Domates günde tonlarca tüketilen gıdalardan biridir. Çok nazik olan domates, kolayca ezilir ve bozulur. İyi şartlarda bile en fazla bir hafta filan muhafaza edilebilir. Domatesin bozulması biyokimyevi olarak izah edilebilir. Domatesin bozulmasına herhalde başka başka sebepler aramaya gerek yoktur.  Bir toplumun bozulmasının izahı ise karma karışıktır. Sadece bir sebebe bağlayıp izaha kalkışmak ya cahilliktir ya da art niyettir. Evet, toplum olarak halimiz pek iç açıcı değildir ve hızla daha da kötüleşmektedir. Binlerce insan haklı olarak nasıl bu hallere düştüğümüzün sorusuna cevap aramaktadır.

 

Bir toplumun bozulması belki de yüz yıldan fazla bir zaman alır. Bu bağlamda toplumdaki rahatsız olduğumuz yozlaşma, zorbalık, kültürsüzlük, medeniyetsizlik en az 100 yıl önce başlayan sürecin meyveleridir.  Bozulmaya sebep olan faktörlerden önemli olanları:

             siyaset

             ekonomi

             eğitim

             medya

 

Siyasetin, ekonominin, eğitimin toplumu bozabildiğine kısaca değinip medya üzerinde yoğunlaşmak istiyorum. En büyük tahribatı medya halen yapmaktadır. Yazı, şahsi gözlemlere, yorumlar dayalıdır yani akademik kriterlere göre değerlendirilmemelidir.


Siyaset

Siyasetin bir toplumu nasıl bozduğuna verilebilecek en güzel misal şu günlerde Çin Halk Cumhuriyetinin Uygurlara uyguladığı baskı ve zulümdür. Zulüm o kadar ileri seviyeye ulaşmıştır ki, bir milyondan fazla Uygur toplama kampında zorla kendi kimliklerinden, kültürlerinden, dinlerinden uzaklaştırılmak istenmektedir.   Bu kamplarda milyonlarca Uygur’un beyni yıkanmaya çalışılmaktadır. Bu proje sayesinde belki çok sayıda Uygur kendi kimliğinden uzaklaşacaktır ama onlar neticede ne iyi bir Uygur ne de iyi bir Çinli olacaklardır. Uzun vadede yüz binlerce Uygur’un psikolojisi tahrip olacaktır ve bu tür insanların ne kendilerine ne de topluma faydalı olabilecekleri beklenemez. Uygular, Çin işkencelerinden zarar görmektedirler ama Çin Halk Cumhuriyeti’nin zararı uzun vadede daha büyük olacaktır çünkü zülüm her zaman ters teper.

Bu misalden yola çıkarak açık ve net olarak şunu söyleyebiliriz; baskı ve zulüm toplumu bozar. Türkiye’de maalesef yıllarca toplum baskı görmüştür, bu inkâr edilmeyecek acı bir gerçektir. Çok uzağa gitmeye gerek yok, 12 Eylül askeri darbe sonrası binlerce gencimize hapishanelerde zulmedilmiş, bazılarının hayatı karartılmıştır. Cunta o kadar keyfi bir şekilde insan asmıştır ki, sadece solcu aşmış olmamak için sağcılardan da gençler idam edilmişlerdir.  Hâlbuki cunta, darbe yapabilmek için o gençleri kendi kötü emelleri için kullanmıştı yani o gençlerin asılmamaları gerektiğini en iyi onlar biliyordu.  İnançlı biriyim, 12 Eylül darbecileri yaptıkları zulmün hesabını daha mahşere kalmadan kabir hayatında veriyorlardır; akıttıkları kan ve gözyaşları içinde her saniye tekrar tekrar boğuluyorlardır. Bu kadar siyaset yeterlidir.

 

Ekonomi

Yoksulluğa, açlığa dayanabilmek kolay değildir, sabır ister. Fakirliğe katlanmak için güçlü irade gerekir.. Hele o toplumun zenginleri fakirleri görmezden gelip nispet yaparcasına para harcarlarsa, fakirleri ezmeye çalışırlarsa, fakirlerin imkânsızlıklarını istismar ederlerse, fakirliğe tahammül daha da zorlaşır.  Sabredilemeyen yokluk yolsuzluğa iter.  Yıllarca ekonomik krizin, kıtlığın yaşandığı toplumlarda ahlaksızlık yaygınlaşır; memurlar rüşvetsiz iş yapmaz, esnaf eline geçen ilk fırsatta müşteriye kazık atar,  güçlü kuvvetli olanlar zorbalıkla zayıfları sömürürler. Bunların yanı sıra hırsızlık, kumar, kaçakçılık veya fuhuş çoğalır.  

İlginç olan, yıllarca fakirlikten inim inim inlemiş, ahlaken çökmüş olanlar zenginleyince iyice ahlaksızlaşabilirler.  Yıllarca hayalini kurup imkânsızlıktan yapamadıklarını yapmaya başlarlar. Mesela fakirlikten zamparalık yapamayan gariban biri, eline bol para geçince gece kulüplerinde içkiyle, hayat kadınlarıyla, esrarla gönül eğlemeye çalışabilir.  Eline bol para geçince,  bir zaman kendilerine yapılanları şimdi onlar başkalarına yaparlar;  fakirleri tahrik etmeye, ezmeye veya istismar etmeye kalkışabilirler. Günümüzde yaşanan sorunlardan biri de eline geçen ilk fırsatta köşeyi dönenler, zenginlik sarhoşu olup sağa sola toslayıp durmaktadırlar.

 

Eğitim

Eğitimin de toplumu yozlaştırabileceğini düşünüyorum.  Bu konuyla alakalı ilkokul hatıralarımdan bir parçaya yer vermekle yetineceğim.

Tatillerden, bayramlardan veya özel günlerden önce neler yapacağımızı ve sonrası ise neler yapmış olduğumuzu yazmamız istenirdi. Mesela yılbaşında neler yapılacağı yazısı atış tahtası gibi olurdu, yani atan atanaydı! Yılbaşından sonra ne hikmetse: dede, nine, teyze gibi yakın akrabalarda hastalanan, bir tarafları kırılan, hasta haneye kaldırılanlarda patlama olurdu. “Dedem aniden hastalandığından,  ninemin bacağı kırıldığından, teyzem fenalaştığından yılbaşını kutlayamadık örtmenim!” 4. sınıftayken benim mazeretim ise en orijinaldi: yılbaşına yakın bir zaman,  af edersiniz,  ineğimizin birini yılan soktuğundan, ölmüştü. Benim yılbaşı kutlayamama sebebim ineğimizin bir yılan tarafından katledilmesiydi… Bu trajediden dolayı vah! vah! tüh! tüh! gibi  çok ilgi bile görmüştüm. Gerçi ineğimizi yılan katletmeseydi de yılbaşı kutlamayacaktık ama sınıfta karizmayı çizdiremezdim. Yılan imdadıma yetişmişti denebilir.

Halen unutmadım,  zengin olmayan hatta fakir sayılabilecek arkadaşın birinin evinde o kadar şaşaalı bir şekilde yılbaşı kutlanılmış ki: “elvan çeşit meyve yedik, Arap asi içtik, pişmaniye çektik vs. vs.” Öğretmenim atılan palavralara tepki göstermezdi, çocukları utandırmazdı. Sadece bir kere gülerek bu güzel prensibinden taviz vermişti.

 

Anneler gününden sonra çoğu öğrenci annesine mendil hediye ettiğini yazmıştı. Benim gibi teneffüslerde simit aldığı nadir görülen arkadaşın biri annesine o kadar çok hediye almıştı ki, hatırladığım kadarıyla: mendil, kolonya, çorap, baş örtüsü….Bu kadarına dayanamadı galiba ve  gülerek: “Mustafa, sen ne kadar cömertmişsin!” diye şaka yapmıştı.

Yukarıda ödevler belki de yazı yazma kabiliyetimiz gelişsin diye veriliyordu ama neticede çocuklar yalan söylemeye zorlanıyorlardı hatta küçük yaşta yalan yazmaya, yalan okumaya alışıyorlardı.

 

Medya

Zurnanın zırt dediği yere gelip çattık! Toplumun bozulmasında en büyük pay medyanındır. Şu günlerde mesela Kolombiya’daki gibi en ufak bir sorun, tartışma, kavga kanlı bitiyorsa bunun sebebi sorumsuz, hatta art niyetli medyadır.

İşitme engellisi olduğum için mesela televizyondaki konuşulanları anlayabilmek için insanların dudaklarına, yüz hatlarına ekstra dikkat etmem gerekir. Bu sayede dikkatimi çeken, özellikle dizilerde insanların genelde kaşı çatıktır, sürati asıktır veya gergindirler. Dizilerde sürekli tartışılır, bağrışılır veya kavga edilir. Kavgalarda zırt bırt kafa atılır, yere düşenler ise hemen belindeki silahı veya bıçağı çekerler.  Sanki kimse silahsız gezmez.

Dikkatimi çeken başka bir husus ise özellikle genç aktörlerdeki kibirdir. Baş hafif yana eğiktir, burun havadadır, bağır öndedir, omuzlar geridedir yani Anadolu tabiriyle yeni oyuncuların çoğunluğu tam bir artistir! Münir Özkul, Kemal Sunal, Zeki Alasya, Metin Akpınar,  Zeki Müren gibi mütevazı, kibar, nazik, candan, güler yüzlü, şen,  şakrak, halktan birini artık televizyon ekranlarında görmek neredeyse mümkün değildir.

Filmlerin veya dizilerin çoğu maalesef, sanat adına utanç verici bulduğum,  Recep İvedik  filmlerinden farklı değildir. Abarttığım düşünülebilir ama yabancılardan aldığım bir kaç tepkiye yer vereyim. Rus iş arkadaşım annesinin Rusya’da Türk dizilerini çok sevdiğini ve bu yüzden Türkiye’de tatil yapacağını anlattı.  Kendisinin ise Türk dizilerini sevmediğini söylemeyi de ihmal etmedi, Türk dizilerinde kadınlar hep ağlıyor dedi.

Afrikalı bir arkadaşım ise ülkesinde Türk dizilerinin çok yaygın olduğunu ama toplumda soruna yol açtığını anlattı. O Afrika ülkesindeki kızlar, Türk dizilerindeki gördükleri sarışın, uzun boylu erkeklerin hayaliyle yaşadıklarından, esmer Afrikalı erkeklerle evlenmek istemiyorlarmış.  Bu yüzden o ülkede Türk dizilerine bakılmaması çağırısı yapılmış.

Medyamız halen şiddeti, şehveti, içkiyi, kumarı, tokatçılığı, insanları hor ve hakir görmeyi teşvik eder. Medya toplumu geçmişte olduğu gibi halen doludizgin yozlaştırmakla meşguldür.

“Medya nasıl olurda tokatçılığı teşvik eder?”  diyebilirsiniz.  Kemal Sunal’ın tokatçı filmi belki de en komik filmlerinden biridir ama film boyu tokatçılık allandırıla ballandırıla teşvik edilmektedir. Niyet iyi olabilir ama neticede insanları tokatlamak yanlıştır. Bu tür misalleri çoğaltabiliriz, gerek yok sanırım.

Müstehcenliği, şehevi duyguları kamçılamayı hatta sapık ilişkileri ön plana çıkarmayı prensip edinmiş bir grup medya vardır. Ben bunları “kadın tüccarı medya” diye adlandırıyorum. Kadın tüccarlarının servis etmiş oldukları habere ihtiyacım yoktur. Yıllardır kadın tacirlerinin medyasını boykot ediyorum.

Başka bir çarpıklığı geçenlerde fark ettim. Muhafazakâr bir haber sitesinde dikkatimi haberlerdeki şiddet oranının fazlalığı çekti. Tepki gösterdim ama nafile. Şu günlerde haber sitelerinden uzak duruyorum, insanın içi karartan haberler daha fazladır.

Kısacası, insanların ahlakını bozan, içini karartan bir medya var ve toplumun yozlaşmasında en büyük pay medyanındır.

 

Ahlaken büyük yaralar almış; maddiyatın, çıkarın,  bencilliğin hipnoz etkisinde kalmış toplum düzelebilir mi? Elbette düzelebilir yeter ki hatanın, zararın, ziyanın farkına varılsın, çareler aransın…

 

 Abdullah Konuksever


( Domates başlıklı yazı hotamisli tarafından 27.08.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.