Kentsel dönüşüm komşuluğu”
48 daireli binanın 3.katında bulunan 4
daireden birinde kiracı olarak oturuyorum. Bina sakinleri ile ana giriş
kapısında karşılaşıp birbirimizi tanımadan selamlaşma dışında bir ilişkim
olmuyor. Sabah erkenden işe koş akşam geç saatte yorgun eve dön bütün hayatım
bu şekilde geçiyor. Geçen gün bina önünde bir tabut ve etrafında birkaç kişi
duruyor.
“Hayır ola? “
“4 nodaki Hüseyin ağabey vefat etti.”
Aynı apartmanda kim nerede oturuyor
çıkan cenaze, kimdi, hasta mıydı, kaza mı geçirdi yaşlı mı, genç mi? 3 senedir
bu binada oturuyorum kimseyi tanımıyorum. Apartman komşum değil mi cenaze
namazına gideyim. Hiç olmazsa terk-i dünya ettikten sonra komşu hakkında biraz
bilgi edineyim.
Ben er kişi olarak cenaze namazında
hocanın cenaze namazı kılmayı bilmeyenler benim gibi yapsın anonsu ile iki
elini kulağının arasına götürüyor ellerini dua eder şekilde açıyor aynısını
yapıyorum. Musalla taşı önünde er kişiler ayakta safta duruyoruz. Vefat eden
kişinin annesi doğurduğu büyüttüğü çocuğu için cenaze namazında önde değil arka
safta durması saçmalığını bir tarafa bırakın. Birazdan imam soracak “merhumu
nasıl bilirdiniz? hakkınızı helal eder misiniz?“ Ben de - iyi idi - diyeceğim,
- helal olsun - diyeceğim utanmadan. Hoca cenazeye gelen eş, dost ve akraba
hatun kişilere değil, cenaze namazı kılmak için el kol bağlayan er kişilere
kitabın vaaz ettiği şekilde bu soruları sormak durumunda. 48 daireli bir binada
oturan komşumun dirisini tanımadan cenazesine geldiğimi nereden bilsin.
Cenaze dönüşü apartmanımdan içeri
girdiğimde; karşıma çıkan ilk komşuma iyi akşamlar dileyip, uygun zamanınızda
kahve içmeye beklerim demeye karar verdim. Hani apartmanda karşıma çıkacak ilk
kişi binada oturan bir kişi de olmasa bir görev yapma kararındayım. Karşıma ben
yaşta bir bey çıktı.
Birden görüşelim mutlaka beklerim yahut
ben ziyaretinize gelirim diyecektim. İçinden hoppala aniden bu davet de nereden
çıktı der çekincesiyle vazgeçtim. Ne şimdi mi günah çıkarıyorsun duygusu sardı
beni. Yüzüne ve gözlerinin içine kadar merakla ve şaşkınlıkla soru sormaya
hazırlandığımı hissetti.
“Bu apartımanda mı oturuyorsunuz?”
“Evet ! Apartman yöneticisiyim”
Sanki önceden tanıyormuşum gibi, “Pardon
tanıyamadım”.
“Bina toplantısından haberim oldu ancak
katılamadım.”
“Daire numaranız nedir?”
“7 ”
Hemen kurgulamaya başladım.
“Binada daire komşusu değil miyiz
mutlaka bekliyorum iki laf ederiz, birbirimizi anlatırız birbirimize.
Çocuklarımızın hikayelerini paylaşırız. Sağlığımızın durumunu sorgularız.
Havadan sudan konuşuruz. Şiir sever misin? Okur musun? Neler okumayı seversin?
Belki de kitaplarımızı değişiriz? Ne dersin? Ben 7 nolu dairede 3 senedir
oturuyorum. Bu Cuma öğleden sonra saat 17 de beklerim iyi mi? Eskiden evler yan
yana bahçe içerisindeydi. Çok katlı beton ormanları yoktu. Büyüklerimiz üzgün
ve eskiyi çok özlüyorlar. Cuma gününü beklemeden hemen yöneticimizi kolundan
tutup daireme kahve içmeye davet için elimi omuzuna koyduğumu hissettim.”
Birden yönetici bey, “sizin daire için
elimde bir toplantı tutanağı var. Buyrun benim daireye onu size vereyim hem bir
kahve içeriz.”
Son yılların Meksika işi filitre,
Gutemala tipi kahve makinasından kahve değil, cezvede su ile karşılıklı
kaynatılmış bir Türk kahvesi içtik. Yöneticiye, “kendimi bu bina yerine yakın
ahşap bir köşk’te büyüdüğümü, buraların o zamanlar ne güzel bağlık bahçeli
olduğunu gerçi şimdi ne köşk ne de çınar ağaçlarının ortada olmadığını, hiç
olmazsa hatıra olması için buralarda bir yerde daire kiralayıp oturabileceğimi
bir edebiyatçı ses tonum ile bir güzel anlattım.
Yönetici, boşalan kahve fincanlarını
toplarken oturanlardan çok dertli olduğunu anlatmaya başladı.
”Beyefendi nerede o eski İstanbul
insanı. Binanın, ilk üç katı Malatyalı,diğer, iki katı Diyarbakırlı ve geri
kalan daireler de sözleşmiş gibi Güneydoğu Anadolu’nun diğer illerinden gelen
ailelerce, ya satın alınmış ya da hemşehrilisine kiraya verilmiş durumdadır. Bu
Güney Anadolu kökenli vatandaşlarımız teker teker belki fena insan değiller.
Ancak, bizim binada haftada 2 gün sıcak su veriliyor. O iki gün, aile fertleri
dışında Istanbul’un muhtelif yerlerinde irili ufaklı işlerde çalışan
hemşehrileri evlerine banyo yapmaya çağırmaktadırlar. Aşırı yüklenme nedeni ile
binanın elektrik trafosu sık sık atmaktadır.Bu vatandaşlarımızın, daire kapısı
önündeki ayakkabı nüfüsunda ne zaman bir artış görsem o gün bina elektrik
trafosu aşırı yüklenme nedeni ile atardı.”
Yönetici, elinde tepsi konuşmasına devam
etti.
"Diyarbakır’lısı, Urfa’lısı da aynı
banyo davetinde bulunuyorlar. Hemşehri dayanışması güzel bir şey, ama her hafta
binanın elektrik trafosu atıyor. Bir sürü masraf çıkarıyor." Kaç kez
söyledim. “Şu hemşehrilerinizi, Aksaray’da bulunan hamam ve banyolarına
gönderin. Banyo paralarını ben vereyim. Ne olur oraya banyoya gitsinler.
Ayrıca, şu ayakkabıları daire kapısı dışında bırakmayın. Bütün katlara ayak
kokusu yayılıyor” dedimse de dinletemedim. Bu nedenle, Vallahi müşteri çıkarsa
dairemi satıp buralardan uzaklaşacağım”
Sizi tanıdığıma memnun oldum dedim ve
müsade istedim.
Bina önünde az da olsa bulunan bahçe
içinde çıkış kapısına doğru yürürken başımı kaldırıp etrafa dikkatlice bir
baktım Etraf çocukluğunun geçtiği Yeşilköy’e hiç benzemiyordu. Çınar ve incir
ağaçları kesilmiş yerlerine sanki zamanla serpilip büyüyen bu 10-12 katlı
buğday silosu gibi beton binalar dikilmişti.
Sabahın karanlığında 6.30 banliyö
trenine yetişemessem işe geç kalıyorum. O karanlıkta kim nereden gelmiş köylü
mü şehirli mi irdeleyecek hal bırakmayan bir hayat mücadelesi döngüsü
içerisindeyim. Keşke, insanlar bu kadar üreyerek, büyük şehirlere iş bulmak
için göç etmeselerdi. Silo gibi çok katlı binalar içinde yaşayanlarla komşuluk
yapamadığıma yazıklanmama bu hızlı hayat döngüsünün izin vermeyeceğine inandım.
Vefat eden“4 nodaki Hüseyin ağabeyin.”
mekanı cennet olsun.
Erdil Ünsal