…
Kutay hayatının en
yorgun, bir o kadar da mutlu günlerden birindeydi. Üs bölgesine dönüyorlardı. İçinden
çok farklı bir gece olacağını düşündüğünden, benliğine tesir eden bir
titreyişle birden bire ürpermişti.
Yolun kenarında bir karaltı gördü. Araç yaklaşınca, yolun
kenarına bir boş çuval gibi yıkılıp kalmış, yüzü ve beyaz sakalı kanlar içinde
olan yaralı ve yaşlı adamı gördü. Yanında yüzü gözü toza toprağa bulanmış,
ağlamış olmasıyla yüzünde çamurdan izler oluşmuş yedi yaşlarında bir kız çocuğu
korkudan titriyordu.
“Sedat, dur da şunları alalım…”
“Tamam, komutanım” diyerek aracı yaşlı adama en yakın
bir yerde durdurdu. İsmail sen bana yardım et, Hasan ön tarafı, Ahmet sen arka
tarafı kontrol et… Yaşlı adam kalkacak durumda değildi. Adamı tutup kaldırarak
araca taşıdılar. Kız korkuyla kıpırdamadan, dedesini araca taşıyanlara
bakıyordu.
Kutay “Ma hu aismak?/İsmin nedir?” diye sordu. Kız
dilsiz gibi, cevap vermeden bakıyordu. Kutay; “Ana jundiun Trky/Ben Türk asker…
Hayaa tueal/haydi gel…” Kız ağlamaya başladı. Kutay onun elinden tutmak istedi,
o elini çekti. Gün başını eğmiş, ufuk puslu kızıl bir renge boyanmıştı. Kızı
kucaklayarak zırhlı araca taşıdı. “Jadak / Deden mi?” diye sorduysa da kız
cevap vermedi. Ona bir su ve peksimet uzattı. “Hal takhudhuha?/Alırı mısın?” dedi.
Kız hala korku içindeydi. Kendi eliyle suyu kıza içirdi. Elleri buz gibiydi.
Kızın üzerindeki elbise yer yer yırtılmış, yer yer çamur olmuştu. Kızı bir
battaniye ile sardı. Kız battaniye içinde ısındıkça yorgunluktan uyuya kaldı.
Üs bölgesine geldiklerinde akşamın ilk karanlığı
çökmüştü. Sedat “aracı sıhhiye çadırının olduğu yere çek… İhtiyar yaralı… Ona
bir bakım yaptıralım…”
Sedat, aracı sıhhiye çadırının önünde durdurdu.
İhtiyarı çadıra aldılar. Kız araçta uyumaya devam ediyordu. O arada atılan bir top sesiyle uyanan kız, korkuyla
ağlayarak uyandı. Kız dedesinden ayrılmak istemiyordu. Onu da dedesinin yanı başında
bir yere alarak onu da muayene edip bakım yapmak için içeriye aldılar.
Kutay kendi bölgesinde ki yerine geçerek yemeğini yedi.
Kısa bir dinlenmeden sonra İhtiyarı ve kızı ziyarete gitti. Yaşlı adamın durumu
iyi değildi. Yanı başında oturup, ihtiyarın elinden tuttu. “Ealayk aleafia/ Geçmiş
olsun” dedi.
İhtiyar; “Sağ ol komutan. Beni yolda yolakta
koymadınız. Ben de Türküm. Yıllar önce eşimi kaybettim. Şimdi ise zalim Esad’ın
bombalarıyla iki oğlumu ve bir gelinimi kaybettim. Oğlumun biri ise savaşa
gitti. Sağ mı, ölümü onu da bilmiyorum. İki torunumu elimle gömdüm. Şu zavallı
ile Türkiye’ye doğru yürüyerek gitmeye çalışıyorduk. Ben gidiciyim.”
“Hepimiz gidiciyiz, amca bey… Yaşa ki torununa sahip
çık…”
“Yok, komutan yok, benim fazla bir zamanımın
kalmadığını görüyorum. Sizde bir ricam var. Şu torunumu al, evliysen evlat
eyle, bekârsan kardeş eyle… Onu al, Türkiye’ye gönder. Ona sahip çık. İleride
ardımızdan bir dua edicimiz olarak kalsın.”
Yaşlı adam bir yandan ıstırap içinde kıvranırken,
diğer yandan konuşurken gözünden yaşlar akıyordu. Kutay ihtiyarın
anlattıklarını dinliyor, dinledikçe onun acısını ve yaşadıklarını anlamaya
çalışırken, gözlerinden yaşın akmasına engel olamamıştı. Elinin tersiyle
gözyaşını sildi.
Kutay, bekârım ve ailem de yok diyemedi. Adam şahadet
getirirken son nefesini vermişti.
...