25 Ağustos 2016 da  ‘’ Hatice Diyor ki’’ Başlığıyla yazdığım tamamen gerçek bir anı.

******************************************


Bundan yaklaşık olarak yirmi üç sene önceydi. Yani üçüncü çocuğum olan Yunus’un Celebral Palcy denen bir kas hastası, sık sık geçirdiği krizlerin de Epilepsi ( Sara) krizleri olduğunu öğrenmemizin üzerinden henüz bir kaç sene geçmişti.

Doktor tedavisinden yogacılara, yogacılardan biyoenerji uzmanlarına ‘’ Bir umut’’ diye Yunus’u götürmediğimiz hiç kimse kalmamıştı neredeyse. Öyle ki kim ‘’ Elimde bir hıyar var’’ dese bir tutam tuz alıp peşine düşüyorduk. Haliyle şifacılar bu kadar çok olunca yolumuz Reikicilerden şakracılara, şakracılardan medyumlara, medyumlardan cinci hocalara kadar herkese uğramaktaydı.

Ben tüm bu düzenbaz taifesine asla inanmasam da eşim ‘’ Ya, bakarsın belki çare ondadır’’ Diyor ve ne kadar isteksiz olursam olayım beni de peşinden sürüklüyordu.

Türlü şarlatanlardan hiç bir sonuç alamamıştık elbette. Son umudumuz ise İzmit’te yaşayan bilmem ne hoca idi. ( Biz de İzmit’te ikamet ediyorduk o sıralarda.)

Eşim bilmem ne hocadan bahsettiğinde şiddetle karşı çıkmış olmama rağmen ‘’ Gel bir kere. Kendi gözlerinle gör. Eğer yine de inanmazsan söz bir daha ağzımı bile açmayacağım’’ Deyince çaresiz bilmem ne hocanın evinin yolunu tuttuk.

İnsanların kapısında kuyruğa girdiği bir hocanın muazzam bir villada oturması gerekiyordu. Oysa gele gele geldiğimiz yer çatısı eternit kaplı basit bir gecekondu idi.

Gecekondunun kapısı önünde benim Yunus’un yaşlarında sakat bir çocuk toza toprağa belenmiş vaziyette oynamaktaydı. Hanıma sordum ‘’ Kim bu çocuk?’’ Hanım ‘’ Hocanın çocuğu’’ dedi. İşte o an ‘’Aha da sakallarına sıvadım namussuz hoca. Kendi çocuğuna şifa olamamışsın benim çocuğuma mı şifa olacaksın?’’ Dedim içimden ve bu kozu hocaya karşı kullanmaya karar verdim.

Derken içeri girdik. Aman Allah’ım. O minicik gecekondu insan kaynıyordu. Herkesin kendine göre bir derdi vardı.

Oturduk dertli bir ailenin yanına. Tabii ki herkes birbirine soruyor ‘’Siz niçin geldiniz’’ Diye. Bize de sordular, anlattık.

Yanımızda oturan vatandaşlara da eşim sordu: ‘’Siz niçin gelmiştiniz?’’

Efendim, gelenler bir bayan, bayanın kaynanası ve bayanın kocasından mürekkep bir üçlüydü. Güya bayanın öz annesi büyü yapmıştı o yüzden bayan tutturmuştu ‘’ Kocamdan ayrılacağım’’ Diye. Kaynanasının zoruyla Hoca efendiye büyüyü bozdurmaya gelmişlerdi.

Bayana bir baktım kadın sanki Angelina Joly ve her tarafı bar bar bağırıyor ‘’Yanıyorum’’ diye. Kocaya baktım mübareği al tıp fakültelerinde kadavra olarak kullan. Olayın büyüyle müyüyle alakası yok yani. Kadın ‘’Yanıyorum’’ Diyor ama söndürecek hortum yok. Olayın kısa özeti bu.

En sona bu aile ile biz kalmıştık. Hocanın olduğu odaya önce bayanı çağırdılar. Bayan girdi, beş dakika sonra bayanın kaynanası girdi ve elinde bir muska ile çıktı. Hoca şıp diye çözmüştü meseleyi. Zavallı bayana cinler musallat olmuştu.’’ En son olarak cin de içeri girdi..Pardon bayanın kocası yani. Hoca ona da küçük bir pet şişe su vermişti. Bu suyu bir kova suyun içine döküp banyo edecek böylece hanımına musallat olan cinler kuş gibi uçup gidecekti.

Derken efendim bizi çağırdılar ve hoca efendinin huzuruna çıktık nihayet.

O da ne? Hoca sakalsız makalsız bildiğin devlet memuru tipli bir herif.

‘’Hay Allah. Hoca deyince ben şöyle altmış yetmiş yaşlarında sakalları göbeğinde birini bekliyordum. Oysa siz devlet memuruna benziyorsunuz’’ Deyince Hoca güldü: ‘’Devlet memuruyum zaten. PTT de çalışıyorum’’

‘’Ulan anasını satayım. Biz öğretmenlerin pazarda limon satmak için tezgah açması milletin dilinde sakızdır da bu heriflerin tezgahları kimsenin dikkatini çekmez.’’ Diye geçirdim içimden. Adam, önünü evine gelen bizim gibi biçarelere, arkasını devlete dayamıştı resmen.

Hanım sanki sorunumuz oymuş gibi atıldı: ‘’ Hocam. Benim kocam cinlere inanmıyor’’

Hoca kaşlarını çatarak bana döndü:

-Efendi ! Önce anlaşalım seninle. Kur’ana inanır mısın? Eğer inanmıyorsan ne sen yorul ne de ben.

Cevap verdim:

-İnanırım elbette.

-Peki Kur’anda Cin suresi diye bir sure olduğunu da biliyor musun?

-Elbette biliyorum.

-O halde neden cin yoktur diyorsun?

-Yahu ben cin yoktur demiyorum ki. İnsanın başına gelen her musibetin altında cin tasallutu aramak doğru değildir. Diyorum. Başım ağırdı cin tasallutu, kuşum ötmüyor cin tasallutu, kabız oldum, cin tasallutu.

Hoca başladı garip tikler yapmaya. N’ooluyor lan? Adam elektrik çarpmış gibi hareketler yapıyor.

-Bakın hoca efendi. Ben hoca kısmının gaipten haber verebileceğine inanmıyorum asıl. Gaybı yalnız Allah bilir.

Hoca daha da titreyerek cevap verdi.

-Amenna ve saddakna. Gaybı yalnız Allah bilir. Biz sadece ve sadece Yüce Rabbimin bize bildirdiklerini biliriz.

Cevap verdim:

-Yüce Rab size doğrudan doğruya mı bildiriyor?

Hoca birden top gibi gürledi:

- Hatice ! Bak seni kül ederim. Edebini takın.

Allah Allah. Odada Hatice diye biri yok. Bir ben, bir eşim bir de hoca var. Merakla sordum:

-Hatice kim?

Hoca sanki beni duymuyordu. Devam etti:

- İbrahim ! Rahat dur. Tepemin tasını attırma.

‘’Haydaaa. Bir de İbrahim çıktı’’ diyemeden hoca yine acayip tiklerle birlikte emretti:

-Kâsım ! Oturt şunları bir yere yoksa çok fena yapacağım.

Biz şapşal şapşal bakarken masasındaki bir bardak sıvıyı midesine gönderdikten sonra bize döndü hoca:



-Benim cinler… Seni dövmeye kalktılar. Ben müdahale etmesem ağzını burnunu yamultacaklardı. Çok uğraştım. Takatimi kesti namussuzlar. Bu bal şerbetini içmesem enerjimi toplayamam. Size de tavsiye ederim muhterem. ( Tavsiye vardı ama ‘’buyurun bir bardak da siz alın’’ yoktu.

Taşı gediğine koymanın zamanı gelmişti:

-Hocam gördüğüm kadarıyla emrinizde üç tane cin var: Hatice, İbrahim ve Kasım. Bu cinleriniz vasıtasıyla her derde deva buluyorsunuz. İyi hoş da neden kendi derdinize derman olamıyorsunuz? Neden kendi evladınız sakat?

Hoca yine bağırdı:

-Hatice dedim sana ! Sen karışma ! Otur oturduğun yerde edeplice!

Belli ki Hatice denen cin benden fena şekilde gıcık kapmıştı. ‘’Afedersin Hatice ama soru da mı sormayalım yani?’’ Deyince hoca efendi yerinden kalkıp İbrahim ve Kasım’ı omuzlarından tutarak yerlerine oturttu(!) Belli ki onlar da gıcık kapmıştı benden ve her an saldırabilirlerdi. Eşim ise çimdik üstüne çimdik atıp ‘’ Ya bi sus’’ Diyerek etlerimi mosmor etmişti. Aslında cinlerin saldırmasına hiç de gerek yoktu.

Hoca bir bardak daha bal şerbetini mideye gönderdikten sonra cevap verdi:

-Muhterem ! Keramet ve mucize sahipleri, yani nebiler, resuller, evliyalar kendi soylarından olanlara şifa veremiyorlar. Öyle olmasaydı Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selem efendimizin Hazreti Fatıma dışında tüm çocukları hep hastalıktan ölür müydü?

Yahu herif her soruya karşı gerekli önlemi almıştı. Şimdi böyle bir savunmaya ne diyebilirsin ki. Ancak ve ancak ‘’ Lan gavat ! Sen resul müsün, nebi misin evliya mı?’’ Denirdi ama işin içinde Hatice, İbrahim, Kasım vardı. Hele de Hatice... Benim talebe Hatice Yıldız Kara gibi biriyse? Düşüncesi bile korkunç. İnsanı sadece çenesiyle bile öldürmesi işten değildi. ( O zamanlar Hatice Yıldız henüz öğrencim değildi... Bakmayın böyle yazdığıma Hatice bir tanedir. Baba kız gibi severiz birbirimizi aradan geçen bunca seneye rağmen. )

Ben böylece düşünürken hoca devam etti:

‘’Şimdi içinden ‘’ Ulan sen resul müsün, nebi misin, evliya mısın?’’ Diye geçiriyorsun değil mi?

İşin doğrusu ‘’Gavat’’ kısmı hariç herif resmen tutturmuştu.

-Valla doğru hocam. Bildin.

Eşim atıldı:

-Ben sana demiştim değil mi bu hocanın her bo…Pardon her şeyi bildiğini.

Merakla sordum ( Ki insanın başına ne geliyorsa işte bu merak yüzünden geliyor.)

-Hocam ! İçimden geçenleri nasıl bildiniz?

Hoca tebessüm etti:

-Hatice tabii ki.

Gayri ihtiyari ‘’ Vay müzevir şıllık vay’’ Demişim ki hoca fırladı yine.

- Haticeeee…Haticeeee. Rahat bırak adamı yoksa karışmam.

Bir bardak daha bal şerbeti içip peşinden derin bir ‘’Ohhhh’’ Çeken hoca devam etti.

-Bak şimdi de benim için içinden ‘’ Ne hödük bir herif bu hoca. İki saattir buz gibi bal şerbetlerini mideye indiriyor da siz de alır mıydınız diye sormuyor’’ diyormuşsun.

Yok, bu Hatice tehlikeli olmaya başlamıştı. İçimden ne geçiyorsa anında hocaya ispiyonluyordu.

-Valla doğru hocam. Ne yalan söyleyeyim.

Hoca şöyle bir daha titredikten sonra devam etti.

-Hatta benim içtiğim şeyin bal şerbeti olmayıp limon- votka karışımı bir şeyler olduğunu da düşünüyormuşsun.

Çüş artık. Bu kadarı da fazlaydı. Evet aynen öyle düşünüyordum. Herifin resmen bal şerbeti diye votka ile kafayı bulduğunu, bu garip tikleri de o sebeple yaptığını düşünüyordum ve ben ne düşünüyorsam hoca aynen biliyordu. Daha doğrusu Hatice…

-Estağfirullah Hocam. Olur mu öyle şey. Sanırım Hatice beni hiç sevmedi. Hakkımda dedikodu yapıyor. Söyleyin ona dedikodu ve gıybet çok büyük bir günahtır. Zannın azından bile kaçınmak gerekir. Cin kısmına böyle dedikodu yapmak hiç yakışıyor mu?

Ulan o değil de resmen ben de havaya girmiştim.

Hoca kulağına bir şey söyleniyormuş gibi hafif eğildikten sonra doğruldu.

-Hatice diyor ki şimdi de ‘’ Ulan bir çay içeydik bari’’ Diye düşünüyormuşsun.

Haydaaa bu da doğruydu. Ve daha ben ‘’ Valla doğru Hocam!’’ Demeden 15 yaşlarında bir erkek çocuğu kapıyı tıklatıp hocanın ‘’ Geeelll’’ Emriyle birlikte bir tepsi içinde çay getirdi odaya.

Evet, eşim haklıydı. Bu hoca gerçekten de her şeyi biliyordu.

Çayları içerken yine merakla sordum:

- Hocam ! Yaklaşık her şeyi Hatice söylüyor size. Peki İbrahim ve Kasım bir iş yapmıyor mu?

Hoca gevrek gevrek güldü.

- Onlar daha ziyade getir götür işlerine bakarlar. Bir de beni her türlü saldırıya karşı korurlar. Erkek oldukları için de çok konuşmazlar. Hatice afacandır biraz.

Biz çayları, hoca bal şerbetini yudumlarken Hatice yine bir şeyler fısıldadı hocanın kulağına ( Artık anlayabiliyordum Hatice’nin ne zaman hocaya bir şeyler fısıldadığını) Hoca ‘’Hımmm ‘’ dedikten sonra bana döndü.

- Şimdi de ‘’ Her şey güzel hoş da bizim oğlanın derdine bir çare var mı?’’ Diye düşünüyormuşsun. Hatice öyle söylüyor.

Hay Allahım ya. Bu da doğruydu.

-Evet Hocam ! Aynen bunu düşünüyordum. Benim Yunus’un derdine bir çare olabilecek misin?

Hoca şiddetle itiraz etti.

-Çare Allahtan muhterem. Biz sadece vesileyiz.

Vay beee. Süperrr. Adam gerçekten de Müslüman biri. Bak ne güzel dedi: ‘’ Çare Allahtan. Biz sadece vesileyiz.’’

-Peki hocam ne yapmamız lazım?

Hoca yine tiklenmeye başladı ve tikleri bitince cevap verdi:

-Muhterem ! Sizin çocukta da maalesef cin tasallutu söz konusu. Cinleri vücudundan çıkarırsak bi iznillahi teala hiç bir şeyi kalmayacak.

Başa dönmüştük. Ben şiddetle itiraz ettim.

-Ya hocam yine mi cin? Çocukta Celebral palcy denen bir kas hastalığı var. Artı sarası var. Cin ne alaka?

Hoca birden ‘’ Haticeeee’’ Diye öyle bir bağırdı ki korkumdan elimdeki bir bardak dolusu çay üstüme döküldü. Ben ‘’Yandım Allah’’ Diye bağırırken eşim ‘’ Gördün mü bak. Bu inançsızlığın yüzünden cinler çarptı seni’’ Diyordu. Hoca Efendi ise kan ter içinde Hatice, İbrahim ve Kasım’ı sakinleştirmeye çalışıyordu. Belli ki benim itirazım sadece Hatice’yi değil İbrahim ve Kasım’ı da harekete geçirmişti ve namussuzların öyle misafir filan dinleyecek bir karakterleri yoktu.

Soğuk su ile yanan kısımların acısını dindirdikten sonra hoca bilgisayarını açtı. Daha sonra oradan Arapça yazılı bir çıktı aldı. Aldığı çıktıyı önce muşambaya sardıktan sonra deriden bir muska içine sıkıştırdı ve muskanın ağzını çabucak dikip bize uzattı.

-Buyurun. Derdi de dermanını da veren Allahtır. Bu muska ile evladınız bi iznillah iyi olacaktır.

Ben daha ‘’ Borcumuz ne kadar ‘’ Diye sormadan hoca devam etti.

-Hatice diyor ki. Şimdi de ‘’ Borcumuz ne kadar ‘’ Diye düşünüyormuşsun.

Allahım Ya Rabbim. Adam gerçekten de evliya. Bak bir itiraz ettim yandı bizim testisler. Buna rağmen kızmadı, gücenmedi oturdu muska yazdı…Pardon bilgisayardan çıktı aldı. ( Bilimsel çalışıyor yani) Artı ne düşündüğümü yine bildi.

-Doğrudur hocam. Borcumuz ne kadar?

-Muhterem bu işlerde ‘’ Borcumuz ne kadar’’ Diye bir şey olmaz. Gönlünüzden ne koparsa. Biz bu işleri para için değil Allah rızası için yapıyoruz.

‘’Ulan iyiymiş. Herif paragözlü de değil’’ Diye düşünerekten cüzdanı açıp bir elli Tl ye elimi uzatmıştım ki eşim bir yüzlük kapıp uzattı bile hocaya. Hoca ‘’ Allah razı olsun. Teşhis ve tanı için bu yeterli. Ama bir de işin tedavi kısmı var değil mi?’’ Diye sorunca eşim, ben daha ‘’ Ohaaa. 100 Kaat neyine yetmiyor?’’ demeden bir yüzlük daha bayıldı benim cüzdandan.

Derdimizin dermanı muskayı alıp da dışarı çıkarken hoca önce bize ‘’ Selametle..İnşallah evladınız iyi olacak’’ dedikten sonra arkamızdan bana seslendi tam kapının eşiğine ayağımı bastığım anda:

-Muhterem ! Hatice diyor ki : ‘’ Ulan fena düdüklendik ‘’ Diye düşünüyormuşsun. At kafandan bu habis düşünceleri. Yine bekliyorum. Unutma.

Gerçekten de ‘’ Fena düdüklendik’’ Diye düşünüyordum ve ne düşünürsem düşüneyim Hatice’nin gözünden kaçmıyordu.



RESİMLER:

1- Ben Cin Hatice’nin böyle bir şey olduğunu sanıyordum önceleri
2- Daha sonra yaptığım araştırmalar neticesinde Cin Hatice’nin bu olduğunu keşfettim.
3- Bu da cin olmayan, insanların en güzellerinden kızım ( Öğrencim ) Hatice Yıldız Kara( Yani cin değil can Hatice) , Eşi Alper ve Oğulları Kürşad Turan.
( Bir Cin Beni Nasıl Çarptı? - Hatice Diyor Ki başlıklı yazı Sami Biber tarafından 5.11.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.