İNSANLIK ÖLMEMİŞ                            

Yorucu bir gündü.

İki gündür üzerinde çalıştığım bir şirket sözleşmesinin tercümesini bitirmenin verdiği rahatlıkla kendimi biraz şımartmak istedim. Büromun hemen karşısında bulunan deniz kıyısındaki parkta bir bankta oturup, İzmir’in serinletici imbat rüzgarına karşı sigaramı yakıp denizin dalgalarını, geçen gemileri izlemek keyif verici olur diye düşündüm.

Öyle de yaptım. Boş bulunan bir banka oturup burnuma gelen iyot kokusunu teneffüs ederken günün bütün yorgunluğunu adeta denize bırakıyordum.

Konak İskelesi’nin önü her zaman olduğu gibi yine kalabalıktı. Kemeraltı’nda alış verişlerini tamamlayan kadınlar, ellerindeki poşetleri sağa sola savurarak telaşla, sanki arkalarından atlılar gelircesine Karşıyaka vapuruna yetişmek için iskeleye koşuyorlardı. Oradan oraya koşuşturan insanları seyretmek farklı bir duygu veriyordu. Kim bilir, neler almışlardı Sevdiklerine ? eşe dosta hediyeler, çocuklarına oyuncaklar, elbiseler bütçesine göre hareket edenler…

Bir an önce evlerine varabilmek tatlı bir telaş içinde, koşuştururken, denizin üzerinde kuğu gibi süzülen vapurların birisi geliyor diğeri gidiyordu.

Martılar da bu tempoya ayak uydururcasına, vapurların rotasını takip ederek kendilerine atılacak simit parçalarını havada kapabilme yarışında oradan oraya uçuyorlardı.

Biraz önümde de oltalarını hafif dalgalı denize atmış üç kişi, adeta dış dünya ile irtibatlarını kesmiş halde kısmetlerine çıkacak körfezin küçük balıklarını sabırla bekliyorlardı.

Öylece izliyordum… Denizi, telaşlı insanları, martıların simit kapma yarışları, öte yanda vapurların ayrılık çağrıştıran siren sesleri…

Balık tutanlardan birisi, yorulmuş olmalı ki oltasını çekip yere bıraktı. Bir süre denize baktı sonra arkasını döndü ve bana doğru yaklaştı.

“Valla saatlerdir bekliyorum ama bir küçük balık bile yakalayamadım. Günüm de değilim galiba. Biraz soluklanayım, oturabilir miyim? 

“Tabi ki buyurun oturun”

30-35 yaşlarındaydı. Üzerinde eski bir ceket, içinde gri bir kazak vardı. Kot pantolonunun paçaları bayağı yıpranmış ayakkabısının boyası solmuş durumdaydı.

“Çakmağınız var mı?”  Bir sonraki sorusunu tahmin etmiştim “var” dedim, gülümseyerek.

“ o zaman sigaranız da vardır” dedi.

“ Elbette. Buyur yak!”

Uzattığım paketten bir tane aldı, parmakları tütünden sararmış, tırnakları uzamış, kir toplamıştı. Nasır tutmuş elleri, uzun yıllar ağır işlerde çalışmış olduğunun kanıtıydı.

İçini çekerek “yakayım bari” dedi. Sigarasını yakmak istedim, izin vermedi, çakmağı aldı, titreyen eliyle yaktı. Derin bir nefes aldı. Dumanı, adeta bacadan çıkarcasına burnunun iki deliğinden salıverdi.

“ Sağolasın , aslında bırakmak istiyorum bu mereti, arada bir içiyorum işte ”.

“ Ben bırakmayı hiç düşünmedim, içiyorum, bir rahatsızlık da vermiyor şimdilik.”

“ Bana da bir sıkıntı vermiyor ama mecburiyetten azalttım sayılır.”

Bir ara göz göze geldik. Sanki benden kendisiyle ilgili sorular sormamı bekliyordu. Anlaşılan konuşmaya ihtiyacı vardı. Bir soru sorsam, arkası çorap söküğü gibi gelecek, anlatmaya başlayacaktı.

Yutkundu, başını öne eğdi.

“ Geçim derdi, kolay değil bu devirde emekli maaşıyla geçinmek.”

Pek emekli olacak yaşta görünmüyordu. İçimden belki malulen emekli olmuştur diye geçirdim. Sanki ne düşündüğümü anlamıştı.

Başını denize doğru çevirdi, “ ben değilim, annem emekli” dedi. “Ben işsizim,  bu yaşta ana  parasıyla ayakta durmaya çalışıyorum.”

İçim sızladı. Taşı sıksa suyunu çıkaracak boylu poslu birisinin genç yaşta ihtiyar annesinin eline bakması ve bunu da söylemek durumunda kalması çok zor olmalıydı

“ Üzülme canın sağ olsun, en azından sana destek olan birisi var ”

“ Allah razı olsun anamdan, beni doğurdu, büyüttü, evlendirdi. Daha ne yapsın ki ben ise evlatlık görevini yerine getirmekten aciz bir evlat olarak ortalıkta dolaşıp duruyorum.”

  “ Evlisin demek ? “

İçini çekerek “ Bir zamanlar evliydim ama artık değilim Bundan on yıl önce, anamın akrabaları, memleketten bir kız bulmuşlar tam sana göre dediler, huyu huyuna suyu suyuna denk… Biz Erzurumluyuz. Ben çocuktum babam, annemi alıp İzmir’e geliyor inşaat işlerinde çalışıyor Babam öleli on beş yıl falan oldu… Neyse lafı uzatmayım söz kesildi ardından Erzurum’da düğünü ve imam nikahını yaptık İzmir’e döndük. Ben de tıpkı babam gibi yaz aylarında Çeşme, Gümüldür, Dikili gibi tatil beldelerinde inşaatlarda çalışıyordum. Sigorta yok, iş garantisi yok, çalışma şartları ağır ama başka yapabileceğim bir iş de yoktu. ilkokulu bile zor bitirmiştim…”

Bunları anlatırken oldukça tedirgindi, sık sık saçını kaşıyor, sürekli gözlerini kaçırıyordu.

“ Galiba geçim derdi sizi bayağı yıprattı ”

“ Hayır, hayır! Aslında idare ediyorduk. Annemin babadan kalma bağ-kur maaşı ve benim kazancımla bir gecekonduda üç kişi geçinip gidiyorduk ta ki komşumuz olan Hayriye denen meymenetsiz kadın yuvamızı yıkıncaya kadar ”

Evet, resim biraz daha netleşiyordu. İçimden, galiba bundan sonrası Yeşilçam filmlerini aratmayacak şekilde gelişecek diye geçirdim.

Bir an sustu. Sanki boğazına bir şey takılmıştı. Yutkundu Gözleri doldu.

“O şeytan kadın, karımın kanına girmiş. Bir sabah ben işteyken eve geliyor gelinle biz çarşıya gideceğiz deyip karımı da yanına alıp mahalleyi terk ediyorlar.”

“Aramadınız mı?  Polise gitmediniz mi ? ”

“ Gittik tabi ama o gün bugün yoklar, bulamadılar. Bir ara mahalleden bir tanıdık İstanbul’da görmüş hiç haber alamadık. Öldü mü kaldı mı bilmiyoruz, Allah’ından bulsun ”

“Çocuğunuz var mıydı”?

“ Allah’ın sevdiği kuluymuşum ki çocuk olmadı..zaten resmi nikahta yoktu, ama biz yıkıldık, insanların yüzüne bakamadık, mecburen o mahalleden taşındık.”

Bu durumda fazla bir şey de söyleyemedim. Hayatının en ağır darbesini alan birisine ne diyebilirdim ki! “geçmiş olsun, Allah büyüktür bir kapıyı kapatır, diğerini açar”

“ Doğru söylersin beyim. Allah’tan başka sığınacak kimim var ki, Önce Allah sonra yaşlı anam, onun da sıhhati yerinde değil. Ona bir şey olursa ne yaparım bilmiyorum”

Mesailerini bitirmiş, bir an önce evlerine gidebilmek için iskelenin önünde toplanan memurlar, karşılıklı sefer sayısı artan vapurlar ve onları sürekli olarak takip eden martılar… Hava serinlemeye başlıyordu…

 “ Bu anlattıklarından sonra yak bir sigara “ dedim. “Ha bu arada oltanı da öylece bıraktın, balıklarını kaçırdın “

“ Yok beyim, bu gün kısmetim yok, sabahtan bu yana küçük bir balık bile oltaya takılmadı, nasip işte ”

“ Kusura bakma, durduk yerde senin de başını şişirdim. Aslında pek anlatmam yaşadıklarımı, ne bileyim belki ikram ettiğin bir sigaradan sonra sizi biraz samimi buldum. Sorması ayıp olmasın ama siz ne iş yapıyorsunuz ? ”

Dalmıştım. Kıyıya vuran dalgaların üzerindeydi gözüm. “Ben mi” dedim, sanki benden başka birisi varmış gibi!

“Mütercim Tercümanım”

“Tercüman, yabancı dil bilen!”

“Evet İngilizce”

“Tercümanı anladım da af buyur diğer söylediğini pek çıkaramadım başka bir iş mi bu ? ”

Ben de bir tuhafım niye mütercim dersin ki. Daha geçenlerde, üniversiteli bir genç tezini İngilizce’ye tercüme ettirmek için büroma geldiğinde o da sormuştu mütercimin ne demek olduğunu ! Kaldı ki ilkokulu bile zor bitiren bu kişi nereden bilecekti. Yine de cevaplamak istedim

“ Hayır ” dedim ayrı bir meslek değil. Tercüman kaynak dilden hedef dile sözlü tercüme yapar, mütercim ise yazılı bir belgeyi  tercüme eder, anladın mı şimdi ? “

 “Haa! Yani şimdi  şuradan bir turist geçse onunla konuşabilir misiniz?” 

Güldüm, “ elbette konuşurum  bu benim işim ”

“ Aslında ben de birkaç kelime biliyorum ayıptır söylemesi, mesela helo derim gut mornin derim, havaryu derim. Nasıl ? “

Şaşırmıştım, hiç beklemiyordum Hoşuma da gitti, “Bravo, nereden öğrendin bunları ?”

“ Yazlıklarda inşaatlarda çalışıyordum dedim ya. Orada bir İngiliz ailesinin evini tamir etmiştik bir hafta falan, çocukları öğretmişti.”

“ Ya bu yabancılar çok iyi insanlar, hep güler yüzlüler, orada çalıştığımız bir hafta boyunca karnımızı doyurdular, paramızı da kuruşuna varıncaya kadar ödediler.”

“ Normal,  yabancı bir ortamda bulundukları için iyi görünürler, sempatik olmak isterler yani bir nevi imaj faktörü ! ”

Şimdi ona nasıl anlatacaktım ülkemizde getirdikleri dolarla kral gibi yaşadıklarını, hayatın onlar için ucuz olduğunu. Neyse bu konulara girmek istemedim.

Sohbet bayağı koyulaşmıştı. Adını dahi bilmiyordum ama neredeyse hayatının en önemli aşamaları hakkında bilgi sahibi olmuştum. Konuşkan birisiydi, samimi bulmuştum, bakışlarında bir saflık vardı. İşsizliği, annesine olan bağımlılığı, duruşuna bile yansımıştı, ezik görünüyordu.

“ Beyim ” dedi devam edecekti, sözünü kestim.

“ Kaç yaşındasın? ”

“ Otuzbeş ”

“ Ben senden yaşça büyüğüm, kırk yaşındayım, abin sayılırım abi desen de olur”

“Alışkanlık işte insanları seviyorum onlara saygım var, ama madem öyle abi deyim”

“Adın neydi?”

“ Yaşar. Üç kardeşim küçük yaşta ölünce yaşasın diye Yaşar koymuşlar. Ölmedik ama yaşamaya çalışıyoruz ”

“Yaşar ne yaşar, ne yaşamaz gibi desene” Pek anlamadı söylediğimi.

“neyse boş ver, şimdi ne yapıyorsun Yaşar ?

-Arada bir inşaat işine gidiyorum. Bu aylarda fazla iş olmaz.

Başını iskeleye doğru çevirdi. “Bak abi” dedi, şu vapura gidenlerin çoğu memur, devlette iş bulmuşlar, çalışıyorlar, biz ise yarın ne olacağın bilemiyoruz. Gün bulup gün harcıyoruz. Ama yine de Allah’a şükürler olsun, en azından sağlığım yerinde, anam başımda, ikimiz geçinip gidiyoruz. Kadıncağız bugün benden balık bekliyordu ama nasip değilmiş bir balık bile tutamadım…

“Ben şu malzemeleri toplayıp yavaş yavaş evin yolunu tutayım. Anam merak eder.”.

Bayağı oturmuşuz bankta farkına bile varmadık zamanın nasıl geçtiğini. Yaşar, malzemelerini topladı, kovadaki suyu denize boşalttı. Yanıma geldi,

“Abi bir sigara verir misin ?”

Gülerek,”yalnız kendine bir çakmak al” dedim.

“ Olur Abi çok sağolasın, seni dertlerimle yordum galiba, Allah razı olsun, beni dinledin. Balık tutamadım ama en azından sizi tanıdım.”

Gözüm tutmuştu Yaşar’ı. Efendi bir kişiliği vardı, saygılıydı, içtendi. Keşke imkanım olsa da bir iş bulsam diye düşündüm.

“ Eyvallah Yaşar, şu kartım, bürom hemen karşıda ne zaman istersen uğra, bir çayımı içersin. İyi bir insan olduğunu düşünüyorum Canını sıkma, bakarsın karşına bir fırsat çıkar değerlendirirsin, belki hayatının akışı değişir.

“İnşallah Abi, ben hayatta bir kere büyük fırsat yakaladım elimin tersiyle ittim. Rahmetli babam bize hep helal lokma yedirmişti. Boğazımızdan haram geçmedi. Hiç bir zaman hak etmediğim bir şeye sahip olmak istemedim.”

Ne demek istemişti?  Yoksa  benim ona para vereceğimi mi düşünmüştü ? Doğru, ona yardım etmek isterdim ama ayak üstü para vermek onurunu zedeleyebilirdi.

Yaşar, ceketin iç cebinden dörde katlanmış bir kağıt çıkardı.

“Bak Abi ,  şimdi anlarsın ne demek istediğimi”

Kağıdı elime uzattı. Hayırlı akşamlar diyerek hızla yanımdan uzaklaştı.

Dörde katlanmış buruşuk bir kağıt parçası elimde kaldı. Yerel bir gazetede çıkan haberin fotokopisinin çekildiği bir kağıttı Başlığı büyük puntolarla atılmış haberde, Yaşar’ın fotoğrafı vardı. Üç polisin arasında bir masa etrafında karakolda çekilmiş bir fotoğraf

Haberde işsiz bir gencin Kemeraltı’nda bulduğu içinde on bin dolar olan çantayı karakola teslim ettiği, çanta sahibinin ödül olarak Yaşar’a beşyüz dolar vermek istemesine rağmen, gencin bunu kabul etmediği ve bir insanlık dersi verdiği yazılıydı.

Son söyledikleri kulaklarımda çınladı birden “babam bize hep helal lokma yedirmişti. Boğazımızdan haram geçmedi. Hiç bir zaman hak etmediğim bir şeye sahip olmak istemedim.”

Sanki, bir anda denizin dalgaları duruldu, simit parçalarını havada yakalamak için pike yapan martılar gözden kayboldu. Bir an önce evlerine gitmek isteyen binlerce insan, oldukları yerde kaldılar. Vapurlar geçmez oldu…  zaman durmuştu adeta...

Elinizdeki sabun gibi, güneş aceleyle yeryüzünden kayıp gidiyor, ay nöbeti devralıyordu.

Gecenin karanlığı kentin üzerine çökerken, imbat rüzgârının bıraktığı serinlik, aniden içimi sıtmaya başladı.

Yaşlı annesiyle bir gecekonduda oturan işsiz fakat onurlu bir genç…

Bir sigara yakayım dedim kendi kendime, kulağımda bir fısıltı;

“Çakmağınız var mı ?

 

Yalçın ATAMER  - 17. Eylül 2019

( İnsanlık Ölmemiş başlıklı yazı yalçınAtamer tarafından 10.12.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.