...
Bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Yağan yağmurla seller uyanıyor,
Ankara’nın kirini, pasını alıp götürüyordu. Çocukken yağmurda yürümeyi severdi,
o zaman ağladığını da kimse bilmezdi. Bazen yağmurun sesine, bazen çayın demine
dalıp gittiği oluyordu. Yağmur damlaları gibi yüreğine masumiyet damlıyordu. Soğuyan
yürekten sıcak söz çıkmazdı ki! İnsanlar bu kadar kirli olmasaydı, belki
yağmura bile gerek kalmazdı.
Türkiye’de gündelik hayattan siyasete kadar pek çok şeyi daha çok İstanbul
yönetirdi. Ankara’nın gündelik hayatını dışarıya yansıtmayan bir yapısı vardı. Gecenin
rengi gündüzün rengine hiç benzemiyordu. İnsanı biraz üşütüyor, biraz durgunlaştırıyor,
biraz da düşündürüyordu. İnsanın kışı hava soğuyunca değil de yüreği soğuyunca
başlıyordu.
Korkut, Kutay’la tanıştıktan sonra, onun bilgeliği yanında kendinde bir
şeyler eksik gibi geliyordu. Diğer yandan eski yerine dönmek istiyordu, ama
talimat olmayınca da dönemiyordu. İlk görüşte soğuk gelen Ankara, orada kalıp
yaşadıkça yavaş yavaş ona ısınmaya başlıyordu. Ama ister istemez Ankara
kendinde yaşayanı da zamanla kendine benzetiyordu. Bir şeyler karalamak
istiyordu.
“Uzakta yapayalnızım”
“Tüm gecelere sor beni”
“Her gecenin rengi gibi”
“Saçlarınla hep sar beni”
Suriye İdlib’te Rusya-Esad saldırılarıyla gözlem noktasındaki 8 kardeşimiz
şehit olurken, Türkiye’nin misillemesi ile de 76 kişi hayatını kaybediyordu. Korkut’un
yüreği susmuyordu. Allah, Bakara suresi 154. ayetinde, “Allah yolunda öldürülenlere
‘ölüler’ demeyiniz. Bilakis onlar diridirler, lakin siz anlayamazsınız,”
buyuruyordu.
“Hainler bize dadandı”
“Her asker birer fidandı”
“İdlib’te yerlere düşen”
“Sekiz şehit, sekiz candı”
Son bir haftada İdlib’te 200 sivil hayatını kaybederken, 120 bin Suriyeli ise Türkiye sınırına doğru yerini yurdunu terk ederek göçmek zorunda kalıyordu. ABD’ye rağmen, PKK-YPG’yi dağıtan Türkiye, Rusya’ya rağmen de Esad’ı dağıtmasını çok iyi bilirdi. İdlib saldırısından, şehit kanı üzerinden siyaset devşirmeye çalışan, aidiyet duygusu olamayan, Türkiye karşıtı her tezgâhta rol alan soysuz sayısı saymakla da bitmiyordu ki!
Van Bahçesaray yolunda çığ düşmesi sebebiyle bir felaket yaşanıyor, kurtarmaya giden ekip ikinci bir çığ düşmesi sebebiyle toplamda 41kişi yaşamını yitiriyordu.
“Acı haber geldi Van’dan”
“Ölüm yağdı beyaz kardan”
“Bütün sevenler gözyaşıyla”
“Hep ağıtlar yaktı candan”
Sabiha Gökçen havaalanında İzmir-İstanbul seferini yapan Pegasus Havayoluna
ait bir yolcu uçağı sert iniş sebebiyle üçe bölünüyor, üç kişinin yaşamını
yitirdiği, çok sayıda kişinin yaralandığı Boing tipi bir uçak kazası meydana
geliyordu. Gözyaşının coğrafyası olmadığı gibi, ne korkunun mezhebi, ne de üzüntünün
etnik kökeni olur! O uçak Türkiye’nin kendisiydi.
“Bu bir kaza mıdır bilmem”
“Kaza bile olsa gülmem”
“Gülüp alay edeni de”
“Ben asla hiç affetmem”
Diğer yanda BAE, Hafter milislerini havadan tahkime devam ediyor, peş peşe
havalana üç ayrı kargo uçağı Libya’nın doğruna doğru havalanıyordu.
Ayrılığın bile ne kadar kıymetli olduğunu yaşayarak acısını da, sancısını
da anlıyordu. Ayrılık acısı, başından hiç karı eksik olmayan dağ gibi
yansıyordu yüzüne. Ayrılığın verdiği sancının, ayrılık olduğu sürece sürmesini
istiyor, biterse her şeyin biteceğinden korkuyordu. Ayrılan bedenlerdi. Gönlü
ayrılık denen nesneyi tanımıyordu ki! Gülümseyerek birleşen ellerin,
gözyaşlarını silerek ayrılmaktan daha acı ne olabilirdi ki? Diye düşünürken;
Kutay’ın; “Beyler sizin SCP’in raporundan da haberiniz yoktur,” diyen
sözleriyle kendine geldi.
Yavuz “Arkadaşları bilmem ama benim yoktur. SCP’de nedir ki?” dedi.
…