Solgun gün ışığından damlayan üç beş yas kırıntısı olsa razı geleceğim gecenin pekmez kıvamına lakin asılı kaldığım hegemonyada bir başıma kalma korkusuyla gidip geliyorum günden kovulduğum ve gece tarafından da men edildiğim düş sarmalına eşlik eden sadece varlığımın titrek zerreleri.

 

Günü öğüten hayat ve geceye damgasını vuran iblis sancılı varlığın serzenişini duyan sadece Yaratan ve çığlıklarımdaki asi mizacımı sakın yanlış anlamasın.

 

Sözcükler nasıl da bağnaz ve körükleyen ve işte sağaltımı ömrün şu son birkaç saatte gizli. Saatler saat olalı hiç bu kadar uzun sürmemişti hani neredeyse asırlara denk düşen iç sesimde bir yakamoz kadar parlak filan da değilim sadece safran sarısı bir ışık huzmesinde Rabbime dönük yüzümle susuyorum ve daha çok susuyorum ve ne yazık ki susuzluğumu gideren duaların saklı tuttuğu dileklerim.

 

Düş pekmezinde yanılan yıldız kümesi ve işte ayın kısrak varlığında dört nala teneffüs ediyorum şu son üç saate gizlenen acıları ve çaresizliği.

 

İçimdeki açı bükey aslında acıları b/ölüp de çoğaltan ve varlıksızlığımla hükmedenlere tek sitayiş dahi dillendiremiyorum.

 

Az evvel kapı zili çaldı ve açmaz olaydım oysaki gelen ne bir yabancı ne de istenmeyen misafir fakat geldiği gibi de estirdi fırtınayı evin revnak dokusunda az sonra bileceğimin da garantisi yok iken ve işte şiddetli bir gök gürültüsü ve derinlerdeki fayın kırılmaları ve kıvrılmaları.

 

Acının kaç şiddetine denk düştüğü mü ya da kaç milyon sinir hücremin böylesi uzak bir yakınlıkta sonsuzluğa karıştığı mı?

 

Yetim bültenler ve öksüz spikerler nasıl da alt yazı son hızla geçiyor ve içimdeki eğim devasa bir düzleme denk düşüyor.

 

Üşüyen ellerim ve yanan yüzüm ve edimlerde saklı hüzün ve işte oluyor o şiddetli çarpıntı ve çırpıntı.

 

Aşkın mukozası çatladı.

 

Evren delindi.

 

Ben miyim elenen yoksa annemin sesindeki titrek dalgalar mı günü de geceye denk düştüren?

 

Bir aymazlık madem sevginin özleme uzaklığı ve mademki iksirli bir şurup mehtabın vedası…

 

Sitem değil sadece acı.

 

Yol değil devasa bir çukur.

 

Tepe değil bilakis en yüksek rakım üstelik şehrin de boyunu gecen benim de sırtıma binen.

 

Göğe kanat takan pergel ayakları içimdeki kuklanın aslında kuklamsı bir ses düzeni neyin kime ait olduğunun da bilinmediği.

 

Yükünü alan koşuyor.

 

Yüzünü kızdıran mutlu ve neşeli.

 

Neşeden eser yok iken saltanatı bulutların ve gecenin şehvetli kollarında içre bükülen bir vaveyla.

 

Ses sınırını aşan ve hız limitini geçen ölümün asla uğramaması gereken bir adres ve başkaldırısı kaderin ne olur kederle de kesişmesin yolu.

 

Dayanamam yeniden ve ölümün provasını yapan şahikalar ne olur uzağında kalsın iklimin bir de boydan boya serdiğim kilimin tozlarını ne olur görmezden gelsin melekler…

 

Bir nöbet ki illet eklemlerinde yüz görümü bir bağışla içime kapandığım ve sözcüklerin titrettiği bir manivela ve şimdi uzun mesafe koşarak içime saklanacağım sonra da gizlendiğim dualardan alıp payımı yeniden kavuşacağım gerçek kimliğime yeter ki yeter ki yaşananlar bir kabus olsun gözümü açtığımda huzura kavuşmanın asla bir hayal olmadığı.

 


( Ölüm Provası... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 3.02.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.