BURNUMA DUZ GİBİ KOKDUN GARDAŞIIIM !
Havalar soğumaya yüz tutmuştu. Harman da sırasıyla yatan iki kardeş sabaha
karşı düşen çığ ve soğuktan üşüyüp titreseler de babayiğitliğe toz kondurmayarak
birbirinden bunu saklıyorlar, güneşin
doğmasıyla beraber ısınan havadan ve bir türlü bitmek bilmeyen iş güç
telaşından dolay akşam üstlerine
örtünmek için evden harmana yatmaya gelirken yorgan getirmeyi akıl
edemiyorlardı.
Şamlı’nın uşağı
diye bilinen ve kimseye zararları olmayan, köylülerince sevilip sayılan iki
kardeşten İreşit uzun boylu babayiğit kırmızı benizli, yakışıklı iri kıyım
birisi iken küçük kardeşi Omar ağabeyinden biraz uzun boylu ama kara kuru bir
gençti. Belki de zayıflığından dolayı boyu ağabeyine göre uzun gösteriyordu.
Güçlü kuvvetli iki atları vardı ki
bakmaya kıyılmaz, bütün köylünün gözü bu atların üstündeydi. “Aman nazar
değmesin” diye köye gelen çerçiden boyunlarına mavi boncuk satın alıp
bağlamışlardı. O yıl bu atlarına güvenerek köylüden bayağı tarla tutarak ortağına ekmişlerdi.
İş bitecek gibi değildi. Bunca
çalışmalarına rağmen diğer çiftçilere göre çok gecikmişler ancak Eylül ayı
ortalarında tarladan sapı harmana getirmişlerdi. Bu yüzden dolayı ortakçıların
biri gelip biri gidiyor, öfkelerinden suratları beş karış yer süpürüyordu.
İki kardeş geceyi gündüze katarak
çalıştıkları halde iş biteceğine daha da çoğalıyor, mahsulü kışa kaptırma
telaşına düşen İreşit arada sırada iki ellerini öfkeyle havaya kaldırarak “eyy
aza ganatkar olmuyan dürzü İreşit, elin tarlasını iki ata güvenip ekmek toplamak
sana mı galdıydı” diye kendi kendine feryadı figan etse de araya girenler “yazık
günaa girme” diyerek onu teskin ediyorlardı.
İki kardeş baktılar ki bu böyle olmayacak evde barkta eli iş tutsun tutmasın çoluk çocuk kim var ise sabahtan akşama kadar harmanda kendilerine yardım etmeye mecbur ettiler. Çocuklar büyüklerin nezaretinde döğen sürerken kimileri de dirgenle iyi ezilsin diye bir yandan sapları karıştırıyor, tınaslar da elde yaba duran kişilerce savrulmayı bekliyordu.
Birkaç kez yağmur tehlikesi
atlatsalar da ‘mahsulümüzü kaybederiz’ telaşına düşen ortaklarının da yardıma
gelmesiyle aradan geçen bir aya yakın
zaman içerisinde onların paylarına düşenleri ayrı ayrı taksim ederek yağmur ve erkenci
yağabilecek kar da ıslatıp şişirmeden kendilerine teslim
ettiler.
İreşit’in öfkesi az buçuk dinmiş, artık
eskisi gibi kardeşi Omar’ın ve kendi aile efradına gerekli gereksiz bağırıp çağırmıyordu. Vaktin
nasıl geçtiğinden habersizdiler, burunlarına mantı yemeği kokusu geldiğinde
vaktin öğle ye geldiğini fark ettiler. Aceleyle karınlarını doyururlarken
ağızlarındaki lokma şapırtılarına “Omar oğlum, bu günkü işleri bitirdikten sona
Allah izin verirse yarın sabah önce tarlaya ekecaamiz toomları ayıralım, ondan
sona da hıssamıza düşeni yağmura çamura gaptırmadan hemen bölüşelim, galan vaktımızda
da arabıya çeteni gurup samanlarımızı
samanlığa atalım ki gışın hayvanlarımız aç galmasın.” diyen İreşit'in ağzındaki lokmalardan zor çıkan
talimatları karıştı.
Bereketli bir mevsimi geride bırakmışlar bu
yüzden de iki kardeşin gözlerinin içi ışıl ışıldı. Ağası yanında saygısızlık
olmasın diye konuşmayı kendince pek sevmeyen Omar “ağa, ağar gızmassan sana
bişi diyecam, bu yıl iki ata güvenip ortağına çok tarla duttuk, işi
yetiremedik, parasızlıkdan çitçide dutamadık, bu yüzden harmandan geç gaktık,
seniye fazla ortakcı almıyalım”. İreşit’in bu durum pek işine gelmemişti,
yapacak bir şey yoktu, işler ortak görülüyordu, “haklısın gardaşım senin didiğin
olsun baalım” dedi.
Köylük yerde ortalık ağarmaya başlarken öten horozlar, sonrasında erkencecik doğan güneş insanın yorgunluğunu ve yerine göre uykusuzluğunu bilir mi. O gün harmanda yatma sırası Omar’daydı, ortalık ağarırken gördüğü rüyayı yarım bırakarak telaşla uyandı. Önce gözlerini üfeledi, yatarken üstüne yorgan çekse de altındaki saman çığdan dolayı sırt ve bacaklarını bayağı üşütmüştü. Az gerindi, üstünü başını giyindikten sonra eline yüzüne su serperken "vakıt öğlen olmuş sen daha yatıyon Omaar, insan bu vaata galırmı heç” diyen İreşit ağabeyinin sesi kulaklarına aksetti.
Aile efradı harmana gelinceye kadar iki kardeş bir gün önceden yarım
kalan işleri bitirmeye uğraşırlarken geçen zaman içerisinde diğerleri de
harmanda yerlerini aldılar. İki kardeş herkese gücünün yeteceği kadar işleri
tarif ederek kendileri de hanımlarını yanlarına alıp asıl kendi görecekleri işlerin
başına geçtiler.
Bir önceki gün kararlaştırdıkları
gibi hareket ederek önce ekecekleri tarlanın dönümünü, sonrasında da dönüme kaç kile tohum
atılacağını, o yıl ortaokul son sınıfta okuyan Omar'ın oğlu Hacı’ya hesap
ettirerek zor kötek tohumluğu bir kenara
ayırdılar.
Tohumluk işi bittikten sonra sıra
kalan mahsulün ayırımına gelmişti. Her yıl yaptıkları gibi önce yüz çinik mahsülü
İreşit sayarak kardeşi Omar’a, o da bir köşeye dökmesi için askere gidecek olan
yeğeni Asım’a teslim ediyordu. İlk yüz çinik sayımı bittikten sonra İreşit “Omaar,
yavrum dizlerim goptu, bundan sonrasını sen çinikle ne olur” diyerek kadeşi ile
yer değiştirdi. Omar “çinik kııırk” demişti ki oğlu Necati “aga anam yemamizi
getirdi de sizi sufruya çağırıyo”. Meğer vaktin öğleye yaklaştığını fark eden kadın
azar duymayayım, ‘bu gadar horanta harmanda aç kalmasın’ korkusuyla koşar adım evine giderek bolca bulgur pilavı pişirip sofraya koymuştu.
İreşit emmisi yeğeni Necati'ye "anan ne bişirmiş oğlum“ diye sorunca “emmi
bulgur pilavı” Vakit ne çabuk geçmiş dışarısı öğle olmuştu. İreşit buna içten
içe kızsa da işin içinde bulgur pilavı vardı, ‘soğutmuya heç gelmez, soona
ariye gider’ düşüncesiyle “haydin baalım, herkes sufraya“ diye emir verdi.
Yemekti, istirahatti derken
İreşit’in, “haydi herkes işinin başına” komutuyla gönüllü gönülsüz herkes işnin
başına döndü. Ömar çiniği mahsülle doldurup “gırkbiir” diyerek ağabeyine teslim
ederken Ağabeyi, “diggatli say oğlum, otuz dokuz da bıraktıydın, gırkdan
başlıyacaan”dedi. Omar boş bulunup “o vakıddakı aclık gafana vurmuş ellağam aga, ben
sayı belli olsun diye gırk da bıraktıydım.”
‘Otuz dokuz da bıraktıydın, yok aga kırta
bıraktıydım ın’ arkası gelmeyen iddiaların arasına kör şeytan karışmıştı. İleri
geri derken İreşit ağası nasıl oldu bilinmez ‘saçının teline
kıyamadığı kardeşinin başına
harman süpürgesini yarı saplı vurunca Omar oraya düştü. Kimse iki kardeş
arasına girip müdahale etmiyordu. Yaptığından utanan İreşit bir kenara
çömelirken diğerleri de Omar’ın kafasından akan kanları oradaki ocakta
buldukları külleri basarak durdurmaya çalışıyorlardı.
Olayı duyan yetim büyüdüklerinde baba
yerine koydukları Şamlı'nın Mehmet emmi ve oğulları yetişerek aile arasında
husümet doğmaması ve dövüş çıkmaması için uğraşı vererek ortamı yatıştırdıktan
sonra sayıya kırk tan başlayarak iki kardeşin bakışları arasında mahsulün
paylaşımını yaptılar.
İki kardeş küs oldukları halde
birbirlerine yardım ederek harmandaki samanları samanlıklarına taşıdılar, öbür
senenin tarlalara tohumlarını ektiler.
Ölüde, diride, düğünde, dernekte, iyi ve kötü günlerinde, oturdukları köy odalarında beraber oldular
ama aradan geçen bunca yıllara rağmen bir türlü barışmadılar. Hısım, akraba ve
çocuklarının dayatmaları barışmalarına asla fayda vermedi.
Aradan geçen yıllar içerisinde İreşit
ağa yaşlanmış, haliyle bir ayağı yerde sürünüyordu. Oğullarını evermiş,
kızlarını gelin etmişti. Herkes işini,
aşını bulmuş, ne onun çocuklarına, ne de çocuklarnın ona ihtiyacı vardı.
Hanımıyla bir edi bir büdü kalmışlardı.
Bir gün camide vakit ezanı beklerken komsusu Tahsin “İreşit ağa aha geldik
aha gidiyok, Allah kımet ederse bu yıl hanımımla beraber hacca gidecaam, bunca
yıldır seninen arkadaşlık yapdık, senin aklında bööle bişi varmı, ağar akıl
idersen yarin beraber şaare hanımlarımızı yanımıza alıp gidip yazılalım
isdersen”
İreşit ağa akşam hanımına durumu
açtı, kadıncağız sanki kendisinden böyle bir şey beklermiş gibi duyduğu
teklifle sevinçten dört köşe oldu. Karı kocanın sabaha kadar gözlerine uyku
girmedi.
Adet gereği hacı yemeği verdiklerinde
Kardeşi Omarın hanımı ve çocukları, onun tüm akrabaları geldiği halde kardeşi
gelmemişti. Hanımı, çocukları ve tüm akrabalarının onca dayatmalarına rağmen
hacı yemeğine gitmeyen Omar bu kez de “o
bana halleleşmiye gelmesi ilaazim idi” diyerek ağabeyini savuşturmaya
gitmezken, ağabeyi de “o benden güccük,
ben mi halelleşmiye onun ayağına gidecaam, o gelsin” inatlaşmaları neticesinde
İreşit kardeşi Omar’la barışmadan haccın yolunu tuttu.
Ardı arkası gelmeyen hac
ibadetlerinde yorgun düşen İreşit’in daha başını yastığa koymadan gözleri
kapanıyor, kısa süren derin uykularında
“benden halellik almadan hacca giddin, senin hacılığın gabul olmaz” diyen
kardeşi Omar rüyalarına giriyordu. Bu durum neredeyse hac boyunca sürdü.
Hacıların dönme vakti yaklaşmıştı.
Artık köyde hacı karşılama hazırlıkları göze çarpıyordu. Omar'ın köy dışında
bulunan oğul ve kızları amcalarını karşılayan ekibin içinde bulunmak için köye
birkaç gün öncesinden akraba ve dünürleriyle gelmişlerdi.
O yıllarda Kırşehir hacıları Hac dan
otobüslerle Mucur ilçesine gelir oradan da karşılayıcılar teslim alarak
evlerine gelirlerdi.
Omar’ın o gece sabaha kadar
düşünmekten gözüne uyku girmemişti, yıllardır içinde biriktirdiği küslüğü bir
kenara atarak sabah kendisini karşılama kafilesinin içinde buldu.
Otobüsler
Mucur’da yolcularını bırakırken inenleri karşılamaya gelenler hasretle
sarmaş dolaş bağrına basıyor, gençler yaşlı olanların ellerini öpüyor, bazıları
sevinçten kendisini tutamayıp ağlıyor, bu işleri bitirenler de hacıların eşyalarını
otobüslerden alarak kendi araçlarına taşıyorlardı.
Hacı İreşit ne kadar yol yorgunu olsa
da kendisine doğru koşan akraba ve çocuklarını hanımına göstermeye çalışırken
bir yandan da “acaba o da karşılamaya geldi mi ki” diye kataraktlı gözleriyle
kardeşi Omar’ı seçmeye uğraşıyordu.
O anda Omar kardeşini otobüsten
inerken görmüş, yaşlılığından
umulmayacak şekilde ağabeyinin yanına koşar adımlarla gelmiş, otobüsten inmesine
yardım etmeye çalışıyordu. İki kardeş birbirine sarıldıklarında gözlerde
birikenler etrafa sel olurken olayı seyredenlerde hıçkırığa boğulmuşlardı. O
anda “YILLARDIR BURNUMA DUZ GİBİ KOKTUN GARDAŞIIIM” diye feryat eden Hacı
İreşid'in ağıdı ciğerleri dağlıyordu.
ERDOĞAN
ÇALIŞKAN 30 08 2019 KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR
Öyküleri
şahısları küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmıyorum.