Türkiye’de Halk Eğitim Merkezlerinin açtığı bütün kurslara katılıp belge almış olan ünlü yazar Fatma Çetin Kabadayı, belgeleri sergilediği vitrinin önünde durdu ve gururla göğsünü kabartarak baktı.

Daha mini mini bir kuş iken ve donmuş bir vaziyette pencereye konmuş iken beyefendi onu içeriye almıştı cik cik cik cik ötsün ve akabinde pır pır edip canlanarak uçsun diye. O da tabii ki bu isteği kırmamış,derhal bir uçuş kursuna yazılıp kafayı, gözü, kolu, bacağı kırma pahasına da olsa sonunda uçmayı öğrenmişti.

Gözlerinden inen bir damla yaş eşliğinde diğer belgelerine kaydı gözleri

Uçuş belgesinin yanında duran makrame kursundan aldığı belgeyi adeta bir bebeği okşar gibi okşadı. O günlerde evini adeta İpçi Erdoğan’ın dükkanına döndürmüştü.

Ya şu sema kursundan aldığı belgeye ne demeliydi? O günlerde ‘’ Ben semazen olacağım.’’ Dediğinde ‘’Hayatım ne gerek var? Evimizde semaver var, senin ayrıca semaver olmana gerek yok.’’ Diyen beyefendiye az gülmemişti. Bu günlerde olsa semaveri kafasına geçirirdi ama o günlerde böyle fevri hareketler yapmıyordu tabii ki.

Bir sonraki belgeye geçti. Bu, salsa kursundan aldığı belgeydi. Beyefendiye ‘’Salsa kursuna yazıldım.’’ Dediğinde adamcağız bunu Salça kursu sanmış da ‘’ Ooh beee. Bundan böyle organik ev salçası yiyeceğiz’’ Diye sevinmiş  ve hatta ‘’ Hayatım ! Hazır elin değmişken artık bol bol ketçap da yaparsın değil mi?’’ Diye sormuştu da peşinden  bir hışımla gelip geçmiş, hışmı dağı delip geçmişti Fatma Çetin Kabadayı’nın.

Piyano kursundan belgeyi almasına almış ama her gün Mozart, Bethoven dinlemekten gına gelen komşularıyla az kavga etmemişti. Hatta komşularını daha rahat yere sermek için almıştı boks kursundan belgeyi.

Daha sonra yüzme kursuna katılmıştı. O kurstan da belgeyi aldıktan sonra artık neredeyse ilçede kesilen tüm kurbanların derilerini Fatma Çetin Kabadayı yüzer olmuştu.

Yakın arkadaşı Sabahat Karagöz’ün Horon kursuna yazıldığını görünce ‘’ Aaa ben de bir folklor kursuna yazılayım hemen. ‘’ Demiş ve hiç vakit kaybetmeden Bursa Kılıç-Kalkan Oyunları kursuna yazılmıştı. Kılıcı ve kalkanı çok güzel kullanmayı öğrenince kendisini bir anda dönerci kursunda, dönerci kursunu bitirdikten sonra da mantıcı kursunda bulmuştu. Velhasılıkelam yüzlerce kurstan başarıyla belge almıştı.

Büyük bir hayranlık ve gururla belgelerine bakarken arkadaşlarıyla adeta çamur banyosu yapmış bir vaziyette eve gelen oğlu daha evden içeri girmeden bahçeden seslenmişti:

-Anaaaa. Yemekte ne var? Çok acıktım?

Fatma Çetin Kabadayı büyük bir öfke ile kapıya yöneldi. Öfkeliydi zira bu soruyu babasına sorması gerekiyordu. Ne bilsindi adam ne yemek yaptı?  Ayrıca oğlunun o yörenin şivesini kapmış olarak kendisine ‘’Anne’’ yerine ‘’Anaaa’’ diye hitap etmesine de gıcık oluyordu oldum olası.

O öfkeyle kapıyı açıp da oğlunu karşısında çamurdan bir heykel vaziyetinde görünce çocukcağızı  ensesinden yakaladığı gibi kaldırdı. Çok şükür ki halter kursuna gitmişti. O bakımdan çocukta bir telefat olmadı.

Sonra derhal bahçe çeşmesinin ve çeşmeye bağlı hortumun önüne konuşlandırdı ve suyu açıp fırça ve deterjanla bir güzel köpük köpük yıkadı. Yıkarken de ‘’ İyi ki oto yıkama kursuna gitmişim. Yoksa bunu nasıl temizledim.’’ Diye düşünüyordu.

Delikanlı böylece hadesten ve necasetten taharet eylemiş olunca onu koltuğunun altına sıkıştırarak doğruca çamaşır kurutucuya sokup bir güzel kuruladı ve akabinde mutfağa doğru, yani beyefendiye seslendi:

-Hayatım ! Evladımız çok acıkmış.Yemekte neler var bakıyım?

Maalesef Beyefendi onu duymuyordu. Çünkü Fatma bu kadar çok kursa yazılıp belge aldığı için komplekse girmiş olan beyefendi de ‘’ Ulan benim başım kel mi? Ben de kursa gideceğim’’ Demiş ve bir kanto kursuna yazılmıştı. Fatma ona seslendiğinde de cep telefonunun kulaklığından bir kanto dinliyor ve dans ediyordu.

Fatma Çetin Kabadayı, sorusuna cevap alamayınca öfkeyle mutfağa daldı. Beyefendinin kulaklarındaki kulaklığı çekip sordu:

-Sen n’aapıyorsun bakıyım?

Beyefendi o kadar dalmıştı ki Fatma’yı duymuyordu bile. Kendi kendine mırıldanıyordu:


- "Daktilo daktilo / Küçücük daktilo / Telefon başındayım, alo alo... // Daktilo daktilo / Şen şakrak daktilo / Telefon başındayım, alo alo...

Fatma gözlerine inanamıyordu. Bu adam aynen Sami Hoca gibi eceline mi susamıştı? Hangi cür’etle halen bilgisayara geçmeyip yazılarını daktilo ile yazması ile dalga geçebilirdi? Olacak iş miydi bu? Haydi Sami Hoca taa İstanbul’daydı, ona eli yetişmiyordu ama beyefendi elinin altındaydı.

-Bana bak? Oyarım gözlerini. Sami Hoca’dan sonra bir de sen mi çıktın başıma? Evet daktilo ile yazıyorum ne olmuş?

Delikanlı annesinin eteğini çekiştirdi.

-Anaaa yemek.

Fatma ayağındaki terliği çıkarıp tersini çocuğun ağzına yapıştırdıktan ve ‘’ İyi ki yapıştırma kursuna gitmişim’’ Diyerek delikanlıyı susturduktan sonra tekrar beyefendiye döndü.

-Aloooo. Kime diyorum?
 

 
Beyefendinin onu duyduğu yoktu. Hâlâ kantoya devam ediyordu:

-İşvebaz daktilom / Aşkımı yaz daktilom / Gel etme naz daktilom... 

Fatma Çetin Kabadayı’nın kan beynine sıçramıştı artık. ‘’ Eceli gelen koca yazar eşinin daktilosuna sürünürmüş ‘’ Diyerek  bir hamlede çalışma odasındaki daktiloyu kaptığı gibi tekrar mutfağa döndü. Beyefendi  hâla ‘’ Küçücük daktilom, minicik daktilom’’  Diye kanto yapıyordu.

Adem babamızın[*] Havva Anamıza aşk ve vuslat şiirleri yazdığı ve akabinde ‘’Ben bilgisayara geçiyorum. Sen istersen bunu  alabilirsin.’’ Diyerek hediye ettiği antika daktilosunu kaldırdığı gibi mutfağa girdi. Onun mutfağa giriş şeklini gören çocuk, aynen deprem tatbikatında olduğu gibi masanın altına girdi.

Fatma tam daktiloyu beyefendinin kafasına indirecekti ki beyefendi durumun vahametini kavradı ve ani bir refleksle hemen kantodan tangoya dönüş yaptı ve rahmetli Şecaettin Tanyerli’nin çok güzel icra ettiği bir tangoyu söylemeye başladı:

Papatya gibisin beyaz ve ince
Eziliyor ruhum seni görünce
İsmin dudaklarımı yakıyor neden
Nedir bu çektiğim senin elinden

Yalvarırım sana gel üzme beni
İnan bana çok seviyorum seni
Gel kollarıma artık bekliyorum
Papatyam seni özlüyorum

Neden sanki öyle dudak büküyorsun
Yoksa açık söyle hiç mi sevmiyorsun
Sana soruyorum neden susuyorsun
Bana bu sevgiyi çok mu görüyorsun

Fatma Çetin Kabadayı hayatta her şeye dayanabilirdi ama işte bu tangoya dayanamazdı. Beyefendi ile düğünlerinde sabaha kadar bu tangoyu çaldırmışlar, davetlilerin ve düğün orkestrasının ‘’Allah'ınızı severseniz bir kez de mastika yapalım’’ Yalvarmalarına aldırış etmemişlerdi.

Yılların emektarı daktiloyu mutfak masasının üzerine bıraktı ve başladılar beyefendi ile dans etmeye.

Dansa öylesine dalmışlardı ki masa altında hâlâ  titremekte olan oğullarının ‘’ Aney yemağğğ !’’  Diye bağırdığını duymadıkları gibi zavallı çocuğun fena halde sitenin Urfalı şairi Mustafa Gül’ün etkisine girerek Balıkesir şivesinden Urfa şivesine yatay geçiş yaptığının bile farkına varmadılar.
************************************
[*] Bahsi geçen Adem Babamız, sitemizin sahibi ve medar-ı iftiharımız Adem Efiloğlu olur efendim.

FOTOĞRAF:

Bana inanmıyordunuz ‘’Fatma Çetin Kabadayı eserlerini daktilo ile yazıyor.’’ Dediğimde. Alın size ispatı: Fatma Çetin Kabadayı ve daktilosu. 
&autoplay=1" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen>
( Bir Fatma Çetin Kabadayı Hikayesi- Daktilo Daktilo başlıklı yazı Sami Biber tarafından 22.10.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.