Madem iş yapıyoruz kapsamlı olsun istedik geçen
sonbaharda. Evimizin yakınındaki çayırdan bir bahçe yeri daha sürdürdük. İkinci
bir bahçe yapmaktı amacımız. Traktörle sürülen çayırdan oluşturulan yerleri
ekim yapılacak hale getirmek için ter akıtmak gerekiyordu. Abasıyanık öykü
kahramanları gibi çalıştım dersem sözüm yabana atılmamalı. Kesekleri gah çapa,
gah kazma ile parçalamak ne zordu. İki uzun haziran günümü aldı bu iş.
İkinci
bahçeyi de doğal gübre ile besleyip fasulye ve kabaklarımızı… ektik. Sıra geldi
beklemeye. Boy gösterdi birinci bahçedeki fasulyelerimiz ufak ufak, nazlı
nazlı. İkinci bahçeden haber yok daha. Acaba fasulye çukurlarına fazla gübre mi
koymuştuk? Güneş hazirana özgü
sıcaklığını yayıyordu. Kurudu topraklarımız. Yoksa fasulyeler için toprağın
nemi yetersiz mi kaldı?
Eşimle
bu ve benzeri karamsar düşüncelerle ikinci bahçede çıkacak filizleri beklerken;
köyün güney mahallelerinde fasulye bahçelerinin çapasını çoktan bitmişti. Bir
tarafta çam ormanı uzanır; alabildiğine gür ve sadece bu topraklara has tatlı
bir yeşillik içinde. Renk renk çiçeklerle bezenen yeşil çayırlar. Akşamları
gezi yaptığım kırlarda mor menekşeler… Ve doğanın şiirine karışan kuşların
müzik senfonisi… Cennetten bir köşe. Dağların eteklerinde, bol oksijenli bir
yurt köşesinde yaşamanın böyle de ceremesi oluyor. Haziranda ekim yapmak!
Babam
köyden kopuk bu güzel yeri yurt edinmiş. Koyun beslemiş yıllarca. Kavalının
yanık ezgilerinin eşsizliğini anlatanlar var hala. Şimdilerde babamın yaşıtı insanlarımız
tarih oldu çoktan! Haziran, çapa demişken gerilere gittim. Zihnimde yıllar
öncesi canlandı. Ortaokul son sınıf
okuyordum, altmışlı yılların sonu. O yıllarda ortaokul son sınıfta bir ay okulu
bitirme sınavları yapılırdı. Okullarda
nitelikli eğitimin yapıldığı yıllar… Yıl içinde alınan notlar haziran ayında
yapılan sınavlara etki etmezdi. İllaki haziranda yapılan yılsonu sınavlarında
geçerli not almak birinci koşuldu. Yazılı sınava tabi tutulurduk. Sınav
kâğıdını idare dağıtır. Öğrencinin adı kapatılır, zarf üzeri gibi
yapıştırılırdı kapatılan kısım. Fizik öğretmenimiz Özer Bey’in şu sözü sınavın
ciddiyetini anlatmaya iyi bir örnekti. Anımsadım:
-Bir
öğretmen tek başına sınav kâğıtlarında bir öğrencinin adının kapalı olduğu
kısmı açmak isterse mesleğiyle oynuyor demektir.
Sınav
kâğıtları ancak okul idaresinin seçtiği öğretmenler gurubunca birlikte açılır
ve değerlendirirdi. Sezar’a verilirdi Sezar’ın hakkı.
Büyük
heyecan içinde hazırlandığımız sınavların en önemlisine matematik sınavına
girdik. Haziranın yedisiydi. Sınavlar arasında birkaç gün ara verilirdi. Böyle
bir aradan yararlanarak ilçeden köye gittim. Hava bozmuştu o günlerde. Kar
yağmıştı dağların doruklarına. Köye gittiğimde annemi bir mısır ekili tarlada
buldum. Elinde çapa tarlada mısır arıyordu birinci çapa için. Anlatmaya başladı
bana.
-Oğlum,
iki gün önceki dağlara yağan kardan bizim buralar da nasibini aldı. Sabahleyin
uyandığımda çayır ve tarlalar bembeyazdı. Mısırlar hayli boy atmıştı. Çapa
zamanıydı. Yağan kar ve ertesi günkü don mısırları üşütmüş. Bu yıl mısırlardan
hayır yok… Dedi.
O yıl
mısır ekilen tarla olduğu gibi bırakıldı. Tarlayı ot bürüdü. Çayır biçme
zamanında otları biçtik babamla. Ben de tırpanda tanışmıştım.
Nihayet
ikinci bahçemizde de fasulye ve kabak filizleri boy gösterdi. Çok naif ve
narindiler. Bunlar ne zaman büyüyüp ürün verecekler? Acaba dolu yağarsa emeğimiz
heder olur kaygısına kapılmamak elde değildi. İklimler değişti. Belli mi olur
hiç. Bazen umulmadık düzeyde dolu yağıyor hışımla. Filizlerimiz yeteri kadar
büyümeden dolu yağarsa işler sarpa sarar.
Köy demek
iş ve eylem demektir. İşler bitmez çalışanlar için. Fasulyeler büyüdükçe çapa
işleri bekliyordu bizi. Sade çapayla da iş bitmez elbet. Çapadan hemen sonra
fasulyelere sırık çakmak gerekir. Odunluğa geçen ürün devşirme günleri sonunda
istif ettiğim fasulye sırıklarını çıkardım ortaya. Çoğunun miadı dolmuştu. Çürümüş
işe yaramaz durumdalardı. Sağlam olanları ayıkladım. Çokça fasulye sırığına
gereksinim vardı.
Bahçemizin
gün gün yeşermesi yüzümüzü güldürdü. Daha bir güvenle başlıyorduk günlere. Bu iş
olacaktı.
“Baltalar
elimizde, uzun ip belimizde,
Biz
gideriz ormana hey ormana…”
Sözleriyle başlayan bir okul şarkısı söylerdik
okul yıllarında öğrencilerimizle. Vücut dillerini kullanarak söylenirdi
şarkımız. Şarkının sözlerine bu kez ben uygulamalı yaşadım. Bir elimde tahra ve
belime sardığım iple ormana yollandım. Sırık kestim fasulyeler için.
Sırık kesme,
kesilen sırıkları taşıma işinde hayli yorulup su gibi terliyordum. Ormanın
derinliklerindeki sessiz, sakin ortamda tek başına çalışmak işin en güzel yanıydı.
Farkına varamıyordum zamanın nasıl aktığının. Bazen daldan dala atlayan tüyleri
vişneçürüğü renkli sincaplar görüş alanıma giriyor. Onların muzip hareketleri,
arada bir durup çevreye dikkatlice bakışları ve hızlıca ormanın derinliklerde
kaybolmaları göz açıp kapama süresi içinde son buluyordu.
Gerek yoktu
acele iş başı yapmama. Balkonda güneşin ufuktan yükselişini gözlerken radyodan
müzik eşliğinde mutat kahvaltımızı tadını çıkararak yapmakla bir gün öncesinden
kalan yorgunlukta uçup gidiyordu. Daha sonra hedef orman. Sırık kesmeye devam. Sırık
kesmek, kesilen sırıkların uçlarının bir tarafını inceltmek derken günler
geçti. Bazı günler ilçeye gidip kütüphaneden kitap almak, yeni kitapların
büyüsü dünyasına dalmamak olmazdı elbet. Kitap sevgisi müzmin bir hastalık
bende. Tedavi olmak istemediğim.
Neredeyse
haziranı yarıladık. Yaratılmışların sabrı az olanlardan birisi de biz
insanlarız. Bu yıl geç kaldık. Ürün alamayacağız derken fasulyeler, kabaklar ve
de salatalıklar yeşilin en koyu renkleriyle boy attı. Çapa zamanı geldi. Haziranı
da nereyse yarılamıştık. Olsun. Bahçe gün gün yeşeriyor, yeşillikler arasında
toprak gözükmüyordu.