Küçük bir bilgi notu olarak Zeki Velidi Togan’ın yazdığna göre;Avrupalı tarihçilerin dünya tarihine bakışları hakkındaki düşüncesini aşağı yukarı aynı minvaldedir:Reşideddin'in mesai arkadaşlarından Abdullah Kaşani Arapların ve Farsların tarihleri cihan tarih denizine munsap olan nehirlerin ancak birisidir demiştir;halbuki Avrupa alimleri, bugün bile umumi cihan tarihini Roma-Cermen aleminin tarihinden ibaret gibi telakki etmekte devam ediyorlar.Z.V.Togan Umumi Türk Tarihine Giriş)
Batılı tarihçilerin Türklere bakışlarının az çok anlaşılmış olduğunu düşünerek şu soruyu sormanın tam zamanıdır diye düşünüyorum:Bunda- bizim- hiç katkımız yok mudur?:Var diyorsanız Taner Timur’a kulak verelim o zaman:Taner Timur Osmanlı kimliği kitabında bu konuyu hem gayet güzel tespit etmiş hem de açıklık getirmiş.Timur’un,Batılıların bir doğululaşma davaları olmamasına rağmen Atatürk’ten beri bizim bir Batılılaşma davamız vardır ifadelerine aynen katılıyorum.Aynı zamanda da Batı’ya karşı duygusal ve( toplum hafızası kaynaklı) bir direncimizin olduğu da bana göre doğru bir ifade.Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak ilerleme ve çağdaşlaşma anlamında batılılaşma-çoğunlukla da ekonomik ve fikir özgürlüğü- taraftarı olduğu halde,duygusal olarak Türkiye’ye yönelik en ufak eleştiri ve gözlemlere gösterilen hassasiyet ileri seviyede olmaktadır.Bu hassasiyet gerek tarihi gerek toplumsal veya sosyolojik olguyu mantıklı değerlendirmemizi engelliyor.Taner Timur’a göre Batı’ye sevmek,formasyonlarını ve eğitimlerini Batı normlarıyla yapmış pek çok aydınımız için bile utanılacak bir şeydir.T.Timur bu tezini Tunç Okan’ın şu sözleriyle destekliyor.”...Batı'da yaşayan sinema yapımcımız Tunç Okan'ın şu sözleri anlamlı görünüyor: «Batı'yı seviyorum ve bunu söylemekten utanmıyorum!Yeni Gündem, 1 Nisan 1985)
Burada T.Timur’un bazı ifadelerine katılırken bazılarına ise katılmadığımı belirtmeliyim. T. Timur’un Batılılaşma davamız! hakkındaki tespitlerine tamamen katıldığımı Cumhuriyet’in Batı tipi insan oluşturmak için her türlü imkanı kullandığını düşündüğümü belirtmek zorundayım.Ama kendilerini aydın olarak gören kişilerin Batı tarzı yaşam tarzını sevmekten ve ya bunu ifade etmekten utandıklarını falan zannetmiyorum.Cumhuriyetin ilk yıllarında Dr.Abdullah Cevdet’in Avrupa’dan Damızlık Erkek Getirtmeyi Teklif ettiğini,Çetin Altan’ın okuyucularına Batılı olmak için Domuz Eti yemeyi tavsiye ettiğini hatırlatmalıyım.Cumhuriyet’in Batılı Aydınlarının Osmanlı ve İslam’ı doğrudan ilişkilendirerek Osmanlı ve İslam karşıtlığını birleştirdiklerini düşünüyorum. Yetişme dönemlerime (1969 doğumluyum)Medya’da Batılı gibi düşünmekten,yaşamaktan ve savunmaktan utanan kimseye de rastlamadım.Bilakis Doğuyu(İslam’ı ve Osmanlıyı daha doğrusu Müslüman Türk geçmişimizi) savunmak tedirgin ediciydi.
Medya’nın oluşturduğu
toplumsal baskı sebebiyle Muhafazakarların Batı tarzını ve
Batı’cıları eleştirmeleri o kadar da kolay değildi!İlk
gençlik yıllarımızda Kara Murat ve Malkoçoğlu filmleriyle dalga
geçildiğini de hatırlıyorum.Ki bu tür tarihi filmler her zaman
Anadolu’da gişe rekoru kıran filmlerdi.Kendini aydın olarak
gören cumhuriyet nesilleri tam olarak bilmeden Osmanlı’yı her
zaman aşağıladı ve dışladı.Bırakın Aydınımızı Devlet
yetkililerimizin bile Osmanlı’ya bakışını Profesör Mim Kemal
Öke’nin bizzat yaşadığı bir hadiseyi
alıntılayarak
açıklayalım isterseniz.
(İkincisi,
tarihle ilgili olduğu için burada yazacağım.TRT’den bir yapımcı
“Tarih ve Saray”adı altında bir belgesel teklifi
vermişti.İstanbul’daki saraylar mimarisi ve dekorasyonu ile
anlatılacaktı. Arkadaşımız özgün bir düşünceyle saraydaki
hayatı da işlemek istemiş ve belgeselin içine canlandırmalar
yerleştirmeyi planlamış. Başka bir deyişle, sarayın
sakinlerinin, yani padişahların bir günlük yaşantıları nasıl
olur, resmetmeye çalışacak.Senaryoyu okudum, çekimleri izledim.
Tarihi hakikatlerden inhiraf yoktu. Ve dizi yayına girdi. Girdi
girmesine de Türkiye’de kıyamet koptu:“Vay efendim, devlet
ekranında nasıl padişahlar gösterilirmiş!” “Sizi gidi
saltanatçılar, hilafetçiler” ve malum “irtica patladı”
korosu... Evren devlet başkanı, rahatsız olmuş ne
kelime,köpürmüş. Tunca Bey’i Çankaya’ya çağırıyor.
Çatmak için. O da yanına beni aldı ve gittik.Evren masasında.
Bize “oturun”bile demedi. Ayaktayız. “Bu ne rezalet” diye
başladı. Tunca Bey izah etti, “Belgesel tarihi gerçeklere uygun
yapılmıştır, Mim Kemâl Bey denetlemiştir” dedi ama Evren hiç
de tatmin olmadı. Sonunda söz istedim ve “Sayın devlet başkanım,
Ermeni Meselesinde Osmanlı tarihini anlatmak için Mim Kemâl
Öke’ye,onun ilmî salahiyetine itimat ediyorsunuz,yurt dışına
gidip uluslararası forumlarda Türkiye Cumhuriyeti’ni savunmasını
makbul görüyorsunuz da padişahların hayatı söz konusu olunca
niye‘menfur’ oluyoruz,taraflı görünüyoruz,kınanıyoruz
ki!”dedim.Durdu, bir şey söyleyemedi.Cevap da bulamadı.Sadece
çıkıp gitmemizi işaret etti!Dizi makaslanmadan sonuna kadar
yayınlandı.Çok da beğenildi.O zamanlar TRT renkli yayına çoktan
geçmişti.Ama Evren dünyayı hep siyah-beyaz görüyordu!Mim Kemal
Öke,Derin Tarih Temmuz 2015) Kenan
Evren’le ilgili alıntıyı yapmamdaki amaç:Evren’in eğitim
gördüğü Askeri okullarda dönemine göre elit bir eğitim
aldığını düşünmem-den dolayıdır.Elit bir eğitimden geçen
bir yöneticinin bakışı böyle olursa benim gibi sıradan
insanların tarihimize bakışı nasıl olur? Takdirinize
bırakıyorum.
Eğitim sistemimizin
Osmanlı’ya bakışıyla ilgili bir bilgiyle devam edelim.Profesör
Ahmet Akgündüz’ün Bilinmeyen Osmanlı kitabının baş
kısmında,Osmanlı’nın yıkılış sebeplerinden gösterilen
İltizam sisteminin Amerika’da Modern bir iktisat teorisi olarak
işlendiğini öğreniyoruz. "Muhterem
Hocam! Eğitim hayatımda Osmanlı Devleti ile ilgili doğru
bilgileri öğrenememiş ve aleyhte öğrendiğim bilgilerin
yanlışlığını ve tarihimizi toptan inkârın zararlarını ancak
Amerika'daki tahsil hayatımda anlamıştım. Bizim Osmanlı'yı
batıran kurum diye gördüğümüz 'iltizam' usulünü Amerika'nın
vergi toplamada kullanmak istediği modern bir iktisat teorisi olarak
mastır derslerimde görünce şaşırdım ve tekrar Osmanlı'yı
incelemeye başladım.(A.Akgündüz’ün
yazdığına göre bu ifadeler merhum Maliye Bakanı Adnan Kahveci’ye
aittir.Adı geçen kitabın yazılma sebeplerinden birisi de budur.)
Osmanlı büyüklüğüne oranla hakkındaki gerçeklerin Oryantalist bakışla çarpıtıldığı, karar-tıldığı bir tarihin sahibi aynı zamanda.Bu iddia şahsıma ait değil elbette ki,Bakınız Prof.Ahmet Şimşirgil bu konuda neler yazmaktadır.(Konuyu daha fazla uzatmadan ifade etmek isterim ki,dünyanın en uzun süreli hanedanı olarak fethettiği coğrafyalara huzur dağıtan böylesi devasa ve uzun ömürlü bir devlet/imparatorluk sahibi Osmanlı uzun yıllar boyunca maalesef hak ettiği ilgiyi bulamadığı gibi pek çok haksızlığa da uğramıştır.Artık herkesin kabul edeceği bir gerçektir ki.Osmanlı’ya en büyük haksızlık yerine kurulan Cumhuriyet kadroları tarafından yapılmıştır.Günümüzün meşhur tarihçilerinden Halil İnalcık bu durumu şu ifadeleriyle ortaya koyuyor:Bir milletin veya devletin tarihi yazılırken dünya kamuoyunda yerleşmiş belli bir imaj, dostluk ve düşmanlık, siyasi ideolojiler, yeni kültür yönelişleri gerçeği saptırır, abartır veya karalar. Bu kaçınılmaz bir alın yazısıdır. Osmanlı tarihi, bu bakımdan en çok saptırılmış,tek yanlı yorumlanmış tarihtir.(Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil)
Taner Timur’un Osmanlı Kimliği kitabında belirttiği gibi,inançlarına ve değerlerine köken arayan günümüz aydını kabul etmek istemese de,tarihteki yerini almasının üzerinden 100 yıla yakın bir zaman geçmiş olan Osmanlı,yüzyıllar boyunca büyük bir uygarlık olarak yaşadı.Cumhuriyet nesilleri olarak bizler ise Osmanlı uygarlığını savaşlar,zaferler ve yükseliş döneminin meşhur sultanlarıyla tanıyoruz.Daha doğrusu çoğumuz sadece yüzeysel olarak biliyoruz.Osmanlı, uygarlığının İslami renkler taşıması ve selefi Arap-İran uygarlıklarından etkilenmiş olması sebebiyle hak ettiği şekilde takdir edilmedi.(Taner Timur,Osmanlı Kimliği)
Batılıların kendi tarih ve kültürlerini esas alarak yaptıkları tarihsel dönem sınıflandırmalarında Osmanlı, Ortaçağ,Yeni veya Aydınlanma çağı ile yakınçağda dünya tarihinin kilit noktalarında olduğu,doğrudan veya dolaylı olarak Ortadoğu,Avrupa ve Afrika’yı etkilediğini vicdan sahibi her tarihçi kabul etme zorudadır.Aslında Avrupa Osmanlı’yı kabullenmek istememiştir.Hiç ummadığı, beklemediği bir anda Osmanlı Rumeli fütuhatına başlayıp kısa süre içinde Avrupa’nın tamamına yakınını egemenliği altına alınca bocalamıştır.Batılıların Türklerin şahsında Doğu(Şark)ya bakışı yüz yıllardır değişmemiştir.
Burada kısa bir parantezle olaya,Osmanlı sorunsalı’na biraz farklı yaklaşalım.Osmanlı tarihine meraklı olan herkesin Akıncı ocağı hakkında biraz bilgisi vardır.Osmanlı devletinin sınırlardaki hafif süvari birliği diye bilinen Akıncı ocağının en büyük,en eski iki ailesi Evrenos oğulları ve Mihaloğullarıdır.”İleriki bölümlerde görüleceği gibi Evrenos Bey, Yunanistan'ın ilk beyi olmuştur. Mihaloğlu ve Malkoçoğlu ailelerine gelince, kuşkusuz, bunlar, soylu olmayan ailelerden gelmekte ve geçmişleri de pek gerilere kadar gitmemektedirler.Zira ilkinin atası olan Köse Mihal,müttefiki olduğu Komnenler sülalesiyle akraba idi.(Dimitri Kantemir a.g.e)
(İddianın aksine Köse Mihal Bizans/Roma imparatorunun müttefiki falan değildir.Kabilesiyle Dobruca’dan göç etmiş,Bizans/Roma imparatorunun teklifi üzerine Hıristiyan olarak imparatorun emrine girmiştir.(Mahmut R.Gazi Mihal,İstanbul Muhasaralarında Mihaloğulları ve Fatih Devrine Ait Bir Vakıf Defterine göre Harmankaya Malikanesi)
“Ceddi Köse Mihal Paleolog ailesinden olmak lâzım gelir: «Bu zamandaki Akıncı reisi Mihâloğlu; peder cihetinden Türk nesli ise de (yâni babası Müslüman ise de) valide cihetinden Dük dö Savua'ya ve fransa Kralına karabeti var idi.» (Paolo Civvio)Hammer Tarihi) Köse Mihal ismiyle maruf Abdullah Mihal Gazi’yi’nin Bulgar olduğu konusunda ısrarcı olan tarihçiler de vardır.Bu sahiplenmenin sebebi,Bizi Bizden Olanlar Yendi düşüncesinin garip bir tezahürüdür.Bulgar tarihçilerinin başka bir iddiası da Osmanlı’nın kendilerini sömürdüğü iddiasıdır.
Uzun yıllar boyunca Balkan devletlerinin Osmanlı tarihine bakışı hakkındaki en doğru tespit sanırım Murat Belge’ye ait.(Türkiye’de bir tür tarihçilik,milliyetçi bir ululama biçimini alırken,yurt dışında Osmanlı tarihçiliğinin büyük bir kısmı(daha çok Balkanlar’da ama yalnız orada değil) bunun tam tersi temeller üstünde kurulmuştu. Balkanlar’da görülmüş her olumsuzluk ve kötülüğün Osmanlı varlığından zuhur ettiğini kanıtlama misyonu. Murat Belge,Osmanlı’da kurumlar ve Kültür)
D.Kantemir’in asil olmadıklarını iddia ettiği Malkoçoğlu ailesinin isim babası Malkoç Bey Hamidoğlu Beyliğinin son şehzadesidir.(Rivayet olunur ki cenge iki leşker mukabil olup saflar bezenüp alaylar düzüldü;andan Sultan Murad buyurdu ki bin okçu sağ kola durdu ki reisleri Hamidoğlu’nun Malkoç’u idi ve bin okçu dahi sol kola durdu ki reisleri Hamidoğlu’nun oğlu Mustafa Çelebi idi.Neşri c.1,s.294)Malkoç Bey’in Hamidoğlu Beyliğinin son şehzadesi olması bazı açılardan önemlidir.Malkoç Bey hem asildir,hem de eğitimlidir,öyle olmalıdır.Çünkü şehzade olarak özel eğitim alacak imkanlara sahiptir.Üstelik o çağlarda Çelebi ünvanı eğitimli kişilere verilen bir ünvandır.
Hammer
ise meşhur akıncı beylerinden Gazi Evrenos Bey’in Rum
asıllı muhtedi olduğu iddiasındadır.Ayşegül
Çalı’nın Gazi Evrenos Bey’in Rum asıllı olması
iddiasına yaklaşımı daha farklı.(Süleyman
Paşa'ya bu seferinde refakat ettiği rivayet olunan Evrenos
Beğ'in de, Kıpçakların Uran kabilesinden olup
Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçen bir Türk olacağı
zannolunuyor.Zeki Velidi Togan-Umumi Türk Tarihine
Giriş)Ancak
Hammer’in bu görüşünü, kuruluş teorisinde Bizanslı
güçlerin etkili olduğu düşüncesine dayandırmaya
çalıştığı açıktır. Bu nedenle gösterdiği iki
kaynaktan Hoca Sadeddin yerine İdris-i Bitlisi’nin ilk
kaydına inanmıştır. Bu bağlamda Hammer’in Evrenos Bey
hakkındaki yorumu daha da anlaşılır olmaktadır.AYŞEGÜL
ÇALI ‘nın 2011 tarihli Gazi Evrenos isimli Doktora
Tezi)Osmanlı
Tarihçileri İbn-i Kemal ve Hoca Sadeddin Gazi Evrenos
Bey’in Karesi Ümerasından olduğunu kaydederken(
Hoca
Saadeddin’in ve İdris-i Bitlisî’nin eserlerinde
ise Evrenos Bey hakkında: “Husûsan
Ece Beğ ve Gazi Fazıl ve Evrenos Beğ ki Karesi
vilâyetinin ser-hayllerinden idiler”
denilmektedir.((Ayşegül
Kılıç)Bir diğer Osmanlı tarihçisi Solakzade’de
tarihinde Evrenos Bey’den bahsederken
“husûsen
Ece Bey ve Fazıl Bey ve Evrenos Bey bunlar Karesi
vilâyetinin müte’ayyin adamlarından idiler” Mehmed
Hemdemi Solakzâde, Solakzâde Tarihi, İstanbul)diye
yazmaktadır.
Hiç şüphesiz ki Batılıların Türkler’in şahsında Doğu’ya/Şark’a bakışı Kilise tarafından/öncülüğünde belirlendiği gibi,Doğu(Şark)Avrupa için doğal kaynakları bakımından sömürülmesi yağmalanması gereken yerlerdir.İlkinden itibaren Batı ile Müslüman Türkler arasındaki tüm savaşlar Haçlı Savaşları zihniyetiyle yapılmıştır bu savaşların asıl amacı din gibi gözükse de tamamen ekonomik olduğu artık inkar edilemez bir gerçektir.
(Ortaçağ Papalığı) Bu maksada erişebilmek için tuttuğu yol şu idi:Batının parçalanmakta olduğunu bilmezden gelerek” Dinsizlere” karşı bir Hıristiyan dış siyasetin ayakta tutmak,o zaman Batı için hayati bir mesele olan Türk problemini üzerine almak,Haçlı seferleri geleneğine dayanarak din savaşı fikrini genelleştirmek,bunu Kilise vasıtasıyla en küçük köylere kadar götürmek,Türklere karşı kazanılan zaferleri mübalağalı olarak değerlendirmek,hem başarıdan ve hem yenilgiden Türkler aleyhine açılan propaganda da son haddine kadar faydalanmak.Şerif Baştav-Avrupanın Siyasi Durumu)
Buraya kadar yazdıklarım ve alıntıladıklarımla meramımın anlaşıldığını ve zihninizde Batı’ nın,çoğu Batılı tarihçinin Osmanlı’ların/Türkler’in şahsında doğu’ya/Şark’a bakışı netleşmiş olmalıdır.Avrupa,Türklerin hiç tahmin etmedikleri ve beklemedikleri bir anda(1354) Rumeli’ye çıkıp kısa bir zaman içinde Orta Avrupa’nın büyük bölümünü fethederek Avrupa’ya yerleşmelerinin travmasını atlatamadı.Türk gerçeğini kabullenmek istemedi.Adı farklı da olsa çok büyük bölümü mağlubiyetle sonuçlanan sayısız Haçlı savaşından sonra,reddetme ve aşağılama eline imkan geçince de sömürme yolunu seçti.Batının bu tavrını hoş görmek değil ama anlamak bir yere kadar mümkün görülebilir.Nihayetinde bu devletler arası bir iktidar mücadelesidir ve yenilenin yapacağı fazla bir şey yoktur.Kimse“Benim idarem,devletim,yönetimim kötüydü iyi ki Türkler gelip bizi egemenliğine aldı“demez.Ulusalcılığın zirvede olduğu son iki yüz yılda en kolay yol budur: Osmanlı’yı,Türkleri kötülemek.(Tarihlerini Osmanlı/Türk düşmanlığı üzerine bina etmiş olan Bulgarlar başta olmak üzere Balkan ülkelerinin yaptıkları gibi)
Batılıları anladık diyelim,bu coğrafyada doğup,büyüyüp,yetişen yerli aydınlarımıza ne diyeceğiz?Bu tip yerli aydınlarımız,benim gibi sıradan insanlar olsalar,deriz ki,bilmeden konuşuyor.
Sözü Sina Akşin’e getirmeden önce,Doğu Despotizmi/Şark İstibdadı kavramı hakkında Taner Timur’un Osmanlı Kimliği kitabında yazdıklarına kulak verelim:
Daha
ilk Haçlı seferlerinden itibaren Batı Türk'ü tanıdı ve bütün
düşmanlığına rağmen, zaman zaman onun için övücü bir dil de
kullandı. XVIII. yüzyılda düşünürler kendi ülkelerindeki
mutlakiyetçi rejimleri, Doğu'da ideal tipini buldukları despotizm,
tehlikesine göre değerlendirmişlerdir. Bu despotizmin en çarpıcı
örnekleri ise Osmanlı Devleti, İran ve Hindistan'da görmüşlerdir…
Böylece çoğu kez, despotik rejimler» ırkçı ard
fikirlerle ve «Doğulu karakter»in bir parçası olarak görülmüş
ve incelenmiştir...Tam tersine, bu ülkelerin kendi kendilerini
yönetmekten aciz olduklarını düşünerek,bunları işgal etmeyi
ve bizzat yönetmeyi bir uygarlaştırma misyonunun gereği olarak
görmüştür. Bunun aslında kapitalizmin ve onun ürünü olan
sömürgeciliğin bir gereksinmesi olduğunu ilaveye herhalde lüzum
yoktur….Hiç olmazsa yirmi, yirmi beş yıllık bir zaman diliminde
Türk aydını teorik olarak çözemediği kimlik sorunumuzu
uluslararası gelişmenin çözdüğünü ve artık bizzat Batı'nın
da kabul ettiği gibi???
(Batı’nın bizleri uygarlığının bir parçası olarak kabul
ettiğine tam olarak inanmadığım için soru işaretlerini ben
ekledim.)Türkiye'nin
Batı uygarlığının bir parçası olduğunu düşünmeye başladı.
Bugün aynı duyguların ve aynı kanının büyük bir çoğunluk
tarafından paylaşıldığını söyleyebilir miyiz? Sanmıyoruz.
(Taner Timur Osmanlı Kimliği)