Kırgın bir tümcenin mizacını giyindim ve üstü kapalı seyrinde kifayetsizliğe rest çeken bir minvalde süzüldüm pare pare.

 

Irgat düşlerin meclisi toplandı derken gerçekler yuhalandı: kirli mendilinde kâbusların, safiyet yüklü bulutlar doğurgan ve akışkan serzenişine sahip çıktı martıların belki de hikmeti idi mevsimin, Kasım düşerken gözlerinden Tanrının yakamoz acılar kundaklandı o minvalde ki; iklimsiz bir güneşe bel bağladı umutlar ve takozu yoksunluğun derin bir iç geçirdi; beylik söylemlerine dokunurken ömrün de cefasını sahiplendi s/üzgün mizaçlı melekler ve her deparda devasa acılar kucakladı hüznü: göğün katlarından boşanan sağanağa merdivenler eşlik etti öyle ki kırık basamaklarda ölümün provasını yapıyordu kış güneşi ve nezdinde ölümün, sert mizaçlı Kara Melek aşkı kayıt altına aldı belki de içine düşülesi çukurda saklıydı dünün sefasını hele ki güne mil çeken öznesiz bir ölüm kadar sıra dışıydı kıyılara vuran ölü bebekler ki misyonu evrenin batıl bir düşün izini sürüyordu ve sürüyordu ayaklarını ölümsüz kuşlar kenarında hayatın kardıkça ölümü mukozası sabrın çatlamaya yüz tuttu ve öykünen iskelet sadece saf tuttu kayıp ruhun tekerinde dolunay; yansız sevdalarda hüzün bekçileri ve korunaklı dünyalarından asla firar etmeyecek imgeler.

 

Mavi sazan.

 

Aykırı hazan.

 

Andıkça dünü yarını yok sayan üç beş yürek kırıntısı.

 

Maruzatını sunan geceden ayrı düştü yıldızlar belki de tutundukları göğün en aydınlık yüzüydü süklüm püklüm insan izlekleri.

 

Öğüdünü tutan her çocuktu annesine sığınan belki de yetim mizaçları idi terk edilmişliğin hacminde küredikleri kodaman hayaller sırlarını verdi ve fısıltılar yayıldı kulaktan kulağa ki kulağa küpe olacak her sırda yetkindi düş mağdurları, ölümün izdivacına tef tuttu sanrılı faniler yüklerinden arınmakla yüksünmek arasında gidip geldiler ve tokuşan her duygu aidiyetini sorguladı öyle ki tutanaklara geçti her geçkin düş ve her kayıp mizaç bir sunumu daha yok sayıp kabullendiler yüreğin israf ettiği her günü ve eksilen düşler artıya yüz sürdü belki de bir martının ölümcül çığlığıydı gün özürlü düşler en çok geceye yakışırken.

 

Kolluk kuvvetleri baş koydu adalete inhisarında Tanrının, kifayetsiz mutlak ve devingen döngü sadece hoyrat bir sedada tutuklu olsa iyiydi derken sefere çıktı melekler ve öğün arası atıştırılan küçük çaplı üzünçler yarayı deştikçe deşti ta ki saltanatı mevsimin son bulup da bir sekant farkıyla gerçeklere kulaç atan sihirli yüreklerde ilham perileri fink attı ve aşkın tasasına düşen Aşk meleği yeniden s/özlendi özlemle sınırları ihlal edilmeden her yetim mizaç illa ki sessizliğe mahal olan o tepkisizliği asacaktı göğün bir ucundan diğer ucuna ta ki aşkın dokunulmazlığında kura çeken kader, süt liman coşkusuna sahip çıkana kadar asılı kehanetin ve kâhinler içip içip kahvelerini fal baktılar hele ki afallayan her kehanet erbabı bilemedi de ellerindeki son kozu kaybedeceklerini.

 

Kader düştü yollara ve kederle yüzleşti insan.

 

Ömrün bir güzergâh olup da ölümsüzlüğe kucak açan bir manivela olduğunu çok geç öğrendi insanlık ve iş çoktan işten geçmişti belki de en çok kendinden geçmişti hurafeler.

 

Damızlık bir rotada seğirdi yürekler ve devasa seyrinde âlemin varlıkların aslında yokluğun ta kendisi olduğunu çok geç öğrendiler belki de bir rutindi bu kazanım ta ki kaybolana kadar rüzgârın gücüne yenik düşen ölü kuşun başında nöbet tutan bir mazlum yürek sandı ki; ölümsüzlüğün rüzgârı idi nakşı günün ta ki gece gerçek yüzünü gösterip karanlığın saltanatını süren bir edayla sahip çıktı geceyi diken şiirlere ve mağdur şaire ki evrenden kopuktu asası yüreğin ve tasası düşmüştü işte geceyi elleriyle doyuran bir anne mizacıyla tek gerçekti hüzün ve hazan benzeri döngüde aslında bir kış güneşine sahip çıkacaktı yetim mizaçlar.

 

Her yangın kendi içinde söndü.

 

Her aşk özlemle sözleşti.

 

İmkânsızlığın çeperi elbette makul seyriydi ömrün ta ki meçhul sona hükmeden kadere tanıklık edene kadar kâfir imgelerden sızan o irin ile yaslar ve acılar ve yaşlar tazelendi ve zifirine bulaşıp da elleri ölü kuşun tefe tutuldu isyanı yüreklerin.

 

Sedasından dökülen ve zincirinden boşalan yürekler eninde sonunda vakıf oldular gerçeklere ve ellerindeki dualar semaya uzandı yürekler de kibrini söndürüp masumiyeti kucakladı belli ki öykünen sadece insan ve zaafları değildi tüm canlılar sığınıp da gücüne Yaratıcının s/andılar onlara bahşedilen bunca nimet aslında yenik düştükleri nefislerine verilen bir cezaydı.

 

Abandıkça rüzgâr.

 

Abayı yaktıkça beşer.

 

Tapındıkları göğün de muhtevasında saklı idi dilekler ta ki ölümsüzlük denen hegemonyada hayatın ne denli önemli olduğunu anlayana dek insanlık sınandığından bihaber sığındıkları kadar sığamadıkları yere göğe bir masaldan ibaret olduğunu sandı mutluluğun ve huzur ve de inanç üçgeninde neşretti umut bir karede yığılı duaların gücü aslında tüm kâinata yeterken…

 

 


( Duaların Gücü Tüm Kainata Yeterken... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 26.11.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.