Makale / Toplumsal Makaleler

Eklenme Tarihi : 26.11.2019
Okunma Sayısı : 1017
Yorum Sayısı : 0

MEVDUDİ


Mevdûdî bir taraftan sömürge düzenine, diğer taraftan Hindular’ın baskın kültür olarak yükselişine karşı çıkmıştır. En büyük gayesi Pakistan’ı dünyaya örnek teşkil edecek modern bir İslâm devleti olarak kurmaktı.

Mevdûdî’ye göre Batılılar ilim ve kılıç gücünü,yani bilim ve teknolojiyi kullanarak dünya hâkimiyetini ele geçirmişlerdir. Bu süreçte pek çok medeniyet Batı medeniyetinin bünyesinde kolayca erimiş ve kaybolmuş, müslümanlar ise tam ve kâmil bir medeniyete sahip oldukları için Batı karşısında durmayı başarmışlardır. Mevdûdî’ye göre bu iki medeniyetin çarpışması hâlâ devam etmektedir. İslâm ülkelerinin yabancılar tarafından sömürgeleştirilmesi asırlardan beri müslümanların dinen, fikren ve ahlâken gerilemelerinin tabii sonucudur. İslâm toplumunun bilim ve teknolojide ciddi bir varlık gösterememesi yüzünden Batı bu coğrafyayı kolonileştirmiş, açtığı eğitim kurumlarında kendi değerlerine yabancılaşan kimseler kanalıyla gerçekleştirdiği sömürge faaliyetini giderek kültür ve kimlik alanına da yaymıştır. Bunun karşısında geleneksel muhafazakâr kesim, eskimiş ve birçok bakımdan işlevini yitirmiş bir kültür mirasına sahip çıktığından dolayı kendi toplumlarının kurtuluşu için yeni projeler üretip devreye sokamamıştır.
Ona göre mevcut durumdan kurtulmanın çaresi sahih İslâm inancını yeniden tesis edecek bir tecdid hareketidir. Bu hareket din anlayışında, teşkilâtlanmada, içtimaî ve siyasî hayatta ıslah tedbirleri içeren bir programın tedrîcî şekilde uygulanmasıyla başarıya ulaşacaktır. İslâm toplumunun kültürel ve siyasal emperyalizmden kurtulabilmesi için Kur’an ve Sünnet’e dayalı, fertten topluma uzanan bir tecdid ve ihya hareketini gerçekleştirmesi gerekir.
Bu mânada ilâh “kâinattaki düzeni yönetimi altında tutan, hüküm ve emrin tek sahibi” anlamında olup bu da Allah’tır. Mevdûdî, “İslâm’ı Allah’a teslimiyet ve itaat” şeklindeki en geniş mânasıyla kullanır.

Allah’ı mutlak hâkim kabul ederek kanun ve emirlerine boyun eğen, kişisel ve sosyal hayatında Hz. Peygamber tarafından tebliğ edilen prensipleri benimseyen kişi tam anlamıyla müslümandır. Allah’a itaatsizlik mânasında ki küfür ise insanın yaratıcısını tanımayıp iradî olarak inkârcılığı seçmesidir. Allah’a itaat etmek inanmayı, inanmak da bilmeyi gerektirir. Kelime-i tevhidi söyleyen kimse İslâm’a girer ve kendisine İslâm hukuku uygulanır.

 Kelime-i tevhid Allah ile yapılmış bir sözleşmedir ve her Müslümanın bunun yükümlülüklerini yerine getirmesi gerekir. Mevdûdî inancı iman, İslâm (teslimiyet), takvâ ve ihsan şeklinde birbiri üstünde yükselen hiyerarşik bir yapı içinde ele alır. Bunların hepsi ibadeti yani aksiyonu gerektirir. İbadet insanın hayatı boyunca davranışlarında haram ve helâle dikkat etmesidir; namaz, oruç gibi ibadetlerin asıl amacı insanın bütün hayatını ibadete dönüştürmektir.
Tecdîd ü İĥyâ-i Dîn adlı eserinde bu yolda gerçekleştirilmesi gerekli şu dokuz esası belirlemiştir :1.Çağdaş Câhiliye anlayışının İslâm toplumu üzerindeki etkilerinin derinlemesine araştırılıp ortaya konması; 2. Ümmetin Câhiliye kıskacından kurtarılarak İslâm’ın gelişmesi için siyasî, sosyal ve psikolojik bir ortamın hazırlanması; 3. Ümmetin hedeflerinin belirlenmesine, güç ve kabiliyetlerinin kuvveden fiile geçirilmesine öncelik verilmesi; 4. Düşüncede, eğitim ve ahlâkta gelişmenin gerçekleştirilebilmesi için pratik önlemlerin alınması; 5. Bu projenin dinamik bir İslâmî kişiliğe sahip, dinin emirlerine uyan ve ümmete önderlik edebilecek vasıfları taşıyan fertlerin yetiştirilmesi suretiyle hayata geçirilmesi; 6. Hakkında açık nas bulunmayan yeni durumlar karşısında şâriin maksadına uygun hükümler verilebilmesi amacıyla ictihada başvurulması; bu yapılırken hem mevcut hem de eski sosyokültürel yapıların eleştirel bir şekilde incelenmesi; 7. Bu ihyacı harekete engel olabilecek düşman güçlerinin siyasî ve kültürel saldırılarını bertaraf etmek için cihad ruhunun yeniden diriltilmesi; 8. İslâm’ın yeni bir dünya düzeni olarak ihyası için Câhiliye’nin içtimaî, siyasî ve iktisadî düzeninin, Hz. Peygamber dönemi örnek alınarak hilâfet kurumunda ifadesini bulan İslâm hukuk nizamının sunduğu evrensel sistemle değiştirilmesine yönelik çalışmaların yapılması; 9. Müslümanların İslâmî dünya düzeninin nimetlerini başkalarıyla paylaşmaları gerektiğini ve İslâmî toplumsal dönüşümün belli bir ülke veya toplulukla sınırlı kalmayıp yeni nizamın dünya çapında kurulabilmesi için çalışmanın zorunlu olduğunu hatırda tutarak fikrî, ruhî ve ahlâkî alanlardaki gelişim sayesinde ulaşılacak küresel ahlâkî yücelişin gerçekleştirilmesine yönelik somut planların yapılması.

Mevdûdî keramet, keşif, ilham sahibi kutlu ve karizmatik lider fikrine karşıdır.

Mevdûdî Müslümanları zihinleri köhnemiş şekilci ve törensel din anlayışı, gerek geçmişi gerekse seküler Batı kültür ve düşüncesini körü körüne taklit hastalığı karşısında her vesileyle uyarmaktadır.

Tecdidle tahrifi birbirinden ayıran Mevdûdî Kur’an’ın Allah’ın değişmez son mesajı, Sünnet’in ise kâmil ve kusursuz bir İslâmlaştırma örneği olduğunu söylemektedir. Bu amaçla kaleme aldığı eserlerinde İslâm’ın ana kaynaklarından saydığı Sünnet’i bütün samimiyetiyle müdafaa etmiştir. Ancak ona göre hadis rivayetlerinin sıhhat derecesini ölçmek için muhaddislerin benimsediği klasik usullere yenileri eklenebilir. Mevdûdî, Hint alt kıtasında Hz. Peygamber’in sözlerinin otoritesini ve önemini reddedenlere karşı mücadele vermiş, onlarla Tercümânü’l-Ķurân’da uzun tartışmalara girişmiştir. Kendisinin bir mezhebe bağlı olduğunu ifade eden Mevdûdî, bununla birlikte mezhep taassubunu eleştirmiştir.

S. Velî Rızâ Nasr’ın ifadesiyle Mevdûdî’nin ideali mâzinin görüntüsünü, modern dünyanın ise mahiyetini taşıyordu (Mevdûdî ve İslâmî İhyanın Teşekkülü, s. 111).(Anıs Ahmad.DİA)


HAMİDULLAH


İslâmî ilimlere bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşarak uzmanlık alanının dışında da inceleme ve araştırmalar yapan ve bunları ilk kaynaklara dayandırmaya çalışan Hamîdullah, özellikle İslâm tarihiyle ilgili çalışmalarında sadece tarihî bilgileri aktarmakla kalmamış, bazan olayların geçtiği yerlere bizzat gidip incelemeler yaptıktan sonra kendi yorum ve değerlendirmelerini katmıştır. Bunları yaparken genelde akılcı bir tutumla ispatlanmamış herhangi bir hususu kabul etmekten uzak durmuş, çalışmalarında sadece tarihî bilgileri gözler önüne sermek yerine olayların gerçek sebeplerini araştırmaya ve bunların sonuçlarını göstermeye gayret etmiştir. Hamîdullah’ın başta mûcizeler olmak üzere bazı konularda akılcı yönü ağır basan açıklamaları zaman zaman eleştirilmiştir. Ona göre bazı insanlar mûcize sebebiyle inandıkları, bazıları da böyle bir etkinin altında kalmadan iman ettikleri için mûcizenin inanç açısından etkisi kesin değildir. Mi‘rac hadisesinde de önemli olan husus Allah’a doğru yüceliştir; nerede ve nasıl olduğu fazla ehemmiyet taşımaz (İslâm Peygamberi, I, 133).Salih Tuğ - M. Kâmil Yaşaroğlu,DİA)

Günümüz reformcularının fikir babalarından Hamidullah İsra ve Mirac’a farklı yorumlarıyla ünlü.

Bu konuda Ebu Bekir Sifil’in şunları yazmış:Mirac‘ın ruh ve beden birlikte ve uyanıkken vuku bulduğu,Ehl-i Sünnet‘in çoğunluğunun görüşüdür. Her ne kadar konuyla ilgili pek çok eserde Hz. Aişe(r.anha) validemiz,Hz. Mu’âviye(r.a) ve Tabiun‘dan Hasan-ı Basrî (rh.a)’nin,Mirac‘ın ruhen gerçekleştiği görüşünde oldukları rivayet edilmiş ise de, bu görüşün onlara nisbeti tartışılmıştır(bkz.İbn Dıhye,“el-İbhâc“, 68-9;İbn Hacer,Fethu’l-Bârî“, VII, 197 vd.;Ali el-Karî, “Şerhu’ş-Şifâ“, I, 410 vd.,el-Kevserî, “Makâlât“, 517) Bazı alimler, -burada ayrıntılarına giremeyeceğim- gerekçelere binaen çoğunluğun benimsemediği kanaatler ileri sürmüştür. Bu durumu dikkate aldığımızda,Mirac‘ın sadece ruhen gerçekleşmiş bir hadise olduğuna inanmanın, kişinin itikadî durumuna tesir eden bir yönü olmadığını söylememiz gerekiyor.

Ancak burada bir noktanın tasrih edilmesi gerekir:Çoğunluğun görüşüne aykırı kanaatte olan ulema, tamamen tercihe şayan buldukları naklî deliller sebebiyle böyle davranmıştır.Günümüzde Miraç olayının ruh-beden birlikte vuku bulduğunu söylemenin “akla”-o hangi akılsa?!- aykırı olduğunu ileri sürenlerin tutumuna söz konusu alimlerin tercihleri gerekçe teşkil etmez. Zira o alimler nazarında Mirac‘ın ruh-beden birlikte cereyan ettiğini söylemenin akla aykırı bir yönü yoktur. Dediğim gibi onlar sadece “naklî” deliller arasında tercihe şayan bulduklarını esas aldıkları için o kanaate sahip olmuştur. Bu noktaya dikkat edilmelidir. Zira sırf “aklî” gerekçelerle Miraç olayının rüyada veya ruhen yaşandığını ya da hiç yaşanmadığını söylemek kişiyi fasık yapar.Milli Gazete -8 Temmuz 2004

Fasık:İlâhî emirlere itaatten ayrılıp âsî olan mümin veya kâfir anlamında kelâm ve fıkıh terimi olup Kur’anı Kerim’de hem kafirler hem de günahkarlar için kullanılır.DİA)

(Bazı âyetlerde yahudiler, hıristiyanlar, müşrikler ve münafıklardan söz edilirken çoğunun fâsık olduğu bildirilir.Andolsun, biz sana apaçık âyetler indirdik. Bunları ancak fasıklar inkâr eder. Bakara : 99 (Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir. Nûr : 4 DİA)


Peygamber olduğunu ileri süren kimsenin elinde doğruluğunu kanıtlamak için Allah tarafından yaratılan hârikulâde olay.

Hamidullah hakkında son sözü Ebu Bekir Sifil’e bırakıyorum:

(Söz gelimi Miraç mucizesini inkâr edenlerin tekfir edileceği ile ilgili iddiada -ki Hamidullah’ın Mirac’ı inkâr etmediğini daha önce görmüştük- okuyucumla aynı kanaati taşımayan büyük Ehl-i Sünnet alimleri bulunmaktadır. Son dönemin yetiştirdiği ve Hadis, Fıkıh, Akaid… gibi sahalardaki otoritesi dost-düşman herkesçe müsellem olan Muhammed Zâhid el-Kevserî merhum bunlardan biridir. “Makâlâtu’l-Kevserî”de (513, 20) Mirac’ı inkâr edenin kâfir değil, “bid’atçi” olduğunu söyler.

Elbette bununla ne Mirac’ın inkârını küçümsüyor, ne de “bid’atçiler” sınıfına girmenin tehlikesini göz ardı ediyorum. Ortaya koymaya çalıştığım husus şu: “Tekfir” müessesesini çalıştırırken, esas aldığımız durumun, tekfir edilen kişinin küfrünü mucip olduğundan ve bu noktanın “şüpheden ari” bir nitelik taşıdığından emin olmamız gerekir.  Ehl-i Sünnet’in farkı buradadır. Diğer fırkaları –onların muhalifleri hakkında genellikle yaptığının aksine– toptan tekfir etmemek ve “ehl-i bid’at” olarak nitelendirmeyi tercih etmek Ehl-i Sünnet’i diğer fırkalardan ayıran temel bir tutumdur.

Her ne kadar Hamidullah’ın duruşu, Miraç konusunda değil, İsra konusunda problem arz ediyorsa da burada onun, İsra olayının kendisiyle değil, “cereyan ediş tarzı”yla ilgili kanaatinde bir problem mevcut. Biz, Kur’an’ın Mescid-i Haram’dan başlayıp Mescid-i Aksa’da son bulduğunu söylediği “İsra”nın, –ilgili hadislerden hareketle– Mekke’den Kudüs’e yapılmış bir yolculuk olduğunu söylüyoruz. Hamidullah ise o dönemde Kudüs’te bulunan (ve daha sonra mescide dönüştürülen) yapıya “el-Mescidu’l-Aksa” değil, “Mescidu’l-Aksa” dendiği görüşünü benimseyerek “İsra”nın, Mescid-i Haram’dan, semavi bir mescide (bir adı da “el-Mescidu’l-Aksa” olan Beyt-i Ma’mur’a?) yapıldığını söylüyor. Bu (benim daha önce katılmadığımı vurguladığım) tatmin edici olmaktan uzak bir tevildir ve fakat Kur’an nassıyla sabit olan İsra’yı inkâr anlamına gelmemektedir.

Netice-i kelam, Hamidullah hoca hakkında “Allah ona rahmetiyle muamele etsin ve taksiratını affetsin” ifadesini kullanmanın çok görülmemesi gerektiğini düşünüyor, bu köşenin okuyucularının Ehl-i Sünnet akidesinin muhafazası konusunda gösterdiği hassasiyetin önünde saygıyla eğiliyorum.Milli Gazete – 9 Ocak 2003

Benim reformcular hakkındaki genel görüşüm:Belki zamanlarındaki haklı bir takım gerekçelerle ortaya attıkları fikirler,ardılları tarafından abartılarak benim gibi saf,iyi niyetli müslümanların kafalarını karıştıracak raddeye ulaştı.Günümüz reformcuları maalesef işi ayetleri inkara kadar götürmeye başladıkları gibi İslam’ın her türlü kutsallarını tartışmaya açmaya cesaret eder hale geldiler.

Pozitivist bir gün doktora gitmiş, dert yanmış:

- Doktor bey bana bir şeyler oluyor, iyi değilim.

- Anlatın, neyiniz var?

- Aldığım nefesi verirken kesik kesik çıkıyor ağzımdan, karnım kasılıyor, yüzüm geriliyor,yanaklarım kulaklarıma doğru çıkıyor. Bakın böyle oluyorum: Ha! Ha! Ha!

- Korkacak bir şey yok, tıp dilinde buna “gülme” diyoruz. Mehmet Bahadır.Derin Düşünce.org Modern Bir Put:Bilim

Son yüz yıl İslam düşüncesinde en çok tartışılan kişilerden birisi de hiç şüphesiz Muhammed Hamidullahtır.Hamidullah’ın İslam Peygamberi kitabı tartışmaların odağındadır.Yazının girişindeki pozitivist fıkrasını alıntılama sebebim de bu aslında.

DİA’de Hamidullah’ın ayrıntılı hayat hikayesini bulabiliyorsunuz,ama tartışılan fikir ve kitapları hakkında bilgi yok maalesef.Bilhassa İslam Peygamberi kitabı hakkında bilgi verilmesini beklerdim.Halböyle olinca insanın kafası karışıyor.

Ehli Sünnet olduklarında şüphe olmayan bazı siteler Hamidullah hakkında aşırı sert ifadeler kullanmaktan çekinmiyorlar.Eminim işi tekfire kadar götürenler de vardır.

İhvanlar.net sitesinde Alıntıya göre Hamidullah’ın tasavvuf hakkındaki görüşleri şöyle: (Benim yetişme tarzım akılcıdır. ..Batı toplumunda, Paris gibi bir muhitte yaşamaya başladığım zamandan beri hayretle görmekteyim ki, Hıristiyanların, İslamiyet’i kabulü; onları İsla’ı kabule sevk eden, fıkıh ve kelam alimlerinin görüşleri değil, İbn-i Arabi ve Mevlana gibi sufilerdir. Bu konuda benim de şahsi müşahedelerim olmuştur. İslami bir konuda benden izah istendiği zaman, benim verdiğim akli delillere dayanan cevap, soranı tatmin etmiyordu; fakat tasavvufi izah meyvesini vermekte gecikmiyordu. Bu konuda tesir gücümü gittikçe kaybettim. Şimdi inanıyorum ki, Hülagu’nun yakıp yıkan istilalarından sonra, Gazan han zamanında lduğu gibi, bugün de en azından Avrupa ve Afrika’da İslam’a hizmet edecek olan, ne kılıç ne de akıldır; fakat kalb yani tasavvuftur. (Mustafa Kara-Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketlerinden.. )


( Mevdudi Hamidullah başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 26.11.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.