren asalaklardır.
Kutsal kitaplarda ifade edildiği gibi, Tanrı,
kendi suretinde yaratıp akıl verdiği bu iki ayaklı muzırlara kendi ruhundan
üflememiş, ruhlarını, her insan aklıyla, ferasetiyle kendileri olgulaştırsınlar
diye serbest bırakmıştır, sanıyorum.
Ondan dolayı Mevlana: “İnsanı öğrendim. Sonra insanların içinde iyiler ve
kötüler olduğunu, sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük olduğunu
öğrendim.” diyor.
“Sözü
söylemeden, biraz demlensin
Bin düşün, bir söyle, bal olur gider
Dillerin tatlansın, zevkle dinlensin
Gönül bahçesine, gül olur gider”
Şairler, yazarlar, sanatla
uğraşanlar, düşünürler, filozoflar, bilim insanları aynı deryanın
gezginleridir. Her biri kendi alanında, kendi içindeki İnsan denen inciyi ararlar.
Yani sanatla uğraşanlar da düşün ve bilim insanları da insanlaşma yolunun
yolcularıdır.
İnsanlaşma yolu uzun bir yoldur.
Sırat ise bu yolun giriş kapısıdır.
“Sırat
sırat dedikleri, bir aşılmaz yol değildir
Aklı ile yol alana, geçip gitmek zor
değildir
Cennet ile Cehennem’e seni taşır her
kararın
Her kararın kapısıdır, keskin kılıç
kıl değildir.”
Bu
kapıyı aklıyla geçerek, İnsanlaşma yoluna giren, her dinden, her mezhepten, her
inançtan insanlar vardır. Onların çabaları sonucu dünya yaşanılası bir yerdir.
“Doğruyu,
güzeli yazsa kalemin
Gönüllere düşse sözün, kelamın
Kavgayı durdurur bir tek selamın
Bin bir çiçek açan dal olur gider.”
Bu dünyanın,
Sırat’ını geçip, İnsanlaşma yolunda mesafe kat edenlerin kat ettikleri yol ve
dönemeçlerde hak edip aldığı makam,
kapı, mertebe ve sıfatlar ulaşabildikleri menzilleri belirler. Aslında bütün
sıfatların en tepesinde insan vardır.
“Bilgi denizine girdiğin zaman
Evrenin sırrına erdiğin zaman
Benlik kafesini kırdığın zaman
Dilinde sözcükler sel olur gider.”
İnsan olabilenlerin hiç bir
mertebeye, hiç bir rehbere, hiç bir sıfata ihtiyacı yoktur. İnsan olabilenlere
ne bu dünyada ne de başka bir yerde kendisi ile ilgili, hiç bir sorgu, hiç bir
soru yoktur. O, bütün soruların üstündedir. Vardığı makama bütün sorunların
sebeplerini bularak ve kendisi, kendine sorduğu soruların cevabını vererek
varmıştır. Bir başka deyişle kendisi, kendine hesap vererek yol almıştır.
Kendisine hesap verenin, kimseye verecek
hesabı yoktur.
“Tek ziynetin bilgi, yolun bilimse
Tevazu hırkanda, sevgi gölünse
Seni yerenlere, sen hep gülümse
Onlar da sonunda, lal olur gider.”
Sözlerimi şöyle sonlandırmak
istiyorum:
Hayatın güzelliğini gördükçe hayata, doğaya, insana karşı sorumluluğunuz artar.
Siz sorumluluğunuzun bilinciyle yaşıyorsanız, hayatın güzelliğinin bir parçası
olmuşsunuz demektir.
Birine, “güzel insan, iyi insan”
demeleri, o insanın, hayatın güzelliğinin bir parçası olmasındandır. Ve yeryüzünde
insan için, güzel, iyi, güvenilir sıfatlarından daha güzel sıfat yoktur. Güzel,
iyi ve güvenilir sıfatlarını hak etmeniz dileğimle
------------------------------------------------- Tahir Eker 27.8.2019