Kendi iç devrimini gerçekleştirmekten aciz (hatta böyle bir devrim türü olduğundan dahi habersiz); yönetim şekli, yöneticiler veyahut hakim ideolojiler değişirse (kendi ideolojisi ülkeye hakim hale gelirse mesela) herşeyin değişip düzeleceğini zanneden, buna istinaden her fırsatta devrim yaygarası koparan din ve mukaddesat düşmanı ideoloji yobazı ile, dini salt yüzeyden görünen hali ile algılayıp insanları "kendi" inandıkları çerçevesinde yargılayan ve kendi din anlayışı ülkeye hakim olursa herşeyin düzeleceğini sanan, her fırsatta mukaddesat yaygarası koparan din yobazı arasında dişe dokunur bir fark yoktur. 

Benzer yönlerini örneklendirecek olursak;

Her ikisi de kısa vadede psikoloji ilminin, uzun vadede psikiyatri ilminin konusu haline gelir.

İkisi de inandıklarını herkes tarafından kabul edilmesi gereken mutlak doğru ve gerçekler zanneder. İdeoloji, siyasi görüş ve dini yorumlama şekillerine (ki oldukça yüzeyseldir yorumları) bilimsel kanun muamelesi yaparlar ve acı tarafı sizden de aynısını beklerler.

Muhafazakârdırlar. Çocukluk döneminde özellikle ailelerinden aldıkları dînî, siyasi, ideolojik bakış açılarını ağır travmalara maruz kalmadıkları müddetçe muhafaza etmeye çalışırlar.

Cımbızlamayı severler. Bütünü ele alabilecek ferasetleri yoktur. Cımbızladıkları örnekler üzerinden yaptıkları genellemelerle bütünün bilgisini elde ettiklerini sanırlar.

Düşünce, iman ve hareket arasındaki bağıntıdan habersizdirler. Düşünmekten çok inanmayı tercih ederler. İnsanın birbirinin içine sinmiş bir fikir, iman ve aksiyon üçlüsüyle mükellef olduğunun farkında değildirler.

Çok çabuk ötekileştirirler. İnsanları kolaylıkla "kendisi gibi inananlar ve inanmayanlar" diye iki cepheye ayırırlar. 

Gündem olmaktan ve gündemde kalmaktan bir tür duygusal çıkar sağlarlar. Gündem olamadıklarında, yahut gündemden düşmeye başladıklarında üsluplarını sertleştirerek alacakları zevki katlamaya çalışırlar.

Peşinen kabul ve peşinen ret psikolojisi içindedirler. Anlamaya çalışmak gibi bir gayeleri pek yoktur.

Dinlemezler. Dinlemedikleri için de cevap olarak kendilerince bir mantıksallık ve tutarlılığa büründürdükleri zihinsel senaryolarını sunarlar. Tabi duygu karışık, özellikle öfke karışık senaryolardır bunlar.

İdeolojileri ve yüzeysel din anlayışları sağlıklı düşünmelerini engeller. Klişeleri tekrar ederler. Dillerine doladıkları tahrikkâr slogan ve sözlerle rakip gördüklerini tahrik ederek kaos oluştururlar. 

Tahrikten zevk alırlar ve çok kolay tahrike gelirler.

Nefslerine toz kondurmazlar. Tek gayeleri haklı çıkmaktır ve hep haklı olduklarını zannederek yaşarlar.

Günlük yaşamlarında pek de etkili oldukları söylenemez ama rakip bulduklarında haklılıklarını ispat adına, şiddet dahil çeşitli yöntemlere başvurabilirler.

İkisi de önyargılıdır, peşin hükümlüdür. Ya öyledir, öylesindir. Ya böyledir, böylesindir. Insanların düşüncelerini, inançlarını, yaşam tarzlarını ve bakış açılarını küçümserler, aşağılarlar.

İstedikleri genellikle nefsleri içindir. Ama Allah için, devlet için, millet için istiyormuş gibi görünmeyi tercih ederler ve bunun farkında dahi değildirler. 

Tebliğ kaygısı çekerler. Her ortamda ve her fırsatta ideolojilerini, siyasi görüşlerini ve dini yorumlama biçimlerini tebliğ arzusu duyarlar. Kendilerine tebliğ edemediklerini topluma tebliğ gayesi ile fırsatları değerlendirmeye çalışırlar. 

Düşünce ve inanç kavramlarını sık sık birbirine karıştırırlar. Düşüncelerini (bize ona inançlarını diyelim) dayatmacı bir üslupla ifade ederler. Bu arada karşı cenahın dayatmacılığından şikayet etmekten de geri durmazlar. Üsluplarını klişe ve sloganlarla güçlendirdiklerini düşünürler.

Bunu söylemeden yapamayacağım: Kendilerini en rahat ifade edebildikleri yerler rahatça gizlenebildikleri kalabalıklar (örneğin toplumsal olaylar) ve sanal ortamlardır. 

Aklıma gelenler bunlar. Yazdım ama itiraf etmeliyim maddelerin bir kısmı bende de var. Kişi kendinden bilir işi misali. Bir kısmı fark edebildiklerim. Fark edemediklerimle birlikte hepsine sahip de olabilirim. Acı bir tablo. 

Tabii illaki genel geçer şeyler olarak sunmuyorum bütün bunları. Yanlış anlaşılmasın. Neticede bunlar da her an yanılgıya mahkûm bir aklın ürünü. Sadece yorum. İspatı ve genellemesi mümkün değil. Gaye milletçe yaşadığımız duygusal ve düşünsel çatışmaya bu iki insan tipi üzerinden bakmak. Daha açık bir ifadeyle, bu benim de mustaribi olduğum ruhsal çalkantının bir bakıma görünürlük kazanmış hali. Çarpıcı olması için bu iki örneği verdim. Yoksa az çok hepimiz yaşıyoruz bu problemleri.

Ben bu iki kişilik tipinin ortaya çıkışını duygusal bir millet olmamıza bağlıyorum. Yahut şöylesi daha açıklayıcı olur: Düşünce ile duyguyu dengeleyememizden ve hareket konusunda iteklenmeye muhtaç yetiştirilmemizden kaynaklı yaşadıklarımız. Sanırım bu yüzden sonuç alınamayacak tartışmalar üzerinden birbirimizi yıpratmayı tercih ediyoruz. Biraz da kendimiz gibi kalarak değişmeyi, gelişmeyi ve ilerlemeyi beceremediğimizden mi acaba? Ya körü körüne kendin kalmaya çalışmak, ya da kimliğini ve kendiliğini yok sayarak değişmeyi ve yenilenmeyi istemek... Sadece bu iki seçeneğe mi mahkumuz? Alternatif çözüm yöntemleri var da bireysel ve toplumsal bağnazlığımız aklımızı tıkadığı, bütünüyle duygularımızla hareket etmemize neden olduğu için mi doğru çözümü bulamıyoruz? Nerde bu çözüm, nerde? Belki de hiç ummadığımız ve önemsemediğimiz bir yerde: İçimizde.
( Tek Kişilik Manifesto başlıklı yazı Silüet tarafından 17.09.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.