Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 15.01.2020
Okunma Sayısı : 813
Yorum Sayısı : 0

Sina Akşin’in Doğu İstibdatı ithamının bir diğer maddesi Harem konusudur. Daha doğrusu Padişahların hareme cariyeleri doldurması,cariyelerden çocuk yapmasıdır.Sanıyorum Padişah evliliklerini aşağılamak için cariye konusundan bilhassa bahsedilmiş diye düşünmeden edemiyorum.Konunun tam olarak anlaşılması için Harem ve Cariye’den bahsetmek gerekir.Haremi Zevkhane Cariyeleri sex kölesi gibi düşünüyorsanız(Bu soruya yabancı ressamların tablolarına bakarak evet derseniz yanılırsınız.Çünkü bu tabloların tamamı hayal ürünüdür yani uydurmadır.) fikrinizi değiştirmem mümkün değil. Tavsiyem etrafınıza bakmanız,dünya zenginlerini araştırmanız.Veya magazini takip eden bir arkadaş bulmanız.Harem’de cariyeler sex köleliği mi yapmaktadırlar?

Bu konuda da yorum yapacak akademik yeterliliğe sahip olmadığım için uzunluğundan dolayı özür dileyerek Prof.İlber Ortaylı’dan bir alıntıyla devam edeceğim.(Osmanlı Sarayı'nda ve kapıkulu ocaklarında devşirme erkek çocuk ve kızlar Türk dili ve İslam kültürüne göre yetiştirilirdi. Ukraynalı Roksolana,Hürrem oldu ve birkaç yıl içinde şiir yazacak kadar güzel Türkçe öğrendi. Gerçekler, hanedanın herkesten çok Türklük gayreti içinde olduğunu gösteriyor.1924'ten beri dışarıda sürgünde büyüyen,okuyan ve yurda giremeyen hanedan üyelerinin çok yakın zamana kadar Türkçeyi mükemmelen muhafaza ettiğini, Türkiye tarihini ve adetlerini öğrendiklerini görüyoruz. Bu, saray eğitiminin güzel bir misali ve etkili bir kalıtımıdır…. Çok kişinin sandığının aksine Harem,Şark Müslümanlarına has bir kurum değildir;üniversaldir.Yani zamanlara ve mekanlara yayılmıştır.Harem gibi uygulamaların görülmediği milletlerin ve hükümdarların da kadına daha saygılı oldukları söylenemez.Topkapı Sarayı'nın en çok duyulan, konuşulan, en çok ama en yanlış bilinen yeridir. Sarayın ve bütün devlet protokolünün en başta gelen bölümüdür çünkü padişahın evidir ve padişah evinin başında da "valide sultan" yer alır.Harem,insan hayatının gizli ve kapalı bölümünü,evinin en dokunulmaz bölümünü ifade eder.

Sanıldığının aksine sadece Ortadoğu,Müslüman dünyasında değil;Çin,Hind,Bizans,eski İran ve hatta Rönesans İtalya'sında,Toskana'da,Floransa'nın Patrici saraylarında bile ailenin dışa kapanık bir bölümü vardı. Burada cariye de bulunur ve üst Sınıf kadınları ve genç kızları dışa kapalı yaşardı. Osmanlı Sarayı'nda Harem bir kurumdur.

Harem'de yetişen kızların bir kısmı sarayın Enderun kısmında yetişen genç devlet adamlarıyla evlendirilirler. Hatta padişahın kız kardeşleri ile kızları da münasip devlet adamlarıyla evlendirilmişti. 16. asra kadar Osmanlı hanedanı yabancı (Müslüman veya gayrimüslim) kadınlardan evlendiği halde,bu yüzyıldan sonra yerli ve yabancı hanedanlardan ne kız alınır ne de verilirdi. Bu durumda Harem bir manada kızların,Enderun'da yetiştirilen yönetici sınıf için eğitildiği bir yerdir.

Çünkü Harem mensupları sadece padişahın eşleri veya müstefrişesi (gözdesi)olsun diye değil, bir ölçekte kısmetini iyi kapılarda, daha başka yerlerde bulsunlar diye yetiştirilen ve bir yerde devşirilen, satın alınan kızlardır.Harem'deki bütün kızlar padişah için toplanmış değildir.Orada padişahın beğeneceği öncelikli özelliklere sahip bazı kızlar hizmetli olarak kalır ve asıl önemlisi buradaki Türkçeyi ve İslam'ı öğrenen ve Osmanlı saray medeniyetini benimseyenlerin bir kısmı Birun'a çıkan Enderun halkıyla evlendirilir. Dolayısıyla bir kan aristokrasisi, bir hukuki hükümranlık statüsü tespit edilmediği halde,Osmanlı cemiyeti de insanların genel kuralı dışında kalmamaktadır. Orada da insanların tecvizi (evlendirilmesi) yoluyla bir seçkin sınıf oluşturulmaktadır. Bu seçkin sınıf mensupları eli ayağı tuttuğu, aklı irfanı yettiği sürece hükümdarın yanında devletin yönetimini götürmektedir.Bunu beceremediği takdirde derhal o sınıfın dışına itilir. Zaten hukuki imtiyazı olan zümre değildir.

Harem'e Hırvat, Yunan, Rus, Ukraynalı, Gürcü kızlar alınır. İtalyan ve Fransız asıllılar da vardı. Ermeni ve özellikle Yahudilerden şehir halkı oldukları için ne Harem'e kız alınır ne de kapıkulu ocaklarına asker devşirilir. Müslüman halklardan Harem'e kız alınması istisna denecek kadar az sayıdadır. Tabii her kurumda olduğu gibi oradaki insanların da talihleri birbirinden farklıdır.

Harem'in başında hükümdar annesi ve böylece valide sultan olanlar bulunur; Hatice Turhan Sultan (IV. Mehmed' in annesi); devrinde halk tarafından, günümüzde tarihçilerce sevilen bir valide sultandır. Kösem Sultan ise aksine meşum bir validedir ama öldürüldüğü gün, İstanbul'da bir sürü insan aç ve bir sürü gelin adayı fakir kız, çeyizsiz kalmıştır. Hasekilerin içinde Gülnuş Sultan gibi uzun,mutlu hayat sürenler vardı. IV. Mehmed'in yanından ayırmadığı sevgili hasekisiydi:II.Mustafa ve lll. Ahmed'in annesi olduğundan uzun süre valide sultan oldu.Halk onu severdi; Üsküdar'daki Osmanlı baroku diyebileceğimiz hoş camii o yaptırdı,kabri de oradadır ve isminden dolayı daima bu açık türbesinde bir gül fidanı dikilidir ama iki oğlu da kocası da tahttan indirilmiştir. Gülnuş Sultan gibi hükümdar oğullarının ve eşinin kötü talihini birlikte yaşayan haseki ve valide sultanlar vardır.Sultan Abdülaziz'in annesi Pertevniyal Valide Sultan'ı hatırlayalım. Oğlu ve kocası ölen haseki ve valideler Eski Saray'a taşınmak zorundaydı; bu,hazin bir olaydı.

Harem'e girip, eğitilip, iyi evlilikle dışarı çıkanlar vardı. Nihayet sıradan adamlarla evlendirilenler de olurdu; bunların da bir devlet veya vakıf görevlisi olması gerekirdi ama kısmeti çıkmayan, orada kalan hizmetliler de vardı. Bunlar bazen Kethüda Def- i Gam Hatun gibi yüksek rütbeye ulaşır (hazinedar ustalar), bazısı ise basit işlerde, hatta temizlik işlerinde çalışırdı.Kızlar önce Türkçe,ardından Kur'an ve okuma yazma öğrenirlerdi. Musiki, raks,ince sanatlar vb. konularda dersler alırlardı. Mutlaka saray protokolü, etiketi ve adabı öğrenirlerdi. Dini bilgiler, ama daha çok usul adap dersi verilerek saraydan çıkarılıp evlenen bir hanım bu nedenle oturduğu semtte "saraylı hanım" olarak bilinir;görgü ve davranışlarıyla etrafta saygı görürdü. Bir mahallede saray terbiyesi almış bir hamının bulunması,o mahallenin saray terbiyesi ve saray Türkçesini öğrenmesi için yeterliydi.Bu hanımların yanlarında bulunanlar bu güzel adap ve erkanı nesiller boyu sürdürmüşlerdir.

Harem'de siyaset ve entrika,uzun tarihin kısa bir dönemine mahsustur. Kösem Sultan'ın bir saray darbesinde öldürülmesinden sonra Harem tekrar eski sakin hayatına döndü.Venedikli Bafo(Nurbanu veya Safiye Sultan), Hürrem Sultan,Kösem Sultan siyasi entrikalarla birlikte anılan isimlerdi. Hatice Turhan ve gelini Gülnuş Emetullah ise politikadan uzak durmuştur.

Hiç şüphesiz kara hadımağaları, Harem'in en trajik tipleridir. Bunların reisi Darü's saade ağasıydı ve yüksek rütbeli bir görevliydi. Harem'e zenci hadımların alınması 19. yüzyıl sonlarında terk edilmiş bir adetti.Buna rağmen Cumhuriyet yılları boyunca da İstanbul'da harem ağalarına eski dönemden kalan adamlar olarak belirli muhitlerde rastlanırdı.Harem için ne yazılsa boş; gerçekler o kadar ilginç değil, herkes erotik muhayyilesini yazılmış görmeyi tercih ediyor gibi.İngiltere'nin ihtilalleri malum, boynu vurulan kralları ve saray hayatını hatırlayalım;hele Fransa malum; bu iki ülkedeki saraylar, eğlence ve muaşakada Osmanlı Harem'iyle mukayese kabul etmez. Harem'i konu edinen filmler ve kaleme alınan ve çok satan ikinci sınıf romanlar hep tartışma meydana getirmiştir. Herkesin az ya da çok söz sarf ettiği Harem de doğru değerlendirilmeyen, çarpıtılan konuların başında geliyor. Halk arasında ağzını yaya yaya Harem'den bahseden insanların burada yaşanan çetin hayatı, ama aynı zamanda buradaki yetenekli ve zeki kadınların meydana getirdiği kültürel ortamı tanıyıp anlamadıkları ve tarihteki bir topluluğu bilir bilmez hafife aldıkları çok açıktır.

Harem özgür, bir eğlencelik alan değildir, her şeyden önce bir evdir.Hiç değilse her ailenin evi kadar saygı gösterilmesi gerekir. Eski Çin'de, Hind'de,İran'da ve Bizans'ta, hatta Floransa senyörlerinin saraylarında harem ağası da cariye de vardır. Osmanlı bu kurumun en son bilinen örneğidir.Bugün belki bazı petrol zenginlerinin saraylarında kadın kalabalığı olabilir; ama bu gelenekle ilgisi olmayan bir bid'attır, yani sapmadır. 15. yüzyıl sonuna kadar Osmanlı padişahları çok eşli evlilik yapsalar da komşu hükümdarların kızları tercih edilirdi. Orhan Gazi, Kantakuzinos'un kızı Prenses Holofera, I. Murad ise İmparator Emmanuel'in kızı ile evlendi. Yıldırım Bayezid Han ise Kütahya Germiyan hükümdarı Süleyman Şah'ın kızı, sonra bir Bizans prensesi ve sonra Sırp despotunun kızlarından biri ve nihayet Aydınoğlu İsa Bey'in kızı Hafsa Hatun ile evlendi.II. Bayezid Han'ın annesi Dulkadiroğlu hanedanından Sitti Hatun'dur.Buradan evliliklerin bazı stratejik maksatlar taşıdığı anlaşılmaktadır.Son yıllarda şeceresi tartışılmakla birlikte,hanedandaki en son mavi kanlı prenses;Yavuz Sultan Selim Han'ın eşi ve Kanuni Sultan Süleyman Han'ın validesi, Kırım Hanı Mengli Giray Han'ın kızı Hafsa Hatun'dur.

Saraya gelen cariyeler,ya Kırım Hanlığı atlılarının Ukrayna ve Polonya ovalarından toplayıp getirdiği esireler ya da Azak ve Kefe Sancak Beyi gibi görevlilerin satın alıp hediye ettikleri veya Akdeniz'deki Cezayir korsanlarının ele geçirdikleri güzellerdir. V enedik soylusu Bafo ailesinin kızı Nurbanu veya Safiye Sultan da bunlardandır.Bunlardan başka Kafkasya veya Akdeniz adalarındaki, Balkan dağlarındaki fakir fukaranın, canları kurtulsun diye saraya gönderdiği veya esirciye verdiği genç kızlar Harem'e gelirdi.

19. yüzyılda durum çok değişti. Daha çok hanedana ve halifeye bağlılık duygusu ile Çerkes veya Abhaz aileleri, hem de soylu kesimi, hanedana gelin verircesine kızlarını saraya gönderirlerdi. Örnek vermek gerekirse II. Abdülhamid Han'ın dördüncü kadını ve Ayşe Sultan'ın annesi Müşfika Kadınefendi,Abhaz beylerinden Ağır Mustafa Bey'in kızıydı. Her topluluk gibi Harem'de de eşitsizlik vardı. Bu doğaldır. Güzelliği ve zekasıyla temayüz edenler padişah gözdesi, ikbal ve giderek şehzade veya sultan annesi haseki olur,hatta günün birinde valide sultanlığa ulaşırdı.Hiç belli olmaz,kocası padişah ölüp de eski saraya gönderilmiş bir hasekinin,günün birinde oğlu padişah olunca Bayezid'den Topkapı'ya her karakol menzilinde yeniçeri kollukları tarafından ihtiramla selamlanıp sarayda padişah tarafından eli öpülerek valide makamına ulaşması da mümkündü.

Sarayın Enderun'daki gençlerini Birun'a çıkması yani idarede görevlendirilmeleri gibi Harem halkı da kimi zaman saraylılarla veya diğer görevlilerle evlendirilirlerdi. Harem'in kapısındaki "Hayırlı kapılar açan Allah'ım bize de hayırlı kapılar aç." ibaresi bunu gösterir.Osmanlı Sarayı, okuma yazma oranının hayli yüksek olduğu bir yerdir. Bazı cariyelerin, hizmetinde bulundukları şehzadeler kadar hatta daha düzgün bir imlası vardı.Saray protokolünün o çağın Avrupa saraylarıyla benzeşmesi kaçınılmazdı. XIX. yüzyılda Osmanlı Sarayı bazı Avrupa monarklarının,Balkan devletlerinin imtiyazlı prenslerinin (Bulgaristan gibi) ziyaretine şahit oluyordu.

Saray beynelmilel diplomasi sistemini, Viyana diplomatik temsil hükümlerini tanıyan bir devletin merkezi birimidir. Bu protokoler ilişkilerde Harem-i Hümayunun yeri de eskisinden farklıdır. Bu birimde de sultan hanımlarının, kadın efendilerin eğitimi ve günlük hayatı değişmektedir. Bu değişimde dışarıdaki cemiyetin zorlayıcı etkisi de hissedilmeye başlamıştır. II.Meşrutiyet döneminde gerek yabancı sefarethaneler gerekse Mısırlı prenslerin konakları ve bazı devlet adamlarının resepsiyon ve suarelerinde devlet erkanının eşleri de yer aldığı halde, saraylılar için aynı durum söz konusu değildir. İmparatorluğun son yarım asrında Fransa İmparatoriçesi Eugenie, lll. Napolyon'u temsilen iade-i ziyarette bulunmuş, Alman Kayzeri Wilhelm üç defa gelmiş (ve birinde imparatoriçe ile) Büyük Savaş sırasında, Avusturya-Macaristan imparatoru Karl, İmparatoriçe Zita ile ziyarete geldiği halde merasimlerde ve karşılama, uğurlamalarda padişah veliahtla hazır bulunmuştur.Resepsiyonlarda kadın efendilerin hiçbiri görülmez.Ancak gelen ziyaretçi imparatoriçeler Harem-i Hümayun’da valide sultan ve kadın efendileri ziyaret etmiş,onlar da imparatoriçelere,ikamete ayrılan Beylerbeyi Sarayı'nda iade-i ziyaret etmişlerdir. Bu, hanedanın kadın üyelerinin devlet protokolünde yer almalarını sağlayan bir gelişmedir ve içlerinde Garp dilleri ve kültürüne aşina olanların sayıları artmaktadır.İlber Ortaylı, Osmanlı Sarayında Hayat)

Diyebilirsiniz ki;felsefe,bilim,resim ve heykel gibi sanat dalları ile ekonomik geri kalma ne olacak?

Eğer Ehli Sünnet inancına sahipseniz,Sünni İslam’ın savunucusu durumundaki Osmanlı Devletinde/toplumunda felsefi tartışmaların olmayacağını olsa da asgari seviyede ve belli kişiler arasında olacağını kabul edersiniz.İlerleyen sayfalarda Orhan Bey zamanında kurulan İznik Medresesinde Kelam ilminin okutulduğunu göreceksiniz.Ben bunun Osmanlı’nın Gayri Müslimlerle bir arada yaşamak zorunda olmasından kaynaklanan bir mecburiyet olduğunu düşünüyorum.Çünkü Kelam ilminin ilk ortaya çıkışı da bir takım mecburiyetlerden olmuştur. (Fırkalar tarihi ile uğraşan alimlerin tespit ettikleri üzere, kelami fırkalar,esasen,toplumsal ve siyasi koşullar bağlamında ortaya çıkmıştır)Kelam İlminin Tarihselliği,Hasan Hanefi,Ter;İbrahim ASLAN Ankara Ü.İlahiyat Fakültesi)

Allah-ü Teala(cc) bizim için din olarak İslam’ı seçmiş ve kemale erdirmiştir.Bu durumda -kabaca söylemek gerekirse bilgiye ulaşmak adına-neyin felsefesini yapacaksınız? Kaldı ki ilk dönemde medreselerde-yaşanılan,Osmanlı’nın fethettiği coğrafyalar gayri Müslimlerin oturdukları yerler olduğundan-kelam ilmi okutulmuş,sonra vazgeçilmiştir.

Ekonomik geri kalma,doğrudur ama bu çok çalışmayla alakalı olmadığı gibi bilakis Batı’nın köle ticaretiyle ve mecburiyetler karşısında bulduğu yeni ticaret yolları ve deniz taşımacılığıyla doğrudan ilgilidir. Osmanlı inancı gereği köle ticareti ve sömürgecilik yapamadığı için ekonomisi geri gitti bana göre.(Sömürgecilikle ilgili olarak Yılmaz Öztuna’nın tespitlerini önceki sayfalarda okudunuz)

Osmanlı Devleti/ İmparatorluğu güçlü olduğu dönemde ilerleyen sayfalarda göreceğiniz üzere en çok ihtiyacı olan askeri alanda zamanının bayağı bayağı ilerisindedir.

Suizan etmek istemiyorum ama Önsözün 1987 yılında yazılmış olması da dikkat çekici benim için.

Belli bir dönemin ardından Osmanlı padişahlarının asil hanedan aileleriyle akrabalık kurmamalarının sebeplerinden biri etrafında başka Türk hanedanı kalmaması ve belki de hanım tarafından saltanata hak iddia edilmemesi düşüncesi olma ihtimali yüksektir.Sultan II.Murad dedesi Yıldırım Bayezid’in hanımı Prenses Oliveradan dolayı Sırplardan hak iddia etmişti. Osmanlı’nın en büyük rakibi olan Karamanoğullarına müsamahasının ardında da akrabalık vardır.(”Germiyanoğlu Süleyman Şah...akrabalığını temin için kızını,Yıldırım Bayezid'e gelin olarak namzet etmiş ve çeyiz olarak da, Kütahya, Tavşanlı,Emed ve Simav'la Gediz'in gelin çeyizi olarak verileceğini deklâra etmiştir.(Metin Hasırcı,Büyük Osmanlı Tarihi)

Çöküş döneminde bile başka hanedanlarla evlilik yoluyla akrabalık kurulması Sadrazamlar tarafından yaşanacak mahzurları sebebiyle engellenmiştir.(Sultan Abdülaziz’in Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın kızıyla evlenme isteği Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa tarafından”Zatı şahane,Tevhide hanım’la izdivaç ederse Hidiv her istediğini yaptırır,fevkalade imtiyazlara mazhar olur,Bu suretle devlet zarar görür, halk da bana ta’n eder demiş.Ayrıca Bu gün getir diye ısrar ettiği gibi yarın da bıkar,başımdan al götür diye ısrara başlar.Devletin başına yeniden bir Mısır gailesi çıkar diyerek engel olduğu aktarılmaktadır.Murat Belge Osmanlıda Kurumlar ve Kültür)

Böyle bir evliliğin mahzurlarını II.Abdülhamid Han’ın Dahiliye Nazırı Memduh Paşa’da şöyle izah etmektedir:Hidivin kerimesini padişah alsa Hidiv Zat-ı Şahane’ye kayınpeder olacak.Halbuki padişahlara valid-i macid yine bir padişahtır.Zevce itibarıyle kayınpeder tabirini havsala-i saltanat bir gün çekse ertesi gün çekemez.Sarayda kadın efendiler ve ikballer müteaddidi bulunmasıyle Hidivin kerimesi bir müddet geçince emsalleri gibi daire-i mahsusasında tek başına kalacak.Mısır’a gitmek istese müsaade olunmayacak. Talik ile pederinin yanına gönderilirse diğer ere verilmek uymayacak.Saraydan hiç çıkarılmasa bu menkuha yeis ve kederden hastalığa oğrayacak.İsmail Paşa kerimesinin alamını işitmekle suz ü gudazı artıracak. Avrupa matbuatına kadar havadis yayılacak.M.Belge.A.g.e)

Sina Akşin’in doğu despotizmi ithamıyla eleştiri konusu yaptığı konulardan birisi de kardeş katli ve şehzadelerin kafese kapatılması(başlık bu şekilde ama içeriğinde şehzadelerin şimşirlik’te yaşadıkları yazılmış.) Bakınız önceki yıllarda Topkapı Sarayı başkanlığı da yapmış olan İlber Ortaylı’nın şimşirlik hakkında söyledikleri neler;

(Osmanlı padişahları tahttan indirilirler ve Harem'de "şimşirlik" denilen bir bölümde ölene kadar barınırlardı. 19. yüzyılda Sultan V.Murad tahttan indirilmiş ve Çırağan'da ölümüne kadar kalmıştır.Sultan II. Abdülhamid de önce Selanik'e sürgün edilmiş,Balkan Savaşı'ndan sonra Beylerbeyi Sarayı'na nakl edilmiştir.Sultan Abdülaziz'in ise intihar ettiği söylenir.Ancak katledildiği anlaşılmıştır.Sultan II.Osman maalesef bir yeniçeri isyanıyla tahttan indirildikten sonra feci şekilde katledilmiştir.Bu olay hanedan üyelerinin zihninde çok derin yaralar açmıştır.

Sultan İbrahim tahttan indirilmiş ve katledilmiştir.Sultan IV. Mehmed ve Sultan II. Mustafa tahttan indirilmiştir.Bundan sonra tahttan indirme hadisesi Sultan III. Selim için geçerlidir.Şimşirlikte hapsedilmişti.Kendisini kurtarmak için gelen Alemdar Mustafa Paşa saraya girince mevcut padişah, -yeğeni IV. Mustafa- Sultan III. Selim'i katlettirdi ardından ona da aynı siyaset tatbik edildi.Hal edilen diğerleri muhafaza altında tutulmuşlardır.Bundan da anlaşıldığına göre Topkapı Sarayı padişahların ikametgahları olmasına rağmen maalesef bazı acı hadiselere de sahne olmuştur.İlber Ortaylı,Osmanlı Sarayında Hayat)

Osmanoğullarının en büyük dramı elbette ki kardeş katlidir.Doğumlarıyla taht üzerinde eşit derecede hak sahibi olan şehzadeler babalarının bazen sağlığında-Savcı Bey ve I.Selim-Yavuz-gibi-çoğunlukla da babalarının ölümüyle taht kavgasına tutuştular.Tahtın sahibi olan padişah bile doğrudan tahtını bir oğluna vasiyet etmemiş olduğundan,taht merkezine erken gelen-veya Yıldırım Bayezid’de olduğu gibi-vüzeranın ve ordunun istediği şehzade tahta oturmuştur.Osmanlı kuruluş ve gelişme dönemi bir bakıma taht kavgaları tarihidir adeta.Fetret devri diye bildiğimiz dönem şehzadeler arasındaki saltanat kavgasıdır ve tam 11 yıl sürmüştür.Osman Bey’in ağabeyleri Gündüz ile Savcı Beyler ve Orhan Beyin ağabeyisi Alaaddin Paşa’nın taht haklarından gönüllü feragat etmeleri daha sonraları şehzadeler arasında görülmedi.Taht kavgalarının devleti acziyete düşürmesi sonucunda(Şehzade Savcı Bey,Şehzade Halil,Şehzade İbrahim,Şehzade Mustafa(Düzmece) ve Küçük Mustafa’nın vb.isyanları) Fatih’in kanunnamesiyle kardeş katli kanunlaştı.

Çocukluklarından itibaren tahta oturmak üzere yetiştirilen şehzadeler,hayatları boyunca bu haklarından feragat etmediler.Bu da canlarına mal oldu.Bu konuda lehte veya aleyhte konuşmamayı uygun bulan birisiyim.O günkü padişahların idari-siyasi bir kararlarıdır.Ama bu uygulama Osmanlı’yı Şark İstibdadı ile suçlamanın mazereti olamaz. Kardeş katliyle ilgili olarak dikkate almamız gereken en önemli husus Osmanlı halkının ve sultanlarının yaşadıkları travmadır.Her taht isyanı aynı zamanda bir iç isyandır.Binlerce insanın ölmesidir.Devlet ekonomisinin iflasıdır.Taht’ta oturan kişinin panikle vereceği kararlardır.Bunların hepsinin doğrudan yansıyacağı kişiler ise halktır.Kardeş katlini o günlere göre değerlendirmek gerekir.

Kardeş katliyle ilgili olarak yabancı tarihçilerden her hangi bir şey okudunuz mu?Belki vardır ama ben okumadım.Şahsi fikrim taht kavgalarının Batı’da daha barışçıl geçmediğidir.Kardeş katlini diline dolayın ve Osmanlı’nın en büyük ayıbı olarak lanse etmeye çalışan maalesef ki yerli tarihçilerimizdir.

Kaldı ki H.İnalcık,Osmanlı İmparatorluğu üzerine Araştırmalar kitabında Fatih’in kardeş katliyle ilgili kanununun maddelerinin analizini yaparken şunu özellikle belirtir.Fatih kardeş katlinin münasip olacağını yazmıştır.Kanun emir değil tavsiye niteliğindedir.Ardından tahta çıkan sultanlar bu tavsiyeyi emir olarak algılamış ve uygulamışlardır.

Kuruluş çağında Osmanlı şehzadelerinin taht kavgası için bilhassa Bizans tarafından kullanıldıklarını da unutmamak gerektiğini ifade ederek sözü farklı bir yorum için Ahmet Akgündüz’e bırakalım: (Düzmece Mustafa olayı sebebiyle bir Yunan tarihçisinin kaleme aldığı şu satırlar, Osmanlı Hanedanındaki erkek evlâtların ne kadar merhametsiz bir şekilde, Bizans ve benzeri düşmanlar tarafından Osmanlı Devleti'ne karşı kullanıldıklarını açıkça göstermektedir:"Akıllı Romalıların, giriştikleri bu işleri daha evvel Timur'un Bâyezid'le harb ettiği, onu yakaladığı ve ordusunu imha ederek onu mağlup ettiği zaman yapmaları zarureti vardı.Şimdi değil;zira Türkler toparlandılar. Orada o kadar akıllı ve cesur Roma İmparatorları gelip geçtiler ki, ne diyeyim?" Yani Yunanlı tarihçi, neden Roma İmparatorlarının Düzmece Mustafa olayı gibi diğer Osmanlı çocuklarını da Osmanlı Devleti'nin aleyhine kullanamadılar diyerek, geçmiş İmparatorlar adına bir nevi hayıflanmaktadır. Bilinmeyen Osmanlı,Ahmet Akgündüz).

Kardeş katli konusunda da bazı alıntılarımız olacak;ilk alıntı Profesör Ahmet Şimşirgil ikinci alıntı ise Halil İnalcık’tan;

Prof.Şimşirgil’in yazdığına göre saltanat veraseti konusunda Selçukluların ve ondan önceki Türk devletlerinin, devletlerini bütünleştirici bir sistemleri yoktu.Sultan II. Kılıç Arslan ülkesini on bir oğlu arasında pay etmişti. Bu devlet ne kadar uzun ömürlü olabilirdi? Veliaht gösterilen hangi şehzadeye kardeşi itaat etmişti? Dolayısıyla bu şehzadelerin yanındaki tecrübeli ve kudretli devlet adamları onlar adına birbirlerini yemekte ve hatta saltanatı ele geçirmek yolunda kanlı teşebbüslere kalkışmakta beis görmüyorlardı.İşte Osmanlılar, sırf bu bozuk sistemi değiştirmek için önce kardeş katlini ve ardından da ekber ve erşed usulünü getirmek mecburiyetinde kalacak ve devletin devamlılığını bu yolla sağlayabileceklerdir. 29.04.2018Prof.Ahmet Şimşirgil Türkiye Gazetesi

Halil İnalcık saltanat veraseti hakkında bizlere daha ayrıntılı bilgiler veriyor:Saltanat verâseti hakkında Neşrî (1493), kardeş katlinin Osmanlılarda “âdet-i kadîme”olduğunu işaret eder. Bayezid’den sonra oğulları arasında taht için uzun ve kanlı savaşlar...kardeşlerin ortadan kaldırılmasının gerekli olduğu kanısını yerleştirmiştir.

Chalkokondyles, 1444 Varna buhranı dolayısıyla, Osmanlı ülkesinde halkın bir iç savaştan daha çok korktuğu bir şey yoktur, diyor. Doukas, “Her Türk hükümdarının saltanat değişiminde isyan çıkması âdet hükmüne gelmiştir”diye yazmıştır…Kanûnnâme’sinde…“Kardeş katli” maddesini koymaktan geri kalmadı. Fâtih’in kardeş katli maddesini işte bu tarihî koşullar altında görmelidir…Fâtih’in Kanûnnâme’sindeki madde aynen şöyle: “1. Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, 2. karındaşların nizâm-i ‘âlem için katletmek münâsibdir, 3. ekser ‘ulemâ dahi tecvîz itmişdir, 4. anınla ‘âmil olalar.”

1. Padişâh çocuklarından herhangi birine sultanlık “müyesser” ola.(Madde, saltanatın evlâddan hangisine geçeceğini belirtmemektedir…Kardeşler arasında taht için mücadelenin, kargaşanın, belirsizliğin …ne kadar yıkıcı sonuçlar doğurduğu özellikle Fetret Devri’nde görülmüş olup bundan Bizans’ın ne denli yararlandığı herkesin belleğinde idi.

Saltanatın sahibini Allâh belirler inancı, Türkler arasında kuvvetli idi.XV. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde mutlak, bölünmez bir egemenlik inancı yerleşmişti.Devlet, hânedânın bir mirası gibi düşünülmüyor, pâdişah, halife veya imparator gibi bölünmez bir egemenliğin temsilcisi sayılıyordu…Osmanlı tarihinin ilk yüzyıllarını dolduran taht mücadeleleri, aslında bu gelişmiş devlet ve hâkimiyet anlayışında aranmalıdır.Devleti Aliyye-Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-II Tagayyür ve Fesad (1603-1656):Bozuluş ve Kargaşa Dönemi TÜRKIYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI, 2009

Kitabımızın burasında Doğu Despotizmi hakkında Murat Belge’nin fikirlerini ve Profesör Şevket Pamuk’un tarih yazıcılığı hakkındaki fikirlerini yeniden okumanızı tavsiye ederek Sermaye birikimi hakkında kısa bir alıntıyla,bakınız Doğu Despotizmi ve AÜT(Asya Tipi Üretim)hakkında Murat Belge ne diyor:Asyai üretim tarzı gibi bir kavram aslında Macchiavilli,Montesquicu kadar eski zamanlardan beri doğuya özgü bir despotizmden söz etmiş siyaset filozoflarını akla getiriyordu.Nitekim Amerikalı Wittfogel da Oriental Despotizm adında bir kitap yazarak Marx’ın bu kavramını Asya’nın demokrasi yokluğunu açıklamak için kullanmıştı.Bazı çevreler FKP’li Godelier’in böyle bir sorunu,o sırada SSCB’ye meydan okuyan Çin’in uluslarası önderlik iddiasını zayıflatmak için gündeme getirdiğini söylediler;çünkü daha geri toplumsal aşamadan geliyorsa öncü olmamalıydı.(“evrimsel aşamalar ” anlayışı ve” ilerleme” yorumu) Çin’in bu kavramdan hoşnut kalmayacağı belliydi,ama iş Asya despotizmine gelince Sovyetler Birliği’nin ne kadar mutlu olacağı bilinmezdi;çünkü bizzat Marx da Çarlığın Asyai vahşetine yeterince değinmişti. Dolayısıyla AÜT,resmi Marksizm’de kabul görmedi;resmi olmaya aday hareketler arasında da rağbet bulmadı.Her yerde olduğu gibi Türkiye’de de küçük bir aydın grubunun entelektüel egzersiz alanı olarak kaldı.Murat Belge Osmanlıda Kurumlar ve Kültür)Anlaşılan o ki Sina Akşin’de bu küçük aydın gurubunun içinden birisidir.

Çünkü 100 Soruda Jön Türkler ve İttihat Terakki isimli 1980 basımlı kitabının Osmanlı toplum yapısını incelediği 1.soruda Klasik döneminde merkezi bir feodalite ya da Asya Üretim Biçiminde bir devlet olan Osmanlı Devleti,toprak üzerindeki sıkı denetimi iltizam usulü yüzünden yitirdiği ölçüde ademi-merkezi bir feodaliteye doğru dönüştü.S.Akşin) diyerek Osmanlı’yı Resmi Marksizmin bile kabullenmediği AÜT(Asya Üretim Tipi) kavramı ve kul sistemi üzerinden eleştirmeye devam ediyor.İltizam sistemiyle ilgili kitabın baş kısmında merhum Adnan Kahveci’nin sözlerini yeniden okumanızı rica ediyorum burada.AÜT(Asya Üretim Tipi)kavramı hakkında Murat Belge’nin yorumuyla konuyu burada bitirip yazımızı ilerletip geliştirmeye devam edelim isterseniz. Bakınız Murat Belge’nin AÜT hakkındaki yorumu nedir;(Bu noktada bu kavram hakkındaki değerlendirmemi açıklamam gerekiyor.Bence Godelier’in derleyip sunduğu biçimiyle Asya üretim tarzı modeli,Osmanlı toplumu için uygun bir açıklama getirmez ve zaten kendisi teorik olarak yeterince geliştirilmiş olgunlaştırılmış değildir.Marx ile Engels kavrama ilkin Ortadoğu örneklerinden girerler, Ortadoğu’da doğa koşulları,öncelikle de su azlığı,tarımsal üretimi zorlaştırmaktadır.Sulamayı sağlayabilecek” taşma’ya karşı tedbir geliştirmek vb.de dahil) bir örgütlenmeyi burada ancak devlet yapabilir.Dolayısıyla egemen sınıf,feodaller,aristokratlar gibi , bireysel yanları ağır basan bir sınıf olamaz; bizzat devlet bu işi yapar ve bu devlet kaçınılmaz olarak “despotik”tir.Bu koşullarda üretim, devletten bağımsız bir sınıfın doğmasına izin verecek bir “artık” (ekonomik fazla” surplus) üretemez.Onun için sık sık ayaklanma ve iktidar değişikliği olsa da düzen değişikliği olamaz.Murat Belge,Osmanlı’da Kurumlar ve Kültür)Böylece Doğu Despotizmi/ Şark İstibdadı kavramı,ve ortaya çıkışı hakkında az da olsa hep birlikte bir fikir sahibi olmuş olduk.

Sina Akşin’in bir iddiası ‘da Osmanlı’nın sermaye birikimine izin vermemesidir.Bu iddiaya Prof.Hikmet Kıvılcımlı cevap versin.(Bugün, bu tutumu taşa tutmak, Türkiye’de "Sermaye birikimi"ni önlemiş saymak kolay bilginlik olur.Zamanında Mirî toprak düzeni, tek çıkar yol olmuştur.Bu düzendeki dirlikçiler, çalışan halkın asayiş ve adaletini sağlamıştır.Şeriat’ın halka mal edilen kutsallığı bundan ötürüdür.Pazarda güçlü ama haksız Müslüman, haklı gâvura karşı o adaletle cezalandırılmıştır. O kargaşalı zulüm çağında, şeriat düzeni, toprağa yük değil, düzenli verim getirmiştir. İslâmlık gibi; Osmanlılığın da göz kamaştıran çabuk yayılışı bu temele dayanır.Bir sözle:mirî toprakların başlangıcı, Osmanlılığın başlangıcıdır.Hikmet Kıvılcımlı-Osmanlı Tarihinin maddesi)

Sina Akşin’in bu iddiasının sebebini anlayabilmiş değilim.Zenginliğin sultanın şahsında ve sarayda toplanmış olmasından rahatsız olmuş olsa gerek.Bahse konu zaman 1450-1550 yılları arasıdır.Yani Batı ülkelerinde durum çok daha kötüdür.(Feodalite bölümünde okudunuz) S.Akşin’in önsözde belirttiği gibi Osmanlı Sultanları bonkör insanlardı.Yani en azından servetlerinin bir kısmını halkla paylaşıyorlardı.Bu iddia karşısında insan ister istemez Avrupa’daki insanların özel mülkiyet ve sermaye toplayabildiği gibi bir düşünce geliyor.O zaman şöyle bir soru sorabiliriz:Osmanlı maliyesinin ana gelir kaynağının fütuhattan elde edilen ganimet olduğunu,bu ganimetin ise Avrupalı hükümdarların hazinelerinden sağlandığını biliyoruz.Osmanlı’nın bir eksiği gibi gösterilmeye çalışılan sermaye birikimi Avrupa’da hiç yoktu.

S.Akşin önsözde Ulema sınıfının idari bakımdan yetkilerinin olmadığını yazmış.Ulema ve Kadı konusuna Eğitim ve Medrese bölümünde müstakil bir başlık altında yer vereceğim için S.Akşin konusuna son veriyorum.


( Büyük Osmanlı-kölelik Cariyelik-devşirmelik 3 başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 15.01.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.