Uçurum…

 

Uçurumun kenarında oturan sırdaş şiirler ve sevdalı şairler…

 

Çünkü:

 

‘’Şiir yazmanın insanı uçurumun kenarına sürükleyen bir yanı var.’’(Charles Bukowski)

 

İçine şiir kaçan hangi yoldaş şair ki sevdalı ritmine bilinmezin illa ki kuytularda topa tutacak şiir yazan kalemi…

 

Âlemim, âlemsin… Âlemsizlikten muzdarip tüm dünyalılar nasıl da normal insanlar ve tekdüze hayatın kayıp ritmini değil de kazanımlarını el üstünde tutuyorlar tıpkı bir zamanlar aşkla yaşamadığım lakin aşikâr şekilde düzene uyup da plazalarda dolgun maaş peşindeyken.

 

Sürüklendiğim peşi sıra ne de olsa ne imgede takılıydı aklım ne de sürrealist bir neşe bekliyordum günden.

 

Gün devingen değildi bir zamanlar sadece kurgulu bebek gibi gidip geliyordum evle iş arasında ve sefasını sürdüğüm zamanın: asla da kimsenin bana aksırdığımda çabuk öl, demediği zamanların tarihçesinde dolgun ve de olgun bir nameydim dudaklarımdan dökülen asla da ilgi alanımda değil iken iç sesim ve belalısı dış ses.

 

İmlerin teyakkuzundayım son zamanlarda asil bir yorgunluk çökerken varlığıma ve asla da varlığımın tek zerreye denk düşmediği yıllarda acaba hangi ölçüttü beni mutlu kılan?

 

Zamirler ve de öznesi kayıp zaman aslında kaybolan zamanın en asil öznesi iken günlük koşturmaca arasında iç sesinden bihaber olan bir ‘’ben’’.

 

Ben dilinden yoksun benliğim belli ki benliksiz ömrün çatısının da akmadığı zamanlardan geliyordum.

 

Zaman insanı büyütürken boyu da kısalıyor hayallerin ve kursağımızda kalan sadece eksik kalan hayallerimiz oysaki bir düş çukurundan ibaret döngünün asılı kaldığı o kancada saklı izdiham ve de ihtimam.

 

Sure tadında ömürler dilendiğimiz.

 

Dillendirdiğimiz beylik istekler ve kat çıkmaktansa rahmete süzülen gözlerimizin müridi iken o yaş silsilesi.

 

Acı patlıcanı ne yazık ki kırağı çalıyor hele ki acıyı yeni yeni tadıyorken ne de olsa girizgâhı hem umut illa ki hayal kırıklığı.

 

Şiirlerin penceresinde iken gün boyu ve devirdiğim son yedi yıl asla taviz vermediğim kelime sürüsü ve katmanlarında ömrün kala kaldığım bir hezeyan birikintisi aşkla çıtayı yükselttiğim aslında aşkın anlamına yeni yeni vakıf iken.

 

Suladığım kökleri aşkın ve aşikâr bir hüzün her aşka çalım atan ve aşkı hep insanlardan topladığım; aşkla yazdığım ve rahmeti kucaklamak adına melun mahzun göğe diktiğim gözlerim.

 

Bir ukde ise içimde kalan.

 

Bir teyakkuz ise serpilen.

 

Belli ki kılıfına uyduruyorum günü ne de olsa sözcüklerden dikiyorum ben o kılıfı ve derviş hırkamın ceplerinde ölgün gölgeler var her şiire döktüğümde canlanan ruhum ve temaşası ömrün ki bir komutan edasıyla zafer naraları atıyorum ne zamanki şiire geçici bir nokta koysam.

 

Eklem yerlerimde biriken bir imleç silsilesi ne de olsa rutubetli benim varlığım ve havsalımın da almadığı şiirsiz ve kalemsiz geçen koca bir ömür.

 

Kıran kırana savaştığımız hayat denen ring ve bindiğimiz taşıtlar körüklü otobüslerin cüssesine göre küçük kaldığımız ve uber taksilerin peşine düşen müşteriler belki de müşteri olmanın da izahı yok iken günlük düzlemde hangi vasıtayı kullandığımız da değil hani önem arz eden sadece vakitlice varmalıyız gideceğimiz yere hele ki mesaiye tabi isek elbette erken varıp geç çıktığımız sonra da vazifemizi sürdürüp günlük görevimizi de ifa ettiğimiz…

 

Şimdilerde olansa aslında yokluğun telaşı ve yoktan var eden Rabbin yardımıyla boş bir sayfayı duygularla doldurup şiir başlığı altında sevdalı bir görevin sorumluluğuna nail olmak.

 

Elbette yazarın vurguladığı üzere:

 

‘’Kanımızdaki zehir. Diğerleri görmüyor bu zehri. Zaten biz istesek de kurtulamıyoruz bu zehirden; çünkü bu taktiri mümkün olamayacak kadar yoğun bir zehir.’’

 

Her alıntıda gerçek payı var hele ki sözlendiğimiz kalemle eninde sonunda nikâh kıyıp bitimsiz bir aşka kucak açtığımız üstelik hem iyi hem kötü günde.

 

Külüstür bir arabanın her yeri dökülürken evren de yaşlanıyor tıpkı sahibi iken bizler de kendimizi harcıyor ve de tüketirken zamanı: yeter ki zamanımız bol olsun ve kalan zamanda hala güzel bir şeyler yapabilmenin huzuru ve güveniyle yaşayalım.

 

Bir kaygı aslında kalemin takındığı ruh hali ne de olsa kalemin ne mesaisi var ne de tutarlı bir vakti ve alışageldiği üzere kalem de sahibi de uyumuyor geceden sabaha uzanan o zaman diliminde kurcalıyor aklını imgeler ve kurguluyor hayallerini öyküler tıpkı eşref saatine uymak zorunda kaldığımız kalemin devasa hükümranlığı elbette sahibini ele geçiren o yazma dürtüsü.

 

Bazen korkmak; susmasına dair bir endişe taşırken kalemin, sürüklediği o okyanusta yüzme bilmeden de hayatta kalabilmek ne de olsa duygular kalemin en büyük sırdaşı ve tek dilinden anlayan akabinde paylaşma güdüsüyle insanlarla yeniden ve yeniden iletişime geçtiğimiz.

 

Sevmek bu kadar kolayken…

 

Sevilme ve anlaşılma ihtiyacı ise kalemin sırtına binmişken belki de bizim sırtımızdan geçinen kalemin de ödediği diyet her yazmadan geçen günü ölü zaman addettiğim/iz.

 

 


( Kalemin Diyeti... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 5.09.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.