‘’Gidecek olana dur demek kimin haddine. Acıya mahkûm kalınacak olunsa bile’’



Sabah olduğunda artık gitme vakti gelmişti. Tam üç saat vardı gitmelerine. Yolda simit, üçgen peynir aldılar. Hava alanına vardıklarında, iki saatleri kalmıştı.


Cüneyt son bir cesaretle, Lara’ya kendisiyle konuşmak istediğini söyledi. İkili havaalanı içinde yürüdüler. Hava yağdı yağacaktı. Ekipten uzaklaşıp müsait bir yer bulduklarında oturdular. Bugün ne çabuk geçiyordu zaman.


Cüneyt, bir müddet hiçbir şey konuşmadan sevdiğinin yüzüne baktı. Bir ağlama isteği gelip geçti. Cüneyt kendisini zor tuttu. Boğazında düğümlendi kelimeler. O anda konuşsa, sanki kelimeler boğuk boğuk çıkacaktı. Durdu biraz zaman geçtikten sonra, kendisini toparladığında konuştu.


Cüneyt: Demek şimdi gidiyorsun. Ne kadar kolay öyle değil mi? Uçağa biniyorsun iki saat sonra varıyorsun gideceğin yere. Keşke unutmak da o kadar kolay olsa.


Lara: Ne gitmek kolay. Ne de kalıp beklemek. Hepsi kendi içinde acı veriyor. Sana hiçbir zaman umut vermedim. Nasıl oldu da tutuldun bu aşka. Bir hafta oldu göreli.


Cüneyt: Aşkın yaşı bile yokken, zamanı mı olurmuş. O zamandan da yüce bir şey. Ben seni bir haftalık zaman diliminde görüp sevdim. Ama bir ömür seveceğim buna inan.


Konuşma gittikçe içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. Öyle ki, Lara’nın gözlerinden yaşlar yağmur damlaları gibi iri iri düşüyordu toprağa. Lara gayri iradi sarıldı Cüneyt’e. Hiç bırakmak istemiyordu.


Cüneyt, kendisine sarılan Lara’nın saçlarını tutup okşamak istediyse de yapamadı. Kıyamadı koklamaya yârinin saçlarını. Gözlerinden boşanan yaşları sildi. Uzun uzun baktı gözlerine. Bıraksalar orada ölmek isterdi. Ve bundan zerre gocunmazdı.


Aşk öyle bir şey ki, en acımasız insanlarda bile tesir ediyor. Katiller bile ilk cinayetlerini sevdikleri uğruna yapar. Hırsızlar ilk başta sevdiklerinin gönlünü çalarlar.


Lara için artık gitme vaktiydi. Cüneyt cebindeki mektupları çıkarıp verdi. Lara onların hepsini okuyacağını söyledi. Vedalaşmak istemediler. Bu bir veda değil mecburi ayrılıktı.


Başka bir zamanda, başka bir yerde olsalardı belki de böyle olmayacaktı. Lara, yıllar sonra ilk kez birinden etkilenmişti. Oysa ilk aşkı onu terk ettiğinde ölümü dahi düşünüyordu. Pembe vaatlerin getirdiği kara yas günleriydi. Belki de bu kadar acımasız olmayı ilk aşkından öğrenmişti.


Ne zaman biri çıksa karşısına hep elinin tersiyle itti. Kimseyi almak istemedi hayatına. İlk aşkından sonra aşka tövbeliydi. Ondandı bu garip tavırlar. Ondandı Cüneyt’in aşkına karşılık bulamayışı.


Bazen sevenler de terk eder. Hem de hiç sebebi yokken. Sırf ilk gidene olan inatları yüzünden onlardan sonra gelecek güzel günleri de hiç ediyorlardı.


 Böyle bir şeydi sevmek dedikleri. Bir kez yara aldın mı? Bir daha kabuk bağlamazdı. Kimseye güvenilmez. Her gelen  ilk gidenin yerini alır. Onlar gibi sahtedir gülüşleri, onlar kadar yalandır seviyorum dedikleri ve onlar kadar acımasızdır terk edişleri diye düşünülür.


Ekibin yanına vardıklarında vedalaşıp uçağa bindiler. O anda bir şey koptu Cüneyt’in içinden. Hayata veda ettiğim andır bu an diye düşündü.


Dağ evine vardıklarında, Cüneyt, çay bahçesine gitti. Suna ve diğer çalışma arkadaşları Cüneyt’in hallerinde bir gariplik seziyor yine de tek laf etmiyorlardı. Cüneyt tüm çalışma arkadaşlarını bir araya topladı. Onlara veda konuşmasını yaptı. Ve hepsine gelecek ay ki maaşlarını da verip vedalaştı.


Çalışanlar mutsuz da olsalar, aldıkları paraya razı olup vedalaşıp gittiler. Bir tek Suna gidemiyordu. Cüneyt’in teklif ettiği parayı kabul etmedi. Cüneyt bu durumu parayı az buldu da ondan yaptı diye yorumladı. Parayı arttırdıysa da kabul ettiremedi. Suna hak etmediğim bir parayı alamam dedi.


Suna eşyalarını aldığı gibi yola koyuldu. Hiç gitmek istemiyordu. Son defa dönüp çay bahçesine baktığında Cüneyt’i derbeder bir halde gördü. İçi yanıyordu. Çok seviyordu onu. Bir türlü cesaret edip de açılamıyordu Cüneyt’e. Görenler ayıplar diye korkuyordu. İş arkadaşları da sevemez miydi?  İnsanlar ne kadar da garipti. Burunlarını hep işleri olmadığı durumlara sokarlar diye düşünüyordu.


Cüneyt kararını vermişti. Bir kâğıda ‘’ Satılık’’ yazmıştı. Çay bahçesini satıp çekip gidecekti buralardan.


Dağ evine geldiğinde, Damla ve Yunus’u kendisini beklerken gördü. Fırsat bu fırsat diye düşündü. Buralardan gitmek istediğini söyleyecekti.


Yağmur bile ne zaman yağacağını şaşırmış gibiydi. Kâh yağmurlu kâh güneşliydi hava. Oysa Cüneyt’in kalbi darmadağındı. Ne tutunacak bir dalı vardı abisinden başka. Ne de sığınacak bir limanı vardı kaçmak dışında. Kaçmak onun en büyük sığınağıydı. Ancak kaçarak kurtulabilirim diye inanıyordu. Abisineyse söz vermişti. Bir daha onu terk etmeyeceğim diye. Beynini kemiren düşüncelerden sıyrılıp her şeyi bir bir anlatmak istiyordu. Damla, onu anlayabilecek en doğru adresti.


Cüneyt abisinin yanında pek konuşamazdı. O yüzden Yunus onları yalnız bıraktı. Cüneyt abisi gidince biraz olsun rahatlamıştı. Cüneyt konuştukça Damla daha bir dikkatle dinliyordu onu. Hal ve hareketlerini, duygu durumunu, içine attığını, güçlü görünmek için olduğundan fazlasını anlattığı her şeyi bir bir not ediyordu.


Cüneyt içini döktüğü için biraz olsun rahatlamıştı. Damla da Cüneyt’i rahatlamış gördüğü için sevinmişti. Ona dediklerine harfiyen uyması koşuluyla her şey daha iyiye gidecekti. Damla’nın Cüneyt’i ikna edemediği tek konu buralardan gitmek konusuydu.


Konuşma bittiğinde Yunus gelmişti. Damla kardeşini biraz yalnız bırakmalısın diyordu. Yunus da üstelemedi. Ama gitmek istediği konusunu duyduğunda çılgına dönmüştü. Yine de Damla’nın dediğini yaptı. Ve onu rahat bıraktı.


Evlere dağıldılar. O anda Yasin kızına artık gitmek istediklerini söylüyordu. Damla birden böyle bir şeyle karşılaşınca, kendisini bir an Cüneyt’in yerine koydu. Gerçekten de güçmüş böyle bir durumla karşılaşmak, gitmek isteyen birini gitmemeye zorlamak diye düşündü. Çaresiz kabul etti.


Damla odasına çekilip bir mektup yazdı sevdiğine. Mektup bittiğinde, Yunus’a mektubu posta kutusundan almasını söyledi.



Yunus büyük bir heyecan ile mektubu alıp okumaya başladı.

 

 

‘’Merhaba sevdiğim.


Bu mektubu yazarken, bu kadar zorlana bileceğimi hiç düşünmemiştim. Ailem yarın gidiyor. Ama gördüm ki, herkes gidiyorken bir tek sen kalıyorsun yanımda.



Ben inanıyorum ki, evlendiğimiz vakit çocuklarımız da çekip gidecekler. Ve biz yine baş başa kalacağız. Sen benim tuzunu fazla kaçırdığım yemeği yiyeceksin. Bende senin nereye koyduğunu bilmediğin çorabını arayıp bulacağım. Biz öyleyken de birbirimizi seveceğiz buna tüm kalbimle inanıyorum.


Senden evlenmeden önce tek bir şey istiyorum. O da ne olursa olsun kendini üzmeyeceksin hiçbir şey için. Her şeyin kaderin bir cilvesi olduğunu bilerek yaşayacaksın. Korkmayacaksın gerçeklerden. İçine hiçbir şeyi atıp da üzmeyeceksin kendini. Bizi ve en önemlisi çocuklarımızı…


Çocuklarımız diyorum. Belki de Allah söyletiyor. Ne zaman henüz gerçekleşmemiş bir şeyi söylesek ailem hep Allah söyletti derdi. Bu da öyle herhalde…


Her gün uyumadan önce bizim için dualar ediyorum. Allah bizi birbirimize yazmışsa eğer hep ilk günkü aşkla kalalım. Yok, eğer imtihansak birbirimize o zaman düşman olmayalım birbirimize diye.



Hayat bize ne getirir bilemem. Ama götürdükleri en çokta vermek istemediklerimiz oluyor. Çocukluğumuz, ilk gençliğimiz, ailemiz…



Bu mektuba başlarken zorlanmıştım. Şimdi bitiriyorken, bir oh çekiyorum. Yaşadıklarımı seninle paylaşmasam belki de delirirdim.

 


Mektubuma son verirken, belki de söylemekten hiç bıkmayacağım o iki kelimeyi hep söylemek istiyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni…’’

Devam Edecek...

 

 

( Benimle Aşık Konuş-18 başlıklı yazı Mecaz Adam tarafından 23.09.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.