Yine her şeyiyle bir öncekine benzer bir gün diye kalktı yatağından. Hep olduğu gibi sol eliyle yatağına yaslanırken sağ eliyle gözlerini ovuşturdu. Odasına bir göz gezdirdi. Her şey darmadağınıktı. Evlenmediğine bir kez daha lanet ettikten sonra, banyoya gitti. Sabah rutini el - yüz yıkama ve diş fırçalama faslından sonra su ısıtıcıda kaynattığı suyu süt tozu ve kahve karışımına döktü, bulduğu yarım ekmeğin arasına da zeytini doldurdu ve kahvaltısını hızlıca yaptı. Evden çıkmak için on dakikası vardı. Üstünü değiştirdi, saçlarını taradı ve işte hazırdı.

Soğuk havada yeni aldığı klimalı arabasıyla işe doğru yol alıyordu şimdi. Klimanın sıcağı zaten yarım kalan uykusunu iyice artırmış, ikide bir esneyip duruyordu. Nihayet iş yerine varmıştı. Arabasını okulun otoparkına sürerken öğrenciler ha bire önüne zıplıyor ve yine "Günaydın Öğretmenim!" diye bağırıyorlardı. O ise yanlışlıkla birine çarparım korkusuyla "çekilin!" diye bağırıyor, daha ilk dersine girmeden sinir yükleniyordu. Merdivenlere çıkarken göbeğinin üzerinden ellerini bağlamış ve kendisine bakmakta olan müdürü gördü.

- Günaydın müdür bey.
- Mesut hocam bu arabayı okul bahçesine alırken daha dikkatli olun! Çocuklardan birine en ufak bir şey olursa bunun altından kalkamazsınız!
- Peki müdür bey, daha dikkatli olurum.

"Yeni aldığım arabayı kıskanıyor şişko." diye geçiriyordu içinden öğretmenler odasına çıkarken. Odanın kapısında yine Sülbiye öğretmenle çarpıştı. "İllet kadın vazgeç artık şu numaradan!"

- Ayy, afedersiniz Mesut hocam, yine kaza oldu.
- Yok hocam estağfirullah, bir yerinize bir şey olmadı ya?
- Ne kadar naziksiniz, olmadı olmadı, teşekkür ederim.
- Iyi dersler hocam.
- Size de.

Ve nihayet kendisini çekici zanneden, bir öğretmene göre oldukça dekolte giyen ve güzel koktuğunu sanan bu kadından bir kere daha kurtulmuş, odadaki koltuğa deyim yerindeyse kendini atmıştı. Kim girecekti ki şimdi derse? Sabahın bu saatinde nereden buluyordu bu veledler bunca enerjiyi? Yan taraftaki masada iddia kuponu doldurup akşamki maçları konuşan Salim ve Burak isimli hocaların gözünde ne kadar önemi vardı bu mesleğin? Kendisi için doğru bir meslek miydi ki bu?

Öğretmenler ziliyle birlikte ilk dersinin olduğu sınıfa gitti. Kapıya yaklaşınca içerden gelen gürültü besmeleden evvel tövbe estağfirullah çekmesine neden oldu. Bir hışımla sınıfa girince kimi öğrenciler masaların üzerinde, kimisi yerde birbirlerini boğazlarken kalakaldılar.

- Ne bu rezalet!

Mesut hoca öyle bir bağırmıştı ki, bütün öğrenciler hemen yerlerine geçtiler.

Yine yoklama faslı, ve ders defterinin doldurulmasından sonra söze girdi Mesut;

- Evet çocuklar, bugünün konusu meslekler. Meslek, bir kişinin belli bir ücret karşılığında düzenli olarak yaptığı işlere denir. Mesela, ben öğretmenim, benim işim sizi bilgi ve beceri yönünden geliştirmek ve bu iş için düzenli olarak maaş alıyorum. O zaman öğretmenlik bir meslek midir?

-Eveeeett!

-Peki, o zaman herkes hayalinde sahip olmak istediği mesleği söyleyecek. Sırayla ayağa kalkıp mesleğimizi söyleyeceğiz. Anlaşıldı mı?

-Eveeett!

-Hadi Ahmet başla.

-Ben büyüyünce doktor olacağım.

-Ben avukat olacağım.

-Ben polis olacağım.

-Ben öğretmen olacağım.

"Şu veledlere bak, hepsi memur olup sırtını devlete dayamanın peşinde, kesin aileleri böyle nasihat etmişlerdir, ulan bir tane de astronot ya da oto tamirci diyen çıksın be!"

-Ben de doktor olacağım öğretmenim.

-Ben hakim olacağım.

İçi sıkılmıştı Mesut'un. İçinden söylendiği gibi her çocuk memur olmanın hayalini kuruyordu. Hep aynı yalanı duyuyor gibi hissediyordu kendisini.

-Ben okumayacağım, lokanta açacağım.

Birden "okumayacağım!" sözünü duyunca yerinde irkildi Mesut, çocukların hepsinin memur olma hayallerinden  tiksinti duyuyordu ama "okumayacağım!" sözünden de oldukça rahatsız olmuştu. Söyleyen çocuğa baktı, ayaktaki Rıfat'tı. Dersleri oldukça iyi olan bu çocuk niye böyle bir şey söylesindi ki?


-O ne demek Rıfat?

-Okumayacağım öğretmenim. İstemiyorum.

-Neden oğlum? Okuyup, iyi bir meslek sahibi olup iyi yerlere gelirsen herkes sana saygı duyar, iyi paralar kazanır mutlu olursun.

- Öğretmenim siz okuyup da öğretmen oldunuz değil mi?

-Evet.

- E okudunuz da ne oldu, geçen hafta kendiniz dediniz öğretmenler, memurlar iyi maaş almıyorlar diye.

Rıfat ile Mesut arasındaki konuşmaya dikkat kesilen öğrenciler Rıfat'ın son cümlesinden sonra hep bir ağızdan kahkaha attılar. Mesut ise beklemediği bu cevap karşısında şok olmuştu. Durakladı bir müddet. Nasıl bir cevap vermeliydi ki öğrencisi karşısında çelişkiye düşmemiş olsun?

- Maaşları az ama itibarları yüksek. Bak kaç tane öğrencisiniz ama ben gelince hep birden ayağa kalkıyorsunuz, sözümü dinliyorsunuz.

- Ayağa kalkmayınca bağırıyorsunuz ama!

Çocuğun sözleri bıçak gibi batmaya başlamıştı. Öfkelendiğini hissetti.

- Peki lokantıcılar çok mu kazanıyor?

-Tabii ki öğretmenim. Bizim evde yediğimiz normal salata lokantada 10 lira, su bile parayla.

-Iyi ama oğlum onlar da bedava yapmıyorlar ya.

-Öğretmenim geçen babamla çarşıya gittik, beni güzel bir lokantaya götürdü. Fiyatları görseydiniz hayret ederdiniz. O an karar verdim lokantacı olmaya.

-Neden fiyatlar çok mu yüksekti?

-Evet, mesela ben markete gidiyorum bir kilo mercimek alıyorum, bu bir kilo mercimekten 5 defa çorba yapıyor annem, her yaptığında 10 kase çorba çıksa, 50 kase çorba eder. Lokantada bir kasesi 6 liraydı, 50 kaseden 300 lira eder. Bir kilo mercimekten 300 lira para kazanacam az mı?

-Sen durdun da bunları mı hesapladın tek tek.

-Evet öğretmenim. Bir şey daha diyecem ama kızmayın.

-De bakalım.

-Öğretmenim lokantadaki yemek yiyenlerin çoğu memurdu. Babam söyledi, orası memur lokantasıymış. Baktım hep pahalı yemekler yiyorlar. Babam dedi ki, "-bak oğlum her insan çalışıyor çabalıyor ama boğazı için, eninde sonunda karnını doyurmak için." Ben de anladım ki az maaş alan memurlar bile pahalı yerlerde yemekten vazgeçmiyor. En iyisi lokantacı olup çok para kazanmak. Siz bile anlatmadınız mı aşağı çarşıdaki lüks restoranda yemeklerin ne kadar lezzetli olduğunu?

Mesut dumura uğramıştı Rıfat'ın bu gerçek cümleleri karşısında. Öğrencilerine nasıl olur da bunlardan bahsederdi? Çocuklar unutmuyordu? Bir gün bu anlattıklarının karşısına çıkacağını nasıl düşünememişti? Hepsi memur olmayı istiyor diye kızdığı öğrencilerden birinin "okumayacağım" demesinden nasıl bu kadar rahatsız olurdu? Üstelik çocuk çok mantıklı konuşuyordu, maaşı az diye şikayet eden sonra da gidip krediyle son model bir araba alan ve ödemelerden bunaldığu hâlde, lüks restoranlarda yemek yiyen yine kendisiydi. Üstelik yalnız da değildi, böyle yapan bir sürü tanıdığı vardı. Çocuk resmen "enayi" diyordu kendisine. Haklıydı da. Bu meslek onun için doğru meslek miydi? Ilk başladığı gün "Tek düşüneceğim şey öğrencilerim olacak!" dememiş miydi? Ne çabuk 657'li olmuştu?

Zil çaldı. Kapıda ona çarpmak için hazır olan Sülbiye öğretmeni bekletmek olmazdı. Çantasını topladı. Teneffüse çıktı.

( Bir Öğretmen Kinayesi başlıklı yazı Mahmut Uzun tarafından 27.09.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.