CİNNER DİYO Kİ AL
AL BOŞAT
-
Golay gelsin Zaade bacı, boon seni rüyamda gördüm, sana onu dimiye geldim.
O anda sipariş aldığı tandırın çamurunu karmakta meşgul olan Zahide ana ellerindeki çamura aldırmadan birisiyle tuttuğu başındaki yazmanın kenarıyla alnında biriken terleri silerken bir diğerini de çömeldiği yere destek vererek selam
vereni görmeye çalışıyordu.
- Ooo İbili sen misin? Hoş
gelmissin, sağol, hayırdır. Rüyanda ne
gördün annat bakıyım."
- Ben Seyfe Gölü'nde suda
boğuluyodum, Allah ırazı olsun yetişip beni gurtardın. Onun için sana sağ ol dimiye
geldim, ağalde yanağından şap diye bir öpüyüm.
- Guduuur guduuur, gudurasıca
emi, seni deli başına daş düşesice.
Zahide bacı İbili'nin anası
yaşındaydı. İbili'yi bir evladı gibi sever, onlardan ayırt etmezdi. İbili de
onu bir ana gibi bilir, sevip, sayar, arada bir iki böyle şakalar yapar, belki de
böylelikle Zahide bacı da yıllar önce ölen anasının hasretini giderirdi.
İbili
kardeşi 'selam ağası' Şıhasan'la babaları Çolak Dağasdan ölünce evlerini ayırmış, tarla, bağ bahçe, gibi taşınmazları bölüşmüşlerdi. Ele göre az kendisine göre çok olan tarlasını eker-biçer, arada sırada kerpiç kesmeye başka
köylere gider, çalışmaktan yılmaz, evinin geçimini bu ve bu gibi işlerle
temin ederdi. Şaka yapmayı, şakalaşmayı çok sever, bunu yaparken de karşısındaki kişinin sinir yapısına göre dozunu ayarlardı.
Günün birisinde sırtında
kalbur, kasnak yüklü bir Çingene kadın kapısını çalar. Kadın İbili ve
anasına sırtındakileri satma telaşında iken İbili'de Çingene'ye nasıl bir
şaka yaparım düşüncesindedir.
Anası kadından bir elek, bir
de kalbur satın alır, parasını getirmeye odasına giderken, muzip İbili'ye de Çingene kadına şaka yapma fırsatı doğmuştur.
- Dezee şu içeriye galbur götüren gadın babamın yeni avradı. Kapımıza gelin geleli altı yıl
olduğu halda babamın gucağına bir çocuk veremedi. Ağar sen bu işlerden anlıyosan onu iyice bi muyene idde doğurur mu, doğurmaz mı, yosam gısır mı, bunu ağar öğrenirsen seni parayınan daşlarım.
- Ben anlamasına anlarım da
sen analıyın göönünü id baalım, acep o muyane olmuya razı gelir mi?
İbili para getirmeye giden anasını ikna
etmek için aceleyle onun odasına gider.
Anası oğlunun yapacağı şakaya kendisini alet etmesine önce
kızsa da zar zor muayeneye razı olur. Kadını muayene eden Çingene bir doktor
edasıyla “Oğul analığın kısır kere kısır” deyince “Fışgı madem öyle ben nereden
oldum?” diyen İbili'den bir sürü azar işiten kadın verdiklerinin parasını dahi
almadan evi kaçarcasına terk eder.
İbili'nin şakalarına köylüsü
alışkın olduğundan kimse onu yukarı almaz, başkalarına yaptığı şakalarında da
pot kırmazlardı.
Şimdi
ki Yeraltı çarşısının üstünden Kırşehir’in köylerine dolmuşlar kalkardı. Yükü
fazla olan müşteriler de kamyonlara binerler, hareket saatinde köylerine giderlerdi.
Şofor Goca Duran “Beyaz kuş”
adı verilen kamyonuyla müşteri bekliyordu. Arabanın kasasında beş ya da altı
kişi birikmiş, Çolağın İbili'yi ağızları sulana sulana dinliyorlardı.
“Allah rızası için bir
sadaka” diyen yaşlı kadının sesiyle sohbetleri yarıda kaldı. Kadının elindeki
kesede (küçük bez torba) para olduğunu anlayan İbili'nin hemen gözleri
ışıladı.
- Analık sen bunları kaç
günde topladın?
-Oğlum zabaanan evden işe çıktım öğlene
gadar anca bu gadarını topluyabildim" dedi. Az düşündükten sonra İbili;
“Ben her gün zabaanan evden çıkıyom yarım saatte senin topladııyın yarısını
topluyom, bir hafta sona dörde gatlıyom” dedi.
Kadının gözleri fal taşı
gibi açılmıştı.
- Bu iş nasıl oluyor oğul?
İbili bir bilgiç edasıyla!
- Bende öyle bir tavık var ki guluçga zamanı gelince ben topladıklarımı
onun altına goyarım bir hafta sona param dörde gatlanır.
- Al öyleyse benini de tavıklarıyın altına yatır” diye çıkısını kamyonun arka kapağından uzatırken etrafta
gülmedik adam kalmıyordu.
İbili'nin
doğuştan mı yoksa sonradan mı oldu bilinmez her nedense bağırsaklarında hava toplanması,
bundan dolayı karnının gurul gurul ötmesi, bazen de bunu gürültülü,
gürültüsüz kaçırması önceleri insanlardan utanıp kaçmasına neden olduysa da
sonradan bunu da şakalarına katmış, köylüsüne eğlence konusu etmişti.
Evine nüfus sayımı için
köylüsü öğretmen Cemal Arıöz ve şehirden görevli bir memur gelir, "kolay gelsin" diyerek ne için geldiklerini izah eder. O anda
İbili köylülerin 'kağnı çuvalı' diye adlandırdığı çok iri çuvala hanımının elekle verdiği unları çiğneyip
pekiştirirken zorlandığından dolayı da bir yandan ister- istemez ortalığı bombardımana tutmaktadır.
Cemal Hoca işin şakasından
giderek, “İbili Efendi, bu evin sahibi dişi mi, erkek mi” diye sorarken
yanındaki memur da duydukları ve gördüklerinin verdiği şaşkınlık
içerisindedir.
İbili çalışırken un tozu
tutmasın diye alt giyeceklerini çıkarmış, vücudunun üst kısmına sadece uzun mu uzun bir giyecek giyinmişti.
- Hoca iyi bakarsan
cinsiyetimi anlan, ona göre kağıdına yaz, bana ne soruyon” derken
misafir memurun şaşkınlığı diz boyundaydı ki, atılan bombardımanlardan sofayı
çarçabuk terk etmek zorunda kalmıştı.
Köy bakkalında yarenlik ederlerken şakacı birisi "İbili Ağa şu gadar bonbardıman idersen sana bi sandık lokum" kazandığı lokumla eve giderken komşusu ellerindekini işaret ederek "hayırdır"? Hazır cevap İbili "arkamın kârı" der.
Havaların soğuk gittiği günlerde
köylüsü Halik’le beraber Horla köyünde bir hafta kerpiç keserler. Çalıştıkları süre
içerisinde ev sahibi sabah hariç kurduğu yer sofrasında bunlara her öğün gıcıklığına mı yoksa evde pişirecek başka çeşit olmadığından mı bilinmez kuru fasulye
yemeği koymaktadır. Akşam yataklarını avluya ederken de altlarına ince döşek sererek
bağırsakları zaten hasta olan bu iki arkadaşın üşütüp iyice rahatsız olmalarına sebep olmaktadır.
İşleri bitince iki arkadaş yaya olarak köylerinin
yolunu tutarlar. Öyle rahatsız olurlar ki birbirinden utanmayı bir tarafa
bırakıp atış yaparak yol alırlarken İbili işi yarışa dökmeyi teklif eder. Köye
girdiklerinde Halik yarışı kazanmış, kendine güvenen İbili arkadaşına nasıl
mağlup olduğunu bir türlü akıl edememiştir.
Köyünde herkesçe Çolağın İbili diye bilinen er kişinin bağırsaklarındaki
rahatsızlıktan dolayı başına olmadık işler gelmiş, zamanla adı da 'TIRK' ya da 'os…klu' İbili’ye çıkmıştır.
Köye gelen kalaycının birisine bu rahatsızlığını
anlatırken gözlerini adamın kalay yaparken kullandığı nişatıra dikmiştir.
İçine bir muziplik doğar.
- Benim arkama sen şoo nişatırdan birez sürersen yıllardır beni perişan eden bu rahatsızlıktan belki gurtulurum, dermanım sende ağam” diye adama yal yal
yalvarırken rol icabı neredeyse ağlayacaktır haldedir.
Adam, "böyle bir şey hayat da asla
başıma gelmedi” diye şaşırırsa da, başını bir sağa, bir sola çevirirken
teklifi kabul etmek zorunda kalır. İbili alt giyeceklerini sıyırırken kalaycı
da nişatırı hazırlamıştır.
İbili'nin eğilmesiyle karnı daha da sıkışmış, adam
tam nişatırı arkaya süreceği anda İbili atış taarruzuna başlamıştır.
Kalaycı yaşamında başına
gelmedik bu hareketten çok tiksinti duyar, köyde kaldığı on beş günü bulantı
ve kusmakla geçirir. Olaydan altı ay sonra kalaycının iki oğlu İbili’nin
köyüne gelir. Babalarının tiksintiden öldüğünü, sebep olan kişinin adını
bilmediklerini, ondan şikayetçi olacaklarını muhtara anlatırlar. Gerek
muhtar, gerek köylüler 'o adamın bu köyden olmadığına, o gün için misafir
olduğuna' adamları ikna edinceye kadar akla karayı seçerler.
İbili’nin köyünde herkes nüktedandır ama Tömür Abdullah'ın
derecesi onlardan biraz daha yüksekçedir. Evine gelen deşiriciyi gönülleyecek,
ama ona verecek bir şeyi olmadığından dolayı nazikçe sepetleme yollarını
bilirdi.
Güya köyün bağlar tarafında
oturan hayırsever biri olan Çolağın İbili'nin anasının öldüğünü, altını- üstünü verecek bir fakir aradığını deşiriciye tembihlerken bir yandan da bıyık
altından gülmektedir.
Çolağın Tırk İbili, o gün tarlaya ekeceği buğday tohumunu hanımıyla
beraber elemektedir.
Gelen deşirci araya, sora nihayet İbilinin evini bulmuş, selam ve hoşbeşten sonra neden
geldiğini, kimin gönderdiğini, mesafenin uzaklığını, o yüzden çok yorulduğunu soluya soluya duraklayıp anlatırken akan terler den
dolayı sanırsın boynundan adete çeşme akıyordu.
- Öyle mi, iyi itmissin! Şu goca köyde
herkes zengin oldu! Kimsiye ölen anamın altını- üstünü veremedim. Aç torbayın ağzını. “Bir,
iki, üç, dört çinik” derken elediği buğdayla uzatılan torbayı doldurdu.
Deşirici şaşkınlık içerisindeydi, “bu nasıl ağaymış” diye düşünürken “aç
ikinci torbayı” diyen İbili'nin gür sesiyle kendine geldi.
İkinci
torbayı, üçüncü torba takip ederken deşirici hayal alemin de kendinden geçmiş,
“yeter ağam, bereket versin, sen tarlana ne ekeceksin”demiyor, sevinçten
ağzının suyu akıyordu. İbili'nin artık tepesi atmış dördüncü torbayı
doldururken, “CİNNER DİYO Kİ, AL AL BOŞAT!” diye kendi kendine somurturken
bunu duyan deşirci de, “UYMA AĞAM, SEN CİNNER'E UYMA” diye terden ve sinirden
kıpkırmızı olan İbili'ye telkinlerde bulunuyordu.
Başlarına toplanan köylüler
gördüklerine, duyduklarına gülmekten altlarına kaçırıyorlar, bu işin sonunun
nereye varacağını merak ediyorlardı. İbili sakinliğini bir müddet daha devam
ettirmiş, ama onunda artık bir yerde tepesi atmış, yerinden fırladığı gibi
torbaları tek tek geri yere boşaltırken bunlara deşiricinin başkalarından topladığı
buğday torbalarını da dahil ediyordu.
-Niye böyle yaptın İbili
ağa? Şimdi bunları sen geri tek tek eleyip zahmete girecaan, yazzık daal mi
sana!” diyen köylülerine yalancıktan kaşlarını çatan İbili, “Ula gonşular,
zabah beri dürzünün torbalarını büydeyinen dolduruyom da, dursun bu gadarı yeter, sen
tarlıya ne ekecaan ağa dimiyo. Bu tohumluğun başına gelmedik kalmadı, az
önce de köyün imamını kovdum. Yılda sekiz sefer camiye gitmişliğim yok muhtar bana
sekiz kile hoca hakkı (salma) buydey takdir itmiş Allah Allah!”
Tekrar tohum elemek için kalburu eline aldığında, “Ulan Tömür; bunu senin yanına goymam. Alacağım olsun!” diye iç geçirirken bir yandan da estağfurullah tövbe getiriyordu.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN 11 02 2012 KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR
NOT: Öyküleri şahısları
küçük düşürmek mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.