Gökyüzünün kandilini az evvel
söndürdüm ve giyindiğim tüm gizemi derine gömdüm ki bir rehavet olduğum nasıl
ki biline ben tümden gelen coşkuma da hazan kazağı ördüm.
Bir sunumdu aşk ve bir vaveyla, göğün
kompartımanlarında ıslak bir zemin nasıl ki muktedir her sapağına ve kavşağına
ömrün, tiz sesinde hüznün eteklerinden taş dökülen sitemli mizaçları havale
ettim ben Rabbime.
Makûs gölgesinde sönmeyecek ferin ve
aşkın halesinde devasa bir rahmetle de s/özlendiğim derken közünde aşkın
beyitler yaktığım ve koyu bir hazan gecesinde ölümden mütevellit zamanı acılara
ve umuda b/öldüğüm.
Göğün kulaçladığı mevsim kadardım ve
örttüm üstünü bulutların ki çalınmasın şafak ve de masumiyet derken kurada
çıkan acıyla içtim ben hecelerimi bazen bağnaz bir gölgeden korkup aydınlığa
seğirttiğim ve yüklemi kayıp bir cümlenin de ölü ve gizemli öznesi olmaya
meylettiğim.
Baştan savma ne çok hayat ve
iklimlerden sızan irin ve de cehalet elbette yüreğin mimarı, ayyuka çıkan bir
umut ve hüzün perdelerken günü ben sığındım illa ki geceye; illa ki dost
bildiğim her heceye.
İnfilak eden göğün son vagonuydum ve
içimde titri kayıp gölgeler.
Son bildim günü; baş verdi gecede
şiir ve derken coşkuma katık yaptım sevgimi ve b/andıkça bandım sevdalı bir
mizansende etrafı kolaçan eden yüksük kadar minnacık yüreğime binlerce asırlık
özlem ve insan sığdırdım.
Yetmedi lakin.
Sevmelerden yorgun düşsem de acımla
derdest oldum bu kez ve minvali somurtkan bir güneş iken kapışan aşkı sundum
evrene ne de olsa bekası idi özlem ve seğirten her ışıkta yanan yüreğimdi
kimsesizliğin ahvalini nasıl ki meşrep ve mezhep edindim.
Layığı ile yaşamak ne ola ki?
Diyenlerin yalancısıydım ve laf olsun diye de sevmedim belki de kayıpların
meali idi yazmaya durduğum satırlar ve ömrün de afakı sinen yüreklerde sindirilmeye
müsait idi doğurgan ve coşkulu mizacım.
Öykündüğüm ne bir hayattı ne de
lafügüzaf.
Demlendi minvalim.
Derledim de günümün dertlendiğim
kadar yazdım ve yazdığım kadar da dertlendim.
Suskun bir heceye gizlenmiştim madem
solmadı yüreğin feri.
Sedası ne ola ki? Demedim ve
mimlendiğim kadar sevdalandım Rabbime.
Buyur etti huzuruna ve başımı sadece
O’nun karşısında eğdim.
Elemin rüzgârı uçurdu saçlarımı ve
gölgemle haşır neşir bir mevsimi evlat edindim ki azat edileceğimi umdum: önce
nefret soluyan sonra kin kusan ve lades dediğim her şarkıda bir nakarat
dillendirdim elbette ömrün bekası idi çapaklı gökyüzü ve sevdanın da reçinesi
ellerimden kayıp gidecekmişçesine sevdiklerim…
Mahal vermese de insanlık miadı
dolmamıştı yüreğimin ve onların yerine de sevdim ki gazabın tüten dumanında
üşüyen yüreğimi üfledim ve sönen ateşe kova kova acı attım, taşan mizacın
bakiyesi olsa da özümsediğim her minvalde ben bir uyarı levhasıydım. Öyle ya;
gizimle gaza gelen heyecanım; sancımla yuvalandığım ve ölümle sözlendiğim.
Acımdan ölmedim.
Sevgisizlikten ölenlerdi acımı
çoğaltan ve sevdikçe ivmesi düşen bir rahle idi yüreğimin kuytularında kalantor
sevdalara mil çekti gökyüzü ve aşkı neşreden şarkılara baş koydu omzumdaki
melekler.
Devasa bir düşün ta kendisiydim ve
düşün düşün sonunda aklımı yitirip aşkımla yol kestim ne de olsa sevginin
hayduduydum illa ki seveceğim nedenler ve insanlar arayan nihayetinde kendimle
uzlaştığım ve aşkın rahmetine her öykündüğümde gülümsemeyi şiar edinen
mizacımda ufkun da solmayan güneşi olmaya ant içtim Hakkın katında haddimden
fazla sevmeye meyyal hacimsiz acılarla sırdaş belki de bir terane iken içimdeki
sayaç sözcükler yuvalandı aşk zaman zaman yuhalandı: ben ki bitimsiz ferimde
bir sancak; ben ki özlemin dilinde sonsuzluğa ç/ağrı.
Şarlatan bir gölgeden çok uzağa kaçan
haleti ruhiyemle sabrımı sınayan evrene ne çok yakardım lakin insanlığa değil kâinata
sevdalı bir mizansende Yaratandan dolayı yaratılanı sevmek elbette boynumun
borcuydu.
Kutsanan değerler.
Öğün atlayan acılar.
Ve yüreğin retinası…
Annemin ellerinde dua; yüreğinde
pencere ve kucağında nice acı… sandukam kilitliydi madem matemi giyindim ve
sergüzeşt bir ışıkta kesişti yolum hüzün meleği ile.
Hırkam deliş deşik ve sevdalanmış
çehrem somurtuk bir tay gibi zıplarken bir acıdan diğer bir acıya açısız
ölümlerde reşit sevgiler hulasası bildiğim her ayraçla idame ettim hayatımı.
Solan göğsünde ölü kuşun.
Sararan benzinde sevdalı
gökkuşağının.
Rengimle boy ölçüştüm belki de
renksizliğime afakanlar bastı nihayetinde gök kuşağına sarıldım ve devasa
rahmetine kâinatın sol anahtarı ile soru işaretleri sundum.
Bir imlecin tahayyülü.
Bir yanlışın da bekası.
Umutsuz sevgiler durağında gidip
gelen yolculara dönük yüzümle gülümsedim ve içimdeki çocukla el sıkıştım.
Babamın mirası soyadım ve içimdeki
bitimsiz tasa elbette sevdalı bir aksan iken yürek dilimde açan bir gül olmanın
ötesinde ben hayatın iksiri olan kelimelere de sevdalandım akabinde kendime dokunurken
ve kaybolan yüzümde solan bir tabiattı hayatın muhtevasında gölgeme sırnaşan
yalnızlığımla, beyitleri b/içtim aşk denen tarlada göğün bir kanadında
saklıydım bir de aşkın çeşmesinde cenneti yaşadım ben: ne zamanki sevdalandım
kâinata ve Rabbin hikmeti ile dönmedim de s/özümden üstelik ırmak kadar dolu ve
taşkın olsa da mizacımdaki akışla cenneti yaşadım kimi zaman ve kimi zaman
cehennemi yaşatsalar da ben sevgimle Rabbimi cennet bildim ve bir ömür tüm aldanmış
lığımla safiyet yüklü varlığıma da ömür biçtim bir şiir kadar belki de ölüme
çok yakın bir hikâyeyi uyarlarken ömrüme.